Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla AKP “Kürt sorunu” diye adlandırdığımız ve aşağı yukarı Cumhuriyet yönetimine geçtiğimizden başlayarak içinde yaşadığımız süreç ve olaylar dizisi hakkında ne yapmayı düşünüyorlar? Bu konuda belki en cesur tavrı almış olan Tayyip Erdoğan o tavırdan vazgeçmekle kalmadı, tam tersini de uygulamaya başladı. Bu sorun çerçevesinde adını bildiğimiz tanıdığımız hemen hemen herkes hapiste ya da hapse atılma tehdidi altında. Kürt halkının belediye başkanı olarak seçtiği hemen hemen herkes hapse atılmamışsa da “görevinden azledilmiş”, yerine bir “kayyım” tayin edilmiş.
Tayyip Erdoğan herhalde bu durumu “sorunun çözümü” olarak görmüyordur. Ama nedir çözüm, çözüm diye bir şey var mı? Bu fiili durumu süreklileştirerek Kürt sorununu çözecek miyiz? “Barışçı çözüm” diyerek açtığı alanda konu üstüne değerlendirmeler yapan Tayyip Erdoğan şu anda var olan durumu “çözüm” olarak görebilir mi?
Görebilir. Şimdiye kadar neredeyse bütün söylediklerinin tersini rahatça yapabildiğini gördük. Bu konuda da düşündüğü “nihai” çözüm, “hepimiz Müslüman’ız” çözümü olabilir.
Müslüman Kürtler, Müslüman cumhurbaşkanlarının sözünü dinleyerek uslu uslu oturur, kendilerine uygun ve yeterli görülen “hak”larıyla yaşamaya devam ederler. Bunu yapmaktan imtina eden Kürtler de yasadışı ilan edilir, yasadışı olan kimselere ne yapılıyorsa onlara da o yapılır, böylece devam eder gideriz. Zaten bunu yapmaktayız. Demek ki, Kürt sorununda çözüm bugünkü durumun devam etmesidir. Tayyip Erdoğan’a biat etmeyen Kürtler’in sayısı edenlerin sayısından çok daha fazla olabilir; ama yapacak bir şey yok. Hatta Erdoğan’ın “beka” kavramında gizli imkânlara ne kadar düşkün olduğu düşünülürse, bu durum bir avantaj da sayılabilir.
Tayyip Erdoğan’ın bu konuda ve her konuda ne yapacağı, ne düşündüğü başımıza daha neler geleceğini görebilmek, tahmin edebilmek için yararlı. Bizim asıl düşünmemiz gereken, muhalefet cephesinin ne yaptığı. Ama buraya baktığımız zaman da daha parlak bir durumla karşılaşmıyoruz.
Şunu baştan söyleyeyim: içinde Kürtler’in etkin, kararlı katkısı olmayan herhangi bir süreç gerçekten geçerli bir çözüm sağlamayacaktır. “Kürtler’in etkin katkısı” derken, “bağımsız bir Kürdistan” hedefini benimsemiş Kürtler’den söz etmiyorum tabii. Bu, PKK’nın bile (hiç değilse kısa vadede) hedefi değildi belki. Ama mücadele için seçtiği yöntem böyle bir hedefin gerektirdiği yöntemdi. Ancak şu anda HDP’nin seçtiği yol bu değil. HDP, Türkler’le Kürtler’ in eşit yurttaşlar olarak yaşadığı demokratik bir Türkiye hedefine varmak için mücadele veriyor. Buna gerek var mı? Evet, bence var. Bu uğurda şimdiye kadar yapılan şeylerin boşa gittiği söylenemez. Gerçekleşen düzelmeler, ilerlemeler var. Ama olması gereken birçok şey de var. En önemlisi HDP’nin geçirdiği evrimle olayı “silahlı”dan “siyasi” mücadeleye getirecek olgunluğa erişmesi. Böylece, demokrasiden yana çaba harcamaya hazır kesimlerin bir arada hareket edebilme imkânı doğuyor. Bu çok önemli bir etken. Ama bu avantajı (“kazanım” diyebiliriz) gereği gibi kullandık mı?
“Hayır” demek zorundayım. Mayıs seçimine hazırlanırken “altılı”da kalındı; “yedili” ihtimali sözkonusu olmadı. Bunun sorumlusu İYİ Parti’ydi. Sürecin içinde İYİ Parti’nin varlığıyla temsil ettiği çeşitli avantajlar olduğu için geri kalanlar bu duruma itiraz edemedi; HDP de durumu anlayışla karşıladı ve bu zoraki “güçbirliğini” bozacak bir davranışta bulunmadı. Seçim sonrasında biçimlenmeye başlayan “sath-ı mail”de neler olur, bilemem, ama HDP’ye “üvey evlat” gibi davranmak tutumundan vazgeçilmeli diye düşünüyorum. Yukarıda söylediğim gibi içinde Kürt halkının etkin katılımı olmayan bir “demokratik” mücadele “abes” görünüyor. Kürt sorununu demokratik bir kanala sokmadan hangi sorunumuzu demokratik bir çözüme ulaştırabiliriz? Bu demokratik mücadeleyi vermek için Kürtler’le bir arada, omuz omuza davranmaktan korkuyor ve kaçınıyorsak hangi “demokrasi”den söz ediyoruz?
Gene “barışçı çözüm” günlerine bir göz atalım. Bu sorun karşısında katı bir milliyetçi tutumu benimseyenlerin yalnızca MHP-İYİ Parti ile sınırlı olmadığını, var olan bütün çizgiler içinde böyle koşullanmış olanların da bulunduğunu biliyoruz. Öyle ama Tayyip Erdoğan “Barışçı Çözüm” diyerek bir başka yönde ilerlemenin mümkün olduğunu işaret ettiğinde ülkede çok olumsuz bir hava esmemişti. İtiraz etmesini beklediklerimiz itiraz ettiler. Ama azınlıktaydılar. Tayyip Erdoğan, sanırım HDP’nin (ve Demirtaş’ın) kendi temsil ettiği dünya görüşüne hiçbir yakınlık duymaması karşısında politikasını değiştirme gereğini duydu ve kendi yaptığını tersine çevirdi. Ama böyle yapması için toplumdan gelen bir baskı olmadı. Dolayısıyla bugün muhalefette bulunan bir partinin benzer bir görüş ve tavırla ortaya çıkması büyük bir tepkiye yol açmayabilir. Şüphesiz Erdoğan ve partisi şimdiye kadar yaptıkları gibi bundan kendilerine bir yarar sağlamak için ellerinden geleni yapacaklardır. Muhalefetin, neye nasıl muhalefet edeceğini iktidardan öğrenmesi gerekmeyen bir ortamda bunun göze alınması gerekir bir durum olduğu kanısındayım. Muhalefet bunu yapmasına yaptı (dokunulmazlık hikayeleri filan) ama bunlardan ne kazandığını bilmiyorum.
HDP bugünkü duruşuyla Türkiye için bir kazanım. Muhalefet bunun değerini anlamalı, bilmeli ve onu bu duruşundan vazgeçirecek şekilde itelemeye katılma tuzağına düşmemeli.