İmamoğlu ve Yeni Sosyal Demokrat Siyaset İmkânı
Cuma Çiçek

Seçimlerden bu yana iki ay geçmesine rağmen muhalefet cephesindeki belirsizlikler ve tartışmalar devam ediyor. Belirsizliğin ve tartışmaların en yoğun olduğu yer kuşkusuz CHP. Bir yanda Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi yaşanan büyük başarısızlığı normalleştirip, sıradanlaştırarak sorumluluk almaktan uzak duruyor, büyük yenilgi karşısında her şeye kaldığı yerden devam etmeyi umuyor. Öte yanda, yeni bir siyaset inşa etme iddiası olan aktörler içerisinde öne çıkan Ekrem İmamoğlu risk eşiği düşük bir yaklaşımla yeni siyasete liderlik etmeye çalışıyor.

Mart 2024 yerel seçimlerine sekiz ay gibi kısa bir zaman kalmasına rağmen ne CHP genel merkezindeki değişime/dönüşüme dair netleşmiş bir yol haritası bulunuyor ne de İstanbul başta olmak üzere muhalefetin yönettiği 11 büyükşehirde kimlerle nasıl bir yol izleneceği biliniyor. Bu tempoyla devam edilmesi durumunda muhtemelen Altılı Masa’nın adayını seçime iki ay kala büyük bir krizle kamuoyuna duyurduğu deneyime benzer bir durum ortaya çıkacak.

“İktidar İçin Değişim”

İmamoğlu risk eşiği düşük bir yaklaşımla da olsa yeni siyasete liderlik etme iddiasını sürdürüyor. İlk olarak 4 Temmuz 2023’te erişime açtığı “İktidar İçin Değişim” adlı web sitesiyle (iktidaricindegisim.org) görüş ve öneriler alan İmamoğlu, 28 Temmuz’da Gazete Oksijen’e yazdığı “Türkiye için yeni bir siyaset” başlıklı yazıyla tutumunu biraz daha netleştirdi.

İmamoğlu’nun yazısında tartışmak istediğim ve geniş kesimlerce tartışılmasını umduğum altı ana başlık var:

1) Toplumun süren değişim talebi

2) Siyaseti, demokrasiyi ve kalkınmayı yerelden kurma

3) Sosyal adalet ve sosyal politika

4) Kürt meselesi ve Alevi meselesinin çözümü için gerekli zemini inşa etme

5) Yeni siyasal örgütlenme mimarisi

6) Güçlü ve demokratik liderlik

Değişim Arzusunu Canlı Tutmak

Mayıs seçimlerindeki büyük başarısızlık değişim arzusunu her ne kadar kırmış olsa da bu alandaki beklenti, talep ve ihtiyaçlar sürüyor. Muhalefetin adayı %48 oy desteğiyle kalsa da Erdoğan’ı destekleyen kesimler içerisinde de göz ardı edilmeyecek bir değişim talebi bulunuyor. Ekonomik krizin bütün yıkıcılığıyla küçük bir azınlık dışında toplumun büyük çoğunluğunu etkilediği, sivil ve siyasal hakların her geçen gün daraldığı bir ortamda iktidar değişimi için toplumsal talebi canlı tutarak güçlü bir arzuya dönüştürmek herhalde muhalefetin yapması gereken ilk iş. Bununla birlikte, Mayıs seçimleri öncesine kıyasla muhalefetin işinin çok daha zor olduğunu not etmek gerekir.

Yeni Bir Gelecek Tahayyülü için Yerellik

İmamoğlu’nun işaret ettiği yerellik yeni bir gelecek tahayyülü için çekirdek kavram işlevi görebilir. Zira, 2013 sonrasında başlayan ve 2016’dan itibaren dramatik bir hal alan otoriterleşme esas olarak iki dönüşüme dayanıyor: re-santralizasyon yani yeniden merkezileşme ve merkezin yerellere yayılması anlamında de-konsantrasyon. 15 Temmuz sonrasında güç/iktidar bir yandan denge ve denetleme mekanizmaları dağıtılarak yürütme-odaklı yeniden kurulurken, öte yandan yeniden kurulan merkez bir ahtapot gibi çevreye yayıldı. Özetle, yeni merkez her yerde!

Bu durum karşısında siyaseti, demokrasiyi ve kalkınmayı yerelden kurmayı ve bunu çok-paydaşlı yapmayı iddia eden bir söylemin yeni bir gelecek inşa etme potansiyeli bulunuyor. Zira, yeniden merkezileşmeye alternatif olarak yerelleşmeyi, merkezin yerelde gücü tekelleştirmesi karşısında güç-paylaşımını ve ortaklığı/paydaşlığı içeriyor.   

Türkiye sermayesinin yaklaşık üçte birinin, nüfusunun ise beşte birinin bulunduğu İstanbul gibi büyük bir metropolün belediye başkanı tarafından dile getirilmesi bu söylemi daha da güçlü ve etkili kılıyor. Zira, Kürt siyasetinin uzun yıllar dile getirdiği bu talep, bugüne kadar bir karşılık bulamadı. Kürtler gücün ve iktidarın yerel odaklı yeniden paylaşılması konusunda yalnız kaldılar. Kürt meselesinin çözümünden öteye bir toplumsal ve siyasal değişime işaret eden bu söylem, bugüne kadar Kürt meselesinin gölgesinde kaldı. Oysaki yerelleşmeye sadece Diyarbakır’ın değil, İstanbul’un, İzmir’in, Antalya’nın, Trabzon’un, Ankara’nın, bütün Türkiye’nin ihtiyacı var. Yerelleşme, Kürt meselesinden öteye siyaseti, idareyi, ekonomiyi, ekolojiyi ve kültürü yeniden düşünmeyi ve bir arada, başka türlü kurmayı ifade ediyor.

Sosyal Adalet için Kamuculuk

İkinci başlığa gelirsek, Türkiye siyasetinde en fazla konuşmamız gereken meselelerin başında sosyal adalet geliyor.  Kaynak bölüşümü ve eşitsizlik konusunda uzun bir tarihsel mirasımız var. Bununla birlikte 2021 sonbaharında patlayan ve dramatik bir hal alan ekonomik krizle birlikte bu mesele toplumsal sorunlar içerisinde neredeyse herkes için ilk sıraya çıkmış durumda.

Son iki yılda büyük bir sermaye transferi gerçekleşti. Siyaset ve idare eliyle ülke kaynaklarının belli gruplara aktarılması beraberinde büyük bir yoksulluk getirdi. Emeğin ucuzladığı, ortalama ücretin asgari ücrete çekildiği bir ortamda zenginler daha da zenginleşti, zenginleşiyor.

Bu durum karşısında yeni bir çıkış ve başlangıç için barınma, gıda, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim başta olmak üzere müşterek alanlarda insan hakları odaklı, toplumsal ihtiyaçları önceleyen, kamucu bir siyasete ihtiyaç var. Kapsayıcı ve adil bir kaynak bölüşümü sosyal-demokrat siyasetin taşıyıcı sütünü olabilir. Bu konuda iyi çalışılmış, uygulanabilir bir siyasal program iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Özgürlük ve Eşitlik İçin Kimlik Siyaseti!

Bununla birlikte, Türkiye’de eşitsiz kaynak bölüşümünü dramatik bir hale sokan AK Parti’nin son iki yıllık siyasetini tüm ağır sonuçlarına rağmen mümkün ve sürdürülebilir kılan kimlik siyasetini dikkate almak gerekir. Zira, Mayıs seçimlerinin de gösterdiği üzere kimlik siyasetine kör bir sınıf siyaseti ve ekonomi söylemi etki edemeyecektir.

Bu noktada, İmamoğlu’nun Kürt meselesi ve Alevi meselesi göndermesi ilgiyi hak ediyor. Ancak burada dikkati çeken söylem “zemin inşası”. Belli ki İmamoğlu ve ekibi Türkiye’de yeni bir gelecek tahayyülünü mümkün kılacak “yeni siyasette” kimlik meselelerinin çözümünü orta vadeye erteleyip önce zemin inşasını öngörüyor.

Türkiye’de siyasal alanda otoriterliğin ekonomik alanda eşitsizliğin inşasında kullanışlı araçların başında kimlik siyaseti geliyor. Siyasal alanda özgürlüğün ekonomik alanda eşitliğin kaynağı olarak çoğulcu ve özgürlükçü bir kimlik siyaseti inşa edilmeden Türkiye’de toplumsal kutuplaşmaları aşmak ve “iktidar için değişim” sağlamak mümkün değil. Daha net bir ifadeyle mevcut tekçi ve kutuplaştırıcı kimlik siyaseti özgürlükçü ve çoğulcu bir kimlik siyasetiyle aşılır. Burada özgürlükçü ve çoğulcu kimlik politikasında Kürt meselesi ve Alevi meselesinin çözümü kadar dindar-seküler çatışmasının hallinin de içerilmesi gerektiğini not edelim.  

Yerelleşmeden Öteye: Sürdürülebilir, Dengeli Mekânsal Gelişim

Birbiriyle ilişkili olan yerel demokrasi, yerel kalkınma ve yerel siyaseti bir yandan sosyal adalet ve özgürlükçü kimlik siyasetiyle öte yandan sürdürülebilir dengeli mekânsal gelişme politikalarıyla ilişkilendirmek ve detaylandırmak önem arz ediyor. İller ve bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının on yıllar boyunca ağırlaşarak kronik bir hal aldığı Türkiye’de, bu sorunu tek başına yerelci ve yerelden bir siyasetle aşmak mümkün değil. Ülke kaynaklarının yüzyıl boyunca eşitsiz dağıtılması İstanbul ve İzmir merkezli Ege ve Marmara bölgelerini çevre bölgelerin geri bırakılması pahasına geliştirdi. Öte yandan, bu şehirlerde ve bölgelerde temiz suya erişimden ulaşıma, barınma hakkından sosyal adalete, kamusal alanların ticarileştirilmesinden çalışma hakkına kadar devasa sorunların oluşmasına sebep oldu. Kahramanmaraş depremleri vesilesiyle daha sık konuştuğumuz büyük riskler ortaya çıkardı. Bugün İstanbul depreminin tüm ülke için büyük bir ekonomik ve siyasi riske dönüşmesi esasında Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü kutuplu ve eşitsiz büyüme stratejisinin sonucu.

Sürdürülebilir dengeli mekânsal gelişim politikaları siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı aşmak için de gerekli. Zira, Kürt meselesi, Alevi meselesi, seküler-muhafazakâr toplumsal yarılmalar kimlik meselesine indirgenecek sorunlar değil. Örneğin, son 20 yılda orta ve kuzey Anadolu bölgelerine, küçük şehirler ile kırsal alanlara geçmişe kıyasla daha fazla kaynak aktaran Erdoğan liderliğindeki AK Parti, metropollerdeki büyük güç kaybına rağmen Mayıs seçimlerini önde bitirdi. Buradaki meselenin tek başına seküler-muhafazakâr, Kürt-Türk ayrımı olmadığını, bu ayrımın aynı zamanda bir sınıfsal yüze sahip olduğunu ve kaynak-bölüşümü sorununu içerdiğini not etmek gerekir. Özetle, Türkiye’deki kimlik sorunlarını sınıf meselesiyle bir arada düşünmek ve kaynak bölüşümünü kapsayıcı bir şekilde tartışmak için yerelleşmeyle birlikte sürdürülebilir dengeli mekânsal gelişme politikaları ortak bir gelecek tahayyülü sunabilir.

İnşanın Temsil Alanı Olarak Siyaset

Tüm bu yeni söylemlerin başarılı olması kuşkusuz İmamoğlu’nun “siyasal örgütlenme mimarisi” başlığıyla tartışmaya açtığı, ancak yeterince detaylandırmadığı siyaset yapma meselesini gündeme getiriyor. Zira, muhalefetin iyi bir siyasal program kadar bu programı etkin bir söylemle kitlelere taşıyacak, bu program ve söylem etrafında alternatif bir toplumsallık inşa edecek bir örgütlenmeye ihtiyacı var.

Bu noktada, tartışmalara katkı sunmak için siyaseti çok-katmanlı ve çok-aktörlü bir inşa alanı, siyasal partiler ve yerel-merkezi parlamentoyu ise bu çoklu-inşanın bir temsil alanı olarak düşünmeyi önermek istiyorum. Bir inşa olarak siyaseti düşünmek siyasal partilerin gündeminden öteye toplumsal sorunları içermeyi, makro sorunlar kadar mikro sorunlara odaklanmayı, siyasal partilerden öteye farklı aktörleri kapsamayı, daha da önemlisi siyaseti yerelleştirmeyi ve çoğulculaştırmayı sağlayabilir.  

Bir inşa alanı olarak siyaseti Türkiye’de en iyi yapan İslâmcı-muhafazakâr-milliyetçi sağ siyaset. Bir adım öteye giderek AK Parti’nin başarısını mümkün kılan ana dinamiğin 1950’li yıllardan bu yana süregelen, siyasi partilerden öteye derneklerden vakıflara, Kur’an kurslarından cami örgütlenmelerine, yardım ağlarına kadar farklılaşan formel ve enformel ağlar olduğunu iddia edebiliriz.

HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt hareketi de özellikle kimlik politikası ve toplumsal cinsiyet alanlarında görece iyi deneyimler inşa etti. Bununla birlikte son yıllarda HDP’nin temsil alanına sıkıştığı ve bu temsilin çoklu inşalar meydana getiren toplumsal ağlarla olan bağının zayıfladığı söylenebilir. 

Güçlü Demokratik Genç Liderlik

Türkiye’de temsil siyaseti ve inşa siyaseti arasındaki en önemli köprüyü siyasi liderler oluşturuyor.

Güçlü bir demokrasi için yönetimin gayri-şahsileşmesi, formel ve enformel kurallar bütünü olarak kurumlara dayanması gerekir. Bununla birlikte Türkiye gibi ülkelerde siyasi liderler kurumlar kadar, bazen onlardan da daha fazla belirleyici olabiliyor. Hem DEVA Partisi deneyimi hem de Mayıs seçimlerindeki Kılıçdaroğlu adaylığı Türkiye’de karizmatik liderlerden yoksun siyasi hareketlerin başarılı olma şanslarının düşük olduğunu gösteriyor. Öte yandan, Erdoğan ve Demirtaş ise karizmanın etkisine dair iyi örnekler olarak ele alınabilir.

Bu noktada, Türkiye’de güçlü liderlerden vazgeçmek siyaset kurumu için yakın gelecekte imkânsız görünüyor. Mesele güçlü siyasi liderliğe demokratik bir nitelik kazandırmak, demokrasi dışı eğilimler karşısında denge kuracak, denetleyecek yapı ve mekanizmalar inşa etmek. 

Yeni bir sosyal-demokrat siyaset için oyunu değiştirme ya da yeni bir oyun kurma kabiliyeti olan, kuşaklar arası değişimi dikkate alarak siyaset araçlarını yenileyip çeşitlendirebilecek, temsil siyaseti ve inşa siyaseti arasında güçlü bağlar kuracak güçlü, demokratik ve genç bir liderliğe ihtiyaç var.

İmamoğlu buna aday, ancak sosyal-demokrat siyasetin yeni lideri olup olmayacağını çok uzak olmayan bir zaman dilimi içinde, 2024 yerel seçimlerine varmadan birlikte göreceğiz.