ABD’de ortaya çıkışında kendini “alt-right”, alternatif sağ olarak tanımlayan yeni radikal sağ hareket, Tea Party ile başlayıp Donald Trump’ın ABD’de, ardından Jair Bolsonaro’nun Brezilya’da seçimleri kazanmasından beri gündemden düşmedi. Gerçi bu iki aşırı sağ siyasetçi ikinci kez seçilemediler ama gelecek seçimlerde yeniden seçilme şanslarını koruyorlar. Özellikle Donald Trump’ın ABD’de yeniden başkan seçilmesi şimdilik güçlü bir olasılık. Bu yeni sağ otoriter-liberal dalga en son Arjantin’de liberteryen aşırı sağcı Javier Milei’nin başkanlık seçimini kazanmasının ardından yeniden gündeme geldi. Milei’nin seçim başarısını, Hollanda’da Geert Wilders’in Hollanda milliyetçisi, göçmen, İslam ve Avrupa Birliği karşıtı Özgürlük Partisi’nin (PVV) genel seçimlerde oyların %25’ini alarak mecliste birinci parti olması izledi. Daha önce İtalya’da neofaşist hareketten gelen Giorgia Meloni başbakan seçilmişti ama Meloni alternatif sağdan ziyade daha klasik bir milliyetçi aşırı sağ eğilimi temsil ediyor.
Çevirisi İletişim Yayınları’ndan 2023’te yayımlanan, P. Hermansson, D. Lawrence, J. Mulhall ve S. Murdoch’un Uluslararası Alternatif Sağ kitabı (çev. Ertuğrul Genç) alt başlığında bu yeni aşırı sağ akımın 21. yüzyılın faşizmi mi olduğunu soruyor. Bu radikal yeni sağın yankıları, Hindistan, Japonya, Rusya ve birçok Avrupa ülkesinde toplumsal ve siyasal alanda, her toplumun tarihi ve sosyal özelliklerinin damgasını taşıyarak boy gösteriyor. Geleneksel aşırı sağ ile ırkçılık, etnik-dini milliyetçilik, sosyal devlet karşıtlığı gibi ortak olduğu konuların yanında, yeni reaksiyoner dalganın, özellikle Batı toplumlarında esas dikkat çeken ve genç kuşakları cezbeden yanı, son otuz yılda öne çıkan yeni toplumsal mücadelelerin kazanımlarını hedef alması veya bunları yeni ayrımcı yaklaşımların malzemesi yapması. Yeni reaksiyonerlik bu mücadelesini genellikle anti-konformizm bayrağı altında yürütüyor. Yerine göre antisemitizmden İslam ve göçmen nefretine hemen geçebiliyor. Beyaz erkek üstüncülüğü ile toplumsal cinsiyet konularını harmanlıyor; kâh cinsiyet araştırmalarını, kâh elit üstüncülüğü olarak nitelendirdiği “kültürel Marksizmi”, kâh göçmenleri ve onları savunanları ve çoğu zaman bunların hepsini birden komünistlerin yerine yeni iç düşmanlar olarak hedef gösteriyor.
Bu yeni reaksiyoner hareketin önemli bir özelliği sosyal medyayı, yeni iletişim araçlarını yoğun ve son derece usta biçimde kullanarak, etkisini sayısal büyüklüğünün kat be kat aşan boyutta sergileyebilmesi. İdeolojik boşluğa düşen, gelecek endişesi taşıyan aktivizm enerjisini bu yolla kanalize edebilmesi.
Donald Trump’ın kaybettiği seçimin sonucunu tanımayı reddetmesini izleyen Capitol işgalinde görüldüğü gibi, bu alternatif sağ hareketlerin militanları “sistem” olarak tanımladıklarına karşı gelme sarhoşluğunu, protesto boyutunu aşan bir ayaklanma heyecanı ve ürpertisini taşkın biçimde sergiliyorlar. Bu ruh hali bugün birçok ülkede radikal reaksiyoner hareketlerin en önemli besin kaynağını oluşturuyor.
Pablo Stefanoni, Kasım 2021’de Arjantin’de yayımlanan, İsyan Sağa mı Geçti? adlı kitabında [La rebeldía se volvío de derecha?; Pablo Stefanoni’nin Milei’nin seçilmesi sonrası yazısı için bkz., Milei Fırtınası, Birikim Güncel, 22.11.2023] alternatif sağ hareketin sistem olarak tanımladığı mekanizmaya karşı anti-konformist, bozguncu ve ayaklanmacı temalar etrafında oluşturduğu yeni toplumsal-siyasal cazibe gücünü inceliyor. Reagan ve Thatcher muhafazakârlığından alternatif sağ hareketlere yönelik dönüşümün kritik anı elbette Trump’ın 2016’da seçilmesi oldu. Stefanoni, o tarihten beri, birçok liberal-muhafazakârın tuhaf hatta deli saçması buldukları bu hareketin başını çekenlerin kendi siyasal alanlarını, hatta iktidar mevkilerini işgal etmeleri karşısında yaşadıkları şaşkınlığa işaret ediyor. Etnik milliyetçiliği alametifarikası yapan bu yeni siyasal-toplumsal dalga karşısında neoliberal kozmopolitizmin ideologları, şaşkın bir sessizlik ve bu yeni dalgaya dahil olma arasında gidip geliyorlar.
Yeni radikal sağ veya alternatif sağ her şeyden önce bir ilericilik karşıtı isyan arzusunu harekete geçiriyor. Bunu da günümüz ilericiliğinin savunduklarını statüko olarak tanımlayıp, yerleşik ilerici çevrelerin statüko savunucusu, can sıkıcı, modası geçmiş fikir ve şahsiyetler olarak algılanmalarını sağlayarak yapıyor. Dolayısıyla aynı zamanda yeni reaksiyonerlik kapsamlı bir karşı-kültür hareketi. Anarko-kapitalizmden liberteryen transhümanizme, erkekçi değerlerin yüceltilmesi ve kadın düşmanlığından eşcinsel milliyetçiliği (homomiliyetçilik) ve çevreci faşizme (ekofaşizm) geniş bir yelpazede kendini ifade ediyor.
Uluslararası Alternatif Sağ kitabında da ele alınan bu yeni reaksiyonerlik alanlarına Pablo Stefanoni de işaret ediyor ve somut olarak bunların özellikle eksantrik şahsiyetler etrafında sosyal medya mecralarında yayılışına dikkat çekiyor. Bu bağlamda sorduğu soru son derece önemli: “Bu internet ağlarının konumu, devrimci bir vaatten halihazırda bir karşı-devrimci kâbusa mı dönüştü?”
Stefanoni genç kuşakların radikal yeni sağın cazibesine giderek daha fazla kapılmalarında, ilerici kampın kimlik politikası ve mağduriyeti yüceltmesine karşı yeni aşırı sağcı sosyal medya aktivistlerinin ironi ve provokasyon stratejilerini ustalıkla kullanarak, bunun ana akım medyaya sirayet etmesini sağlamalarının oynadığı role dikkatimizi çekiyor. Bu yeni reaksiyonerlik, bir tür sağ Gramsciliği benimseyerek, siyasal stratejisini kendini beğenmiş, hatta küstah olarak damgaladığı elit ilericiliğinin elinde olduğunu iddia ettiği kültürel hegemonyayı kazanma mücadelesi üzerine kuruyor.
Stefanoni, Milei’nin seçilmesinden iki yıl önce yayımlanan kitabında, “iyinin sıradanlığından yorulmuş, bıkmış bir gençlik kesimini cezbetmek için” bu aşırı sağ aktivizmin kullandığı yöntemleri sergiliyordu. Aşırı taşkın bir söylem ve elektrikli testere ile kürsüye çıkıp, “kast”ı radikal biçimde budamak gibi simgesel vaatler eşliğinde, yayınladığı sayısız talk-showun desteğiyle yeni bir sağduyu oluşturmakta Milei’nin kısa zamanda başarılı olduğunu görüyoruz. Yükselen dalgayı fark eden geleneksel neoliberal muhafazakârlığın telaş içinde bunun yanında yöresinde yer tutması Milei’nin ikinci turda açık ara seçilmesini mümkün kıldı. Federatif bir siyasal sistemde hiçbir yerel güce dayanmayan, mecliste küçük bir azınlık partisi konumunda olan Milei’nin sonunun Bolsonara’dan daha kötü olması kuvvetle muhtemel, ama bu yarattığı siyasal ve kültürel dalganın geçici olacağı anlamına gelmiyor. Brezilya ve ABD’de olduğu gibi.
Pablo Stefanoni, Murray Rothbard’ın paleo-liberteryenizminden etkilenip, neoliberalizmin sularında yüzerken kulvar değiştiren bu matematiksel iktisat profesörünün organ ve çocuk satışını savunmak gibi salt sinik bir vahşi kapitalizm övgüsü yapmadığını, aynı zamanda radikal bir transhümanizmi faşizan bir çevreci söylemle birleştirdiğini hatırlatıyor. Siyasal çevreciliğin özgürlükçü temalarının rakibi olan bu “yeşil otoriterizme” verdiği örneklerden biri, Finlandiya’dan. Sadece balık avlayarak ve avlanarak yaşayan bir Finlandiyalı kuş bilimci dünya nüfusunun radikal biçimde azaltılmasını önerirken, şunu söylemeyi de ihmal etmiyor: “Ağaçları kurtaralım, mültecileri değil!”
Fransa’da aşırı sağın lideri ve belki 2027 başkanlık seçiminin galibi olacak Marine Le Pen’in “yeni çevreci medeniyet” önerisi de günümüz aşırı sağlarının bir kısmının siyasal tahayyül dünyalarını aydınlatıyor. Bu çevrelerin sık sık dile getirdikleri “filika ahlâkı”na göre, herkesi kurtarmaya çalışırsan, kimseyi kurtaramazsın. Dolayısıyla çevreci öncelikler bir etnik-medeniyetçi hiyerarşi içinde ele alınmalıdır!
Stefanoni’nin yeni sağ radikalizminin dikkat çekici bir başka özelliği cinsellikle ilişkisi. Uluslararası Alternatif Sağ’da “Homomilliyetçilik” olarak tanımlanan yaklaşım, İslam’ın karşı konulmaz biçimde yükseldiği iddiasını esas alan bir medeniyetçi paranoyadan hem besleniyor, hem de bu paranoyayı besliyor. Stefanoni de, bu radikal yeni sağ siyasal liderlerin, kadın ve erkek eşcinsellerin desteğini almak için, yakın tehdit altında olduğunu iddia ettikleri Batı modernitesinin değerlerini savunma mücadelesini öne çıkarmalarına ve yürüttükleri göçmen ve çokkültürlülük karşıtı mücadeleye eşcinsel hareketlerin bir kısmını da dahil ettiklerine işaret ediyor. Bunu Arjantin ve başka örneklere dayanarak gösteriyor. Ama aynı zamanda geleneksel dini muhafazakârlıkla köprüleri atmamak için kürtajın yasaklanması talebini de sahipleniyorlar.
Söz konusu olan hem iktisadi hem kültürel konularda oluşturulan bir melez reaksiyonerlik. Üstelik kendini “yeni ilericilik” olarak sunmaktan geri kalmıyor. Bir yandan aşı karşıtlığını, yeni spiritüel arayışları, modern tıbbı reddeden “geleneksel tedavileri” savunanları kucaklarken, diğer yandan kürtajın yasaklanmasını, vergilerin azaltılmasını, göçmenlerin sınırdışı edilmesini, sosyal devletin “tembelleri ve yabancıları” kapsamamasını savunuyor.
Stefanoni, kitabının sonunda ilerici hareketlerin bu yeni dalga karşısında nasıl tavır alabileceğine kısaca değiniyor. Bu aşırı sağ hareketlerle diyaloga mı girmek gerekir? Solun yaşadığı bunalıma ve etki kaybına rağmen, radikal sağı görmezlikten gelmek veya sadece eleştirmek ve teşhir etmekle yetinmek yeterli bir çözüm olabilir mi? Bu sorulara, Almanya’da Die Linke’nin en solunda “Leninist blok”ta iken, solun popüler halk tabanından kopup öncelikle “ilerici sivil toplumun kültürel mücadelelerine” sahip çıkmasını eleştirerek partiden ayrılan Sahra Wagenknecht örneği ilave edilebilir. Bu örnekte olduğu gibi, yeni radikal sağın temalarını benimseyerek onunla mücadele etmek bir çözüm mü? Böyle bir siyasal tavır, Hollanda’da son seçimlerde olduğu gibi, yeni radikal sağın temalarını, programını çok daha geniş kitleler nezdinde meşrulaştırmaz mı? Ama Stefanoni’nin da belirttiği gibi, “iktidar kastı” olarak nitelenen güruha karşı “hepsi gitsin ama hepsi” öfkesinde, aşı karşıtlığında, “iptal kültürü” ve “woke” düşmanlığında, çokkültürlülüğü kadim yerli kültüre karşı öldürücü bir tehdit olarak görmekte ifadesini bulan, faşizan bir isyan titreşimi söz konusu. Kurulu düzene başkaldırı tekelini solun elinden almaya çalışan ve yer yer bunda başarılı olan, solun geniş kitleler nezdinde konformist, statükocu, can sıkıcı ve “geçmişte kalmış” olarak algılanmasını körükleyen bu radikal aşırı sağ veya alternatif sağın bir ilkesel bütünlüğe, özdeşliğe ihtiyacı yok. Amacı vaaz edici, sorgulayıcı, özgürlükleri kısıtlayıcı olarak tanımladığı siyaseten doğruculuğa ve onun “küflü ilerici paternalizmi”ne karşı yeni bir kültür devriminin, öfkelenme ve başkaldırma meşruiyetinin önderliğini almak. Bu bağlamda Stefanoni’nin kitabının alt başlığı günümüzde özgürlük ve eşitliği yerli ve milli bir zümre için değil, herkes için talep eden sosyalist düşünün önündeki en önemli soruyu soruyor: “İlericilik ve siyaseten doğruculuk karşıtlığı nasıl yeni bir sağduyu inşa ediyor ve sol neden inisiyatifi kaybediyor ya da sol bu olanları neden ciddiye almalı?”
İsyan solun tekelinde olan bir siyasal eylem biçimi değildir. Devrim de öyle.