AKP iktidarı Türkiye toplumunda geniş çaplı bir “tahribat” yaratıyor. Bunda şaşılacak bir şey de yok. Türkiye’de şimdiye kadar gördüğümüz, tanıdığımız bütün “İslamcı” partiler aynı yaklaşımı sergilediler. Türkiye’yi yöneten güçler “Batılılaşarak modernleşme” yolunu seçmişlerdi; İslamcı kesim ise bunu benimsememiş, “İslam’a ihanet” olarak değerlendirmişti. Bu bakımdan, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca gördüğümüz aykırı sesler arasında en radikal bu çizginin sesi oldu. 2000’li yıllara, yani 21. yüzyıla girerken, Türkiye seçmen kitlesi AKP’yi beğendi ve seçti. O zamandan beri de bu tercihini değiştirmedi. Bu parti bir süre öncesindeki kadar popüler değil, ama iktidarda kalmasına yetecek kadar oy almayı (MHP ile birlikte) başarıyor.
Türkiye’nin genel siyasi kültüründe “iktidar” çok önemlidir. Onun için yasalar, her türlü “mevzuat” iktidarın işini kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Bunun sağladığı avantajdan yararlanarak AKP iktidarı toplumun en az yarısının doğru bulmadığı politikalarını sürdürebiliyor ve istediği değişiklikleri getirebiliyor. Muhalefet de güçlü göründüğü için AKP ihtiyatlı gitmeye de çalışıyor. Ama bir yere kadar. Oranın da “Acilciler”i var.
Ekonomi tabii önemli (şu günlerde iki bakımdan): Parti, kendisine bağlı, sözünden çıkmayacak bir burjuvazi oluşturmak istiyor; tabanında da (kendi terimleriyle adlandırarak) bunu isteyen ve bekleyen çok. Bu görece daha uzun vadeli program. Ama buraya varmak için altüst ettiği ekonomi diye bir sorunu daha var. Bu katastrofik durumu da düzeltmesi gerek (nasıl başaracaksa). Bu da daha kısa vadeli bir program gerektiriyor.
Daha birçok “gerek”, atılması gereken adım, yapılması gereken iş var elbette. Ama bilmemiz gereken şey şu ki AKP’nin nihai hedefi ve en önemli hedefi kafamızın içidir. Bizler için herhalde iş işten geçti. Ama genç yaştakiler, Erdoğan’ın bir aşamada söylediği “dindar nesiller”i meydana getirmek üzere yetişmelidir. Bunun için eğitim merdiveninin her basamağı bu çabaya destek olacak kadrolarla doldurulmalıdır. İmanlı, özellikle de siyasi önderine saygılı insanlardan oluşan bir toplum biçimlenmeye başlamalıdır.
“Nasıl eğitim kurumları olmasını gerektirir bu ideal?” diye sorabilirsiniz. İmam-Hatip okulları herhalde fikir verir. “Ama o lise düzeyi” diyebilirsiniz. Evet, doğru; ama çok fark etmiyor. Bu anlayış çerçevesinde orta öğretim düzeyi, yüksek öğretim düzeyi birbiriyle çelişmez. İkisi de “nasslara” ve siyasi önderliğe saygılı ve bağlı, verilen ideolojiyi almaya hazır öğrencileri alacak, yoğuracak, yetiştirecek. Ama ille “yükseköğretim”den örnek isterseniz yakın zamanlarda Anadolu kasabalarında kurulmuş taşra üniversitelerine bir göz atabilirsiniz.
“Nasıl olmalı” sorusunu cevaplandırmak için biraz da “Nasıl olmamalı?” üstüne bir şeyler söyleyebiliriz. Şu yakın tarihten, Tayyip Erdoğan’ın entelektüel dünyasında bunun “Boğaziçi Üniversitesi gibi olmamalı” şeklini aldığını görebiliyoruz. Bu saldırının sergilediği “huşunet” bu kurumun bu kişilerin gözünde nasıl bir nefret nesnesi haline geldiğini gösteriyor. Ama “nefret nesnesi” Boğaziçi’nden ibaret değil elbette. Yüzümüzü ağartan, sevgiyle andığımız bütün eğitim kurumlarının değeri bu cephede böyle. Tarikatlar ve sivil toplum örgütleri üstüne fikirleriyle Milli Eğitim Bakanı’mız hepimize fikir veriyor. Boğaziçi’nin direnen öğretim elemanlarının gösterdiği sebat da AKP iktidarının onlar hakkında beslediği duyguların boşa olmadığını ilan ediyor.
AKP iktidarı önünde bütün yollar açılmadı henüz — açılmayacağını umuyor ve tahmin ediyorum. Modern dünya önümüze herhalde “modern” dememiz gereken bir yığın sorun koydu. Bildiğimiz dünya nereye kadar bildiğimiz dünya. Yığılan bu yeni gelişmelerin olumlusu var ama elbette olumsuz da var. Yapay zeka gibi bir şeyin nelere yol açabileceğini hesaplayabiliyor muyuz, örneğin? “Robotlar” neleri değiştirebilir? İklim değişikliği neler getirebilir başımıza, ne gibi tedbirler alabiliriz? “Göç” önümüzdeki yılların gitgide büyüyen sorunlardan biri olmaya aday. Ne yapılacak? Nasıl gelişecek?
Daha birçok şey sorabilirim, ama bunlar üstüne kafa yormaya ve tabii tartışmaya vakit bulamıyoruz.
Üniversite mi istiyoruz, medrese mi? Onu tartışmamız gerekiyor.