Füruzan: Sanki Göğsünde Bir Yara Açılmış Da
Işıl Kurnaz

Edebiyatın, hayattan bir tür olaysız dağılamama hali olduğu söylenebilir. Çünkü edebiyat, dünyanın türlü biçimlerinden, şekillerinden, duyguların esrikliğinden, kararsızlığından, kanat çırpınışına rağmen yükselememesinden yani bütünüyle düş kırıklıklarından yeni bir düş yapmanın, bir düş yaratmanın biçimidir.  Elinizdeki kırık dökük parçalardan kendinizce bir bütün elde etmeye çalışırsınız bu sayede. Eğer elinizdeki şey tam ve bütün ise, bu sefer de onu parçalara ayırarak yaparsınız bunu. Yani kırıklardan düş, düşlerden kırıklar yaratabilmenin büyüsüne kapılırsınız. Kendinize dünya kurmakla eşdeğer bir şeydir bu, parçalayarak ya da birleştirerek ama muhakkak sizin parmak izinizi taşıyan bir şeyler.

Füruzan’ın edebiyatımızda bir “olay” olduğunun söylenişi, bana hep bunu hatırlatır. Zeynep Oral’ın, Füruzan 1972 Sait Faik Armağanı’nı kazanınca onunla yaptığı Milliyet söyleşisini görmüş müydünüz?  Şöyle yazıyor: “İlkokul mezunu, yarışmaya ilk kez katılmış, yarışmayı kazanan ilk kadın yazar, ilk eseriyle bu yarışmayı kazanmayı başaran ilk sanatçı.” Sahiden bir olay değil de, ne?

 

Kaynak: Zeynep Oral[1]

Füruzan’ın edebiyatımızda bir olay kadar, olaysız dağılamama hali olduğunu bu yüzden düşünüyorum sanırım. Çünkü bütün o kadınlık biçimlerinin, yetimlik hallerinin, pireli takunyalı çocukların, kuşatılmış duyguların, akim sevgililerin sadece kendinde bir olay olmadığını hatırlatıyor Füruzan. Bütün bunları orada öylece bırakıp hiçbir şey olmamış gibi dağılamayacağımızı anlatıyor, her şey bu kadar hedef tahtasındayken kimsenin olaysız dağılabilme sükunu olmayacağıyla ilgili bir şeyler var burada.

Ama en çok, küçücük kalmış, kimsenin görmediğini zannettiğimiz duyguları, en ufak taneciğinin dahi okunaklı olmadığından emin olduğumuz, kendimize sakladığımızdan hiçbir şüphemiz olmayan mini minnacık duyguları, zayıflıkları kendisinin nasıl okuyabildiğini, onların nasıl farkında olduğunu anlatıyor. Sizin tüm okunaksız küçük hecelerinizi bir araya getirip nasıl da sizden okunaklı bir cümle yaratabildiğine şaşıyorsunuz. Kendinizin bu kadar okunabilir ve görülebilir olmadığınızı düşündüğünüz bir iklimde, sizi pirelerinize kadar gören biri var karşınızda çünkü. Füruzan, bir mikroskop diyebilir miyiz bu durumda? Farkında olma hali taşıran bir mercek? Çünkü işitilmesi mümkün olmayanı duyuyor, gözle görülemeyecek denli küçülmüş zerrelerinizi önünüze getiriyor sizin.

“Öyle duyulacak bir ağlama değildi. Kıpırtısızdı tüm bedeni.”[2] Duyulması mümkün olmayan ağlamaları, kim nasıl duyardı yoksa?

Ama bununla da kalmıyor tabii, iç okuması denilen şey, bir içe sahip olmakla ilgili çünkü. Eğer içinizi okuyabiliyorsa, içinizi görmekten öte şeyler yapıyor olmalıydı muhakkak. Şeffaflıktan başka türlü bir duyu gerekiyordu bunun için. Sara Ahmed buna, “hislerle yolunu bulmak”[3] diyordu. Duyguların ne olduğuna bakmıyordu sadece, onların size ne yaptığıyla ilgileniyordu, bir kadını, bir erkeği, bir çocuğu nereden alıp nereye götürdüğüne bakıyordu. Hislerle yolunu bulmak, öyle rastlantısal edinebileceğiniz bir bilgi değildi bu yüzden. Bunun için bir rota çizmiş olmanız gerekiyordu, onu çiziyordu Füruzan. Onun ayak izlerinden bir rotanız olabiliyordu böylece, örneğin içinizde kalmış günleri ancak siz bilebilirdiniz de O, içinizde kalmış günlerin en uzununu bile saptayabilir, onun öyküsünü yazabilirdi.[4] Küçük küçük parçalarınızın nasıl da büyük hikayeler yaratabildiğini, sizin küçük öykünüzün geniş pencerelerini görüyordunuz böylece. Babasının kızı olduğunu zanneden kız çocuklarını, kusur sayılacak kadar canlı görünen kadınları kuşatan yalancı bir ahlakı, ölmek için çocuklarının büyümelerini beklemeyen anne babaları, çağrılı konukları…[5]

“Nesli tükenmiş sayılan nadide bir çiçeğin arka bahçede aniden karşına çıkıvermesi” demiş Gökçer Tahincioğlu buna.[6] Bir başka merhalesi daha var bunun tabii, o nadide çiçek karşınıza çıktıktan sonra arkaya bahçeye ne olduğuna da bakmanız gerekiyor. Füruzan bunu da yapıyor işte, sizi aldığı yerden varış noktasına kadar bırakmıyor, olanların, duyguların size ne yaptığına dikkat kesilen bir rikkati var burada. Yoksa nereden bilecektik kocasının önünde dahi hiç soyunmamış bir kadının, “ben de kadınım” diyerek gizli gizli anlattığı yatakta terleyerek binlerce öpüşle uzamış gecelerini?[7]

Sevinci ağlamaya dönmesi sadece bir an alan kadınları, ağlarken dudaklarını ısıranları, göğsünde açılan yaradan sızan kanı durdurmak için ellerini sıkı sıkıya yüreğinin üstüne basanları biliyorsak eğer, bunun muhakkak bir politikası da olmalıydı. Edebi biçimlerinin genişliği bununla ilgiliydi bana sorarsanız. Jusdanis, edebiyatın savunusunu yaparken söylüyordu bunu, “edebiyatın aynı anda hem bir sanat formu ve hem de toplumun bir parçası olabileceğinde” ısrar ediyordu.[8] Ama bununla kalmıyordu Füruzan, çünkü kurgusunu değil kendisini de hedef tahtasına koyabilme hüneri gösteriyordu. Tüm bunları salt duyguların yönlendirdiği sezgisel bir yerden yaptığına inanmak güç, çünkü Ece Ayhan’a söylüyordu açıkça: “Sınıfına sırtını dönmek kimin haddine?”[9]

Bu sınıfın, en az işçiler kadar kadınlardan, çocuklardan, yetimlerden oluştuğunu bilmiyor muyduk? Boşalmış yağ tenekelerini çiçeklerle bezemeyi öğrenmenin kendisinin politik bir tercih olmadığını söylemek mümkün mü? John Berger’in önerdiği şeyi bilirsiniz değil mi? Gizli bir yetimler ittifakı!

“Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler."[10]

Bana sorarsanız, hiç farkında olmadan 1970’lerden beri o gizli yetimler ittifakını kuruyor gibidir Füruzan. Farkında olmadığı şey, bunun bir ittifak olduğu değil elbette, dünyanın bu denli farkında olan biri için bunu bilmemek ne mümkün. Ama zeminlerimizin birbirimizi içerecek kadar genişlediği, göğsümüzde açılan yaraların birbirine dikilebilecek kadar yaklaştığı bir çağda, bunun bu denli geniş bir ittifak olabileceğini fark etmiş miydi? Çünkü nihayetinde, Füruzan edebiyatımızda bir olaydı ve her olay gibi kendisinin bu denli bir olay olduğunun farkında olmayan bir edayla hem oradaydı hem de ele avuca sığmayan bir uçuculukta. Onun sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği hala muammadır. Çünkü her olay gibi kendi hacmiyle bitmesi mümkün olmayan adımlarını dünyanın yüzeyine bırakmıştır.


[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zeynep-oral/furuzan-diye-bir-olay-1828234

[2] Füruzan, “Birinci Yaz Şarkıları”, Sevda Dolu Bir Yaz içinde, s. 61.

[3] Sara Ahmed, Duyguların Kültürel Politikası, Sel Yay.

[4] Füruzan, age, s.41.

[5] Füruzan, Sevda Dolu Bir Yaz içinde

[6] Gökçer Tahincioğlu, Masallar ve Füruzan, Olaylı Bir Geçiş: Füruzan, s.21. https://www.veveya.net/kitap/olayli-bir-gecis-furuzan-yayinda#flipbook-df_2908/21/

[7] Füruzan, Akim Sevgilim.

[8] Gregory Jusdanis, Kurgu Hedef Tahtasında: Edebiyatın Savunusu, İletişim Yayınları, Şubat 2024.

[9] https://www.kemaloruc.com.tr/ece-ayhan-ve-furuzan/

[10] John Berger, Hoşbeş, s. 27, Metis Yay.