Feride İpekoğlu, herhalde Nur Sürer’in müthiş oyunculuğu sebebiyle de, en sevdiğim dizi karakterlerinden biriydi. Sevilecek yanı yoktu rahmetlinin tabii ama işte, izleyicisine düşünecek bu kadar çok şey veren bir karakteri sevmemek de zor yani. Feride, korkuydu. Düpedüz korku. Ne yaparsan yap, nereye gidersen git seni bulacak türden. İstediğin kadar anlat risk toplumuymuş şuymuş buymuş, Feride gösterir sana risk ne demek!
Nihayet kendi sesini bulmuş, kocasının evini terk etmekteki kızına “Nalan, senin gidecek yerin yok, senin evin burası” dediğinde, Feride’nin varlık sebebini açıkça görürüz: o büyük kapatılmanın ta kendisidir!
Baskıcı babalarla, kayıp babalarla, güçten düşmüş babalarla, hayali babalarla… o kadar uzun meşgul olduktan sonra, bir anneyle ve “anne meselesi”yle uğraşmanın zamanı gelmişti çoktan. Babanın “muavin ve müşaviri” yahut onun şiddeti karşısında senden daha iyi durumda olmayan soluk bir gölge değil de, kendisi olarak anneyle.
Televizyon kanallarını kaplayan ve yaygın biçimde izlenen “psikolojik diziler”den birinin, Camdaki Kız’ın karakterlerinden biridir Feride İpekoğlu. Esas kızın annesi. Hande Ataizi’nin canlandırdığı Cana ile birlikte, kolektif korkularımızın ve arzularımızın cisimleşmiş halidirler adeta.
Dizinin ilk bölümü, başımıza gelecek her şeyin habercisidir: Feride’nin önce ellerini görürüz. Henüz yaşlanmamış elleriyle küçük bir kıza, Sema’ya ait fotoğrafları, resimleri, karneleri bir kutuya koyar, bir de üzerinde “Nalan’a” yazılı bir zarfı. Kutuyu kilitler, toprağa gömer. Sonra da tıpkı bir mezara yapılacağı gibi, üzerine bir tas su döker. Bu tuhaf pagan törenini yaslı bir annenin acıyla başa çıkma yöntemi olarak algılayıp üzülmemize fırsat kalmadan bir başka ritüelin içine düşeriz. Feride yaşlanmıştır, kutu-mezarın üzerinde büyümüş manolyayı şefkatle okşadıktan sonra, karanlık bir mahzene girer. Burası beyaz bir ışıkla aydınlatılmış, beyaz fayanslarla kaplı bir yerdir. Kaynayan kazanlar, iplere asılmış bembeyaz kadın iç çamaşırları vardır. Feride üzerine plastik bir laboratuar önlüğü geçirir, plastik terlikler giyer ve iç kısma, Hafize’nin Nalan’ı yıkadığı yere geçer. Bir Türk Dexter’i!
Nalan, kaybettiği kızının, Sema’nın kızı, evin emektarı Hafize ise olup biten her şeyin sessiz tanığı, suç ortağıdır. Bu ürkütücü tören, Nalan’ın tartılması (300 gram almıştır, o yarım elmayı yemeyecekti!) ve zırh benzeri korsesinin giydirilmesiyle tamamlanır. Nalan’ın geçmişi hatırlamasıyla anlarız ki, bu ritüel yıllardır tekrarlanmaktadır. Regl olduğu ve bu yüzden korseyi giymekle cezalandırıldığı günü hatırlar. Feride’nin dizi boyunca yaptığı herhalde en uzun konuşmaya da Nalan’ın hafızası üzerinden tanık oluruz:
“Sen bir kadın olmaya ilk adımını attın, kendini erkeklerden korumalısın, en yakınlarından bile. Erkeklerin tek bir hedefi vardır, kızları baştan çıkarmak ve onların bedenlerine dokunmak. Nikah memurunun karşısına çıkıncaya kadar kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceksin, eline bile. Eğer öyle bir şey yaparsan, seni evlatlıktan reddederim, dımdızlak ortada kalırsın, ne benim ne babanın yüzünü göstermem sana. Sakın bunları unutma. Seni ömrüm boyunca affetmeyeceğimden emin ol. Erkekten insana arkadaş olmaz. Eğer öyle bir şey olursa derhal gelip bana söylüyorsun, ne yapacağımıza beraber karar veriyoruz. Eğer benden gizli bir şey yaparsan, nasıl olsa duyarım, sana dünyayı zindan ederim. Bu korseyi benden habersiz çıkarırsan, Hafize dışında birine gösterirsen, babana anlatırsan, herhangi birine söyleyecek olursan, cehennem nasıl bir yermiş, o zaman görürsün.”
Feride, kızı Sema’nın tecavüz sonucu dünyaya getirirken öldüğü Nalan’ı kendi kızı olarak büyütmüştür. Kız, anneannesini annesi, dedesini de babası bilmektedir. Dizinin ikinci sezonunda öğreniriz ki, tecavüzcü de Feride’nin kardeşi, Sema’nın dayısıdır.
Evinin bodrumundaki işkencehaneden, karısının kızına yaptığı sistematik işkenceden bihaber babayı, Adil Beyi, Nalan da izleyici de çok sever. O da Feride’nin kurbanlarından biridir nihayetinde!
Feride, her yerde hazır ve nazırdır, her şeyden haberdardır, herkesin en gizli düşüncelerine vakıftır. Onun düşünce ve duyguları ise karanlıktadır - Hafize için bile. Yalnızca ne zaman öfkeleneceği, kimi cezalandıracağı, olaylara tepkisinin ne olacağı merak edilir. Tümgüçlü bir kötülük!
Bu kötülük, Nalan’a zarar verenlere yöneldiğinde, izleyicinin hararetli onayıyla karşılaşır. Kötülük dedimse, hakikaten öyle; birtakım bitkilerden elde ettiği zehiri yiyeceklere katmakmış, saunanın derecesini yükseltip kapısını da kilitleyerek içeride haşlanmaya bırakmakmış… Feride’nin şakası yoktur!
Onu güçsüz düştüğünü gördüğümüz ender sahnelerden biri, Nalan’ın, gelin gittiği zengin aileyi adım adım izleyen magazin muhabirlerinin “evlenmeden hamile kalmışsınız, doğru mu” sorusuna sinirlenerek “evet, tam da öyle oldu” diye cevap vermesini cep telefonunda izlemesiyle açılır. “Başaramadım, yine olmadı. Yapamadım…” derken bütün bedeni sarsılmaktadır, yüzü çarpılır, saçlarını yolmaya başlar. “Yine beceremedim, şerefim iki paralık oldu…” Nalan’ın evlenmeden önce hamile kalmadığını tabii ki bilir, kızının o korseden gelinlikle çıktığında kocasının yatağına giremediğini de bilir. O halde nedir beceremediği? Derken sinir krizi başka bir şeye, öfke patlamasına dönüşür: eline geçirdiği her şeyi kırıp dökerken “sus Feride, dur Feride, yapma Feride… Alın size namus! Alın size ayıp! Alın size haysiyet! Alın size itibar! Alın size aile!” diye haykırır. Bir tür aydınlanma, bir tür arınma olacakken olamayan bu sahne, Adil Bey’in kapıdan girmesiyle, kesilir. Öfke, yöneleceği bir hedef bulmuştur: “Ooo, kimler gelmiş, şahane baba! Her şeyi bilen Adil Efendi!”
Bu kırılma sahnesinde bir an Feride’nin işkenceci mi yoksa mahkûm mu olduğu karışır, yoksa mahkûm olduğu rolün sınırlarına varıp bir işkenceciye mi dönüşmüştür?
Kadın kahramanlar için ailenin dışında hayat olmadığını anlatan sayısız popüler kültür ürününden sonra, psikoloji dizilerinde gördüğümüz şey, ailenin içinin de bir cehennem olabildiği. Üstelik bu cehennemin zebanileri, asıl olarak, anneler. Aile cehennemi hikâyeleri gelip “anne meselesi”ne dayanıyor. Hepimiz travmatize olmuşuz. Neden? Annelerimiz yüzünden. Yetişkinliğin işaretinin kendi yaşadıklarından anne babanı sorumlu tutmamak olduğunu yazan birine Instagram'da verilen “ne yani, yaptıkları yanlarına mı kalsın” diye özetlenebilecek yüzlerce (hakikaten, yüzlerce) cevaba bakınca, bu yetişkinlik işinin de epey netameli olduğunu düşünüyor insan.
İçinde yaşadığımız büyük kapatılmanın babada değil, annede cisimleşmesi ne anlama geliyor? Biraz bunu konuşalım, belki Erdoğan Özmen’in de diyecekleri olur.