Psikanalizin orijinal önemi/anlamı tamamıyla tedaviye ilişkindi: nevrotik hastalıkların tedavisi için yeni ve etkili bir yöntem yaratmayı amaçlamıştı. Ama başlangıçta henüz görülemeyen bağlantılar psikanalizin orijinal amacının çok ötesine uzanmasına neden oldu. Zihinsel yaşama ilişkin tüm görüşümüzü yeni bir temele yerleştirme ve dolayısıyla psikoloji üzerine kurulu her bilgi alanı için önem taşıma iddiasıyla neticelendi. On yıllık tam bir ihmal döneminden sonra aniden ortaya çıkan genel bir ilginin konusu haline geldi ve kızgın bir muhalefet fırtınasının dizginleri serbest kaldı.[1]
“Sıçan Adam” (Rat Man) Freud’un ve psikanaliz tarihinin önemli vakalarından birisidir. Freud’un 1909 yılında yazdığı “Bir saplantı Nevrozu Vakası Üzerine Notlar” başlıklı metinde ayrıntılı olarak ele alınmış, tüm tedavi süreci ve buna ilişkin pratik/teknik//teorik tüm sorunlar enine boyuna tartışılmıştır. Tam bir açık yüreklilikle kaleme alınmış müthiş bir metindir bu. Yeni gözlem ve keşifler, ve bunlara ilişkin teorik soyutlama ve formülasyonların yanısıra başlangıç yıllarının acemilikleri, tökezlemeleri, kusurları, aşırılıkları filan da cömertçe sergilenmiştir. Vaka öyküsü şöyle başlar:
“Üniversite mezunu bir genç adam çocukluğundan beri varolan ancak son dört yılda belli bir yoğunluğa ulaşan saplantılarından (obsesyon) yakınarak başvurdu bana. Bozukluğunun temel özellikleri çok düşkün olduğu iki insanın -babası ve hayran olduğu bir kadın- başlarına birşey gelebileceği şeklindeki korkulardı. Bunların yanında zorlantılı (kompulsif) itkilerinin farkına varmıştı, örneğin gırtlağını jiletle kesme şeklindeki itki gibi. Daha sonra yasaklar üretmişti ve bunlar bazan oldukça önemsiz şeylerle ilişkiliydi. Bu düşünceleriyle savaşarak yıllarını harcadığını ve böylece yaşamının akışında çok şey yitirdiğini belirtiyordu.”[2]
Bir yıl kadar süren tedavi “hastanın kişiliğinin tam bir restorasyonu ve ketlenmelerinin (inhibisyon) ortadan kalkmasıyla” sonuçlandı diye yazar Freud. Söz konusu metnin “hastalığın ortaya çıkarıcı nedeni” bölümünde Freud’un anlattıklarına göre, “Sıçan Adam”ın babasının ölümü ve çalışma zorluklarının başlaması aynı zamana rastlar:
“Artık mevcut hastamızın hastalığının ortaya çıkarıcı nedeninin daha ayrıntılı incelenmesine geri dönmeliyim. Hastamızın annesi mesafeli ve soğuk ilişkiler içinde olduğu varlıklı bir ailede büyümüştü. Bu aile büyük bir endüstriyel iş ile meşguldü. Babası evlendiği zaman işe alınmış ve dolayısıyla evliliği sayesinde oldukça iyi bir konuma kavuşmuştu. Hastamız ebeveynleri arasındaki bazı şakalaşmalardan (oldukça mutlu bir evlilikleri vardı) babasının annesi ile tanışmadan bir süre önce güzel ancak meteliksiz ve mütevazi bir aileden gelen bir kızla işleri ilerletmiş olduğunu öğrenmişti. Giriş için bu kadarı kafi. Babasının ölümünden sonra bir gün annesi zengin akrabalarıyla onun geleceğini tartıştıklarını ve kuzenlerinden birinin hastamızın eğitimi tamamlandığında kızlarından biriyle evlenmesine izin vermeye hazır olduğunu belirttiğini aktarmıştı. Firmayla iş bağlantısı ona mesleğinde çok parlak bir başlangıç sağlayabilirdi. Bu aile planı hastamızın içinde bir çatışmayı körüklemişti. Yoksul olmasına karşın sevdiği hanıma sadık mı kalmalıydı, yoksa babasının izinde yürüyerek kendisine sunulan sevimli, zengin ve çevresi geniş kızla mı evlenmeliydi? Aslında aşkı ile babasının isteklerinin süregiden etkisi arasındaki çatışmayı hastalanarak çözüme kavuşturmuştu ya da daha doğrusu hastalanarak bu çatışmayı gerçek yaşamda çözüme kavuşturma görevinden kaçmıştı. (buraya eklenen bir dipnotta da şunlar yer alır: “Hastalığa kaçışının kendisini babasıyla özdeşleştirmesiyle mümkün kılındığını vurgulamakta yarar var. Özdeşim, duygularının çocukluğunun tortularına gerilemesini sağlamıştı”)”[3]
***
Buradaki kronolojiye göre “Sıçan Adam” için alt üst edici olan ve rahatsızlığını tetikleyen şey, hayatın kendisine babasıyla aynı kaderi dayattığı ve/ya da kaderin oyuncağı olduğu duygusu olmuştur. Karmaşık ve iç içe geçmiş başka bir dizi etmenin de buradaki sürece katılmış olması muhtemeldir kuşkusuz. Babanın ölümüne yönelik bilinçdışı fantaziler, ölümün ardından gelişen olası ödipal zafer ve buna ilişkin suçluluk duyguları, cezalandırılma fantazileri, bu koşullarda aktüalize olan anal regresyon, babayla aslında çoktan kurulmuş olan ve belki de hem agresyonun ifade edilmesini hem de babanın kaybının yasını tutmayı imkansız kılan özdeşim, kaderin fantazimizi gerçekleştirmesine ilişkin bilinçdışı beklentiler, ötekinin ölümüne ilişkin arzu ve zihinsel meşguliyet aşırılığının altında ısrar edip duran temel varoluşsal soru/merak (canlı mıyım yoksa ölü mü), ötekinin arzusunu zayıflatmaya ve geçersiz kılmaya yönelik stratejiler, ritüellerin/törensel davranışların yaşamaktan alıkoyacak denli bir yoğunluğa ulaşmasının gerisindeki mantık, daima şüphe ve çift-değerlilik (ambivalence) duyguları eşliğinde ilerleyen bir özerklik/ayrılma ve mesafe/uzaklık arayışı ve eğiliminin içerik ve dinamikleri (bir yandan da genel olarak hayatımızın yönünü ve anlamını belirleyen temel sorulardan birisi değil midir bu: neyi/kimi kendime mal etmek, yutmak, içime almak istiyorum ve neyi/kimi dışarı atmak, tükürmek, tehlike arz etmeyecek bir uzaklıkta tutmak istiyorum?), ölüm dürtüsünün (thanatos) döngüsel gelgitleri, vb., vb.
Ama bu geniş ve derin arka plana yaslanan, bu karmaşık yapıyı hem örten hem de temsil eden, görünür kılan, güncel ifadesine kavuşturan şey “Sıçan Adam”ın çalışmak istememesi, çalışmayı reddetmesi olmuştur. Hastalanarak, çalışmak zorunda kalmaktan ve böylece istemediği bir evliliği yapmaktan kendini sakınmayı amaçlamış gibidir. Hastalandığı için bir evlilik seçiminde bulunması gerekmiyordur. Bu, bir düzeyde kendi ebeveyninin/babasının çıkmazını aynı biçimde tekrarlamak, aynı çıkmazın biçimini/çerçevesini, umutsuz çıkmazın simgesel koordinatlarını sahnelemek, kendisine kendi tercihi ve iradesi dışında musallat olan aynı senaryoya tabi olmak, onun içinde kapana kısılıp kalmış olmakla aynı şeydir. O kör tekrar -saf biçimin tekrarı-, tekrarın kör döngüsüne yakalanmış ızdırap onu paralize eden ve çalışamaz hale getiren şeyin ta kendisidir. Hatırlayamadığı ve hakiki bir içgörüsünden yoksun olduğu şeyin tam zıddını, demek aynı simgesel evrende sıkışmış olarak tekrar etmektedir. “Tekrarlamaktan vazgeçersem ölü mü sayılırım?” da var belki burada. “Sıçan Adam” için çalışmamak, yine aynı çerçevede ve aynı zamanda ebeveynlerinin emir ve isteklerine karşı çıkmanın da bir biçimi olup çıkmıştır sanki. Şöyle de söylenebilir: Ötekinin çizdiği sınır ve çerçeveyi, belirlediği yasa/yasak alanını tanımama ve onun dışına çıkma iradesinde/motivasyonunda dile gelen şey, umutsuzluk içinde kendi varlığını ortaya koyma, kendini canlı hissetme, canlılığını teyit etmeye yönelik bir arzuydu belki de. İlk bakışta bir tür atalet, güçsüzlük, uyuşukluk gibi görünen ama aslında karşı koyma, reddetme, direnme anlamlarına sahip çalışmama eyleminde/tavrında Ötekinin talebinde içerilme, özümsenme ve böylece kendi otantik varlığının silinmesine karşı koyuş, bunu reddetme, buna isyan var belki de. Belki de Ötekinin talebine hiç yüz vermeme, reddetme, geri çevirme tavrında asıl dile gelen şey, kesin bir ayrılık/kopma sürecini başlatma, kendi arzusuna sahip çıkma kararıdır. “Sıçan Adam" için tam öbür uçta (demek aynı simgesel çerçevede) yer alan bir şey de belli belirsiz sezilmiyor mu burada: Eğer benden talep ettiklerini karşılayacak denli çok çalışırsam, Öteki tatmin olmuş hisseder ve benim ayrılmama/uzaklaşmama izin verir. (Çalışma/çalışmama meselesi böylesine gündemdeyken “Katip Bartleby”i de sevgiyle anmak isterim).
Bunca belirsizlik, kesinlikten uzaklık ve “belki”ler aynı zamanda şununla ilgili: “Sıçan Adam”ın eksiksiz bir biyografisinin peşinde değiliz, ne de bir tarihçinin yaklaşımı, motivasyonu ve ilgisiyle gerçekte neler olmuş olduğuna ilişkin hakikati ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü “Sıçan Adam” hastamız değil, artık yaşamıyor, onunla ilgili bildiklerimiz Freud’un anlattıklarıyla sınırlı, dahası Freud’un önemli ve kayda değer bulduğu, işittiği, fark ettiği ve bize anlattığı/metnine dahil ettiği tüm hikaye/malzeme o sıradaki teorik-kavramsal çerçevesine bağlı, o çerçevenin izin verdiği ölçüdedir vb,. Amacımız insan zihninin işleyişi ve olasılıkları üzerine düşünmek, yorumlama ve düşünme alanımızı genişletmek, yeni anlam zeminleri ve imkanları oluşturmak. Bu vesileyle, anal bileşenin insan cinselliğinin en şiddetli biçimde bastırılan parçasına ait olmasının sebep ve anlamları ve anal dürtü bileşeninin fallik yoruma tabi tutulmasının veçheleri ve sonuçlarına ilişkin yeni içgörüler edinmek. “Sıçan Adam” vakasının, insan cinselliğinin üreme organlarına, “genital cinsel örgütlenmeye” indirgenemez niteliği, doğrudan organik/biyolojik bir ihtiyacın karşılanmasından kaynaklanmayan ilave bir tatminle ilgili oluşu, ama diğer yandan tam da organik/biyolojik ihtiyaç ve işlevlere yaslanarak, onların yamacında ikamet ederek ortaya çıkışı gibi temel meselelere getirdiği açılımlardan öğrenmek, onların izini sürmek. Öznenin Ötekinin arzusu, talebi ve mesajlarıyla nasıl ilişkilendiği ve onlar karşısında nasıl bir konum benimsediğine, ve bunun özneleşme sürecindeki etkilerine ilişkin öğrettikleri üzerine yeniden düşünmek. Freud’un kah ham haliyle kah daha işlenmiş biçimleriyle ele aldığı bu özellikler de, demek ayrıntılı bir “Sıçan Adam” vaka tartışmasının içermesi ve kat etmesi gereken unsurlar olurdu.
***
“Sıçan Adam”dan burada söz edişimin somut ve özgül sebebine (çalışmak istemeyişine) yukarıda değinmiştim: Özellikle günümüzde hepimiz çeşitli biçimlerde kendimizi oyalıyor, ağırdan alıyor, sosyal medyada -ve ilişkilerde de- takılıyor, yapacaklarımızı erteliyor, asıl işimizi yapmak ve çalışmak yerine ıvır zıvır şeylerle vakit öldürüyor, oradan oraya zıplıyor, dikkatimizdeki bu dağınıklığı nasıl gidereceğimizi bilemiyor, konsantre olmakta güçlük çekiyoruz. Dahası tüm bunları güçlü bir mecburiyet hissi eşliğinde yapıyoruz.
Hakim psikiyatri/psikoloji aygıtı bu durumu derhal genel bir kategori (“dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu”, ADHD) olarak kodluyor, tecrit ediyor, paketliyor ve bir uyarıcı ilaç (psikostimülan) kullanmamıza hükmediyor. Yüzeydeki o semptom kompleksinin gerisindeki tikel varoluşu ve süreci, belirli öznel tarih ve hikayeleri yok sayarak ve ihmal ederek her türlü derinlik, şefkat ve incelikten yoksun, özensiz, zalimce ve vahşi bir müdahalede bulunuyor. Daha derindeki ruhsal yapıya -obsesif, depresif vb.- ya da sosyo-ekonomik koşullara -başarı, performans ve gösteri toplumunun tahrip edici talep ve beklentilerine- yönelik her türlü merak ve ilgiden uzak duruyor. Sonuç olarak, gerçek ADHD vakaları dışında da yığınla çocuk/genç/yetişkin psikostimülan ilaç kullanmaya başlıyor. Halbuki hem o özgül öznel süreci katederek hem de nesnel tarihsel/toplumsal süreçlere tabi olarak, boyun eğerek ya da direnerek şimdiki zamanda olduğumuz kişi oluyoruz. Oradaki zalimlik ve vahşilik aynı zamanda benzersiz insanlığımızın güya-evrensel bir tanı kategorisi içine kapatılarak sesinin işitilmez kılınması, indirgenmesi, silinmesi ve makine-insan formatıyla eşitlenmemizle ilgilidir.
Bu türden bir “çalışamama” durumunda psikiyatri/psikoloji endüstrisindeki yaygın bir diğer tavır, zihinsel bozuklukların tanı kategorileri ölçütleri arasında yer alan “...toplumsal ya da işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşme” ölçütüyle yetinmekten ibaret bir tavırdır. Aynı indirgemecilik ve yüzeysellik, aynı ruhsuz ve kalpsiz jest, aynı kayıtsızlık, somut insanı ve onun ızdırabını ıskalayan ve kale almayan aynı hoyrat ve kaba maddeci yaklaşım.
Mütemadiyen yeni bir ruhsal bozukluk kategorisi yaratan, dolayısıyla her seferinde yeni bir ruhsal sağlık/normallik/iyilik tarifi/normu icat eden ve merkezinde bir tür “homo psikolojikus” kavramı bulunan ayrıntılı bir buyruklar/yasaklar/öneriler sistemi olarak psikoloji/psikiyatri ideolojisinden söz ediyorduk. Tekrar oradan devam etmek üzere…
[1] Freud, SE XIX, s. 214.
[2] Freud, SE X, S.158 (Türkçe çeviri: Olgu Öyküleri II, Çev. Doç Dr. Ayhan Eğrilmez, Payel, 1996)
[3] A.g.e., s. 198-99.