Yasama Şiddetinin Türkiye Kipi: Kimin Dokunulmazlığı Yumruğu Söze Eşitler?
Işıl Kurnaz

Yasama şiddetine doğru soruları sorabilmek için yaptıkları çok yakın tarihli bir çalışmada Schmoll ve Ting bir soru soruyorlar. Soru mealen şu, neden bazı parlamentolarda milletvekilleri fiziksel şiddete başvururken, bazılarında başvurmaz? Üstelik yazarlara göre meclisteki kavgalar, sadece demokratik normlardan keskin bir kopuş değil, aynı zamanda seçmen algılarını da etkiliyor. Bu da çatışma ve demokratik gerilemenin habercisi olarak görülüyor.[1] Peki bu her yerde böyle midir? Türkiye özelinde Meclis’teki bu yumruklu kavgalar, demokratik gerilemenin habercisi sayılabilir mi, yoksa hangi bağlamda bu şiddet eyleminin vuku bulduğuna bakarak halihazırdaki anayasasızlaştırma sürecinin bir semptomu mudur? Söze karşı yumruk sallamak, kelimelere karşı kan dökmek demokratik gerilemenin nedeni midir, yoksa sonucu mu?

16 Ağustos Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi, 150 milletvekilinin önergesi üzerine olağanüstü toplandı. Hemen not düşeyim, bu olağanüstü oturum iktidar cenahında söylendiği gibi Meclis Başkanı’nın inisiyatifiyle olmadı, Meclis İçtüzüğü’nün 7. maddesinin 2. fıkrasına göre zaten gereken sayıda milletvekilinin gerekçeli önergesinden ötürü bu oturumun toplanılması yasal bir zorunluluktu.

Oturum konusu, Anayasa Mahkemesi’nin 1 Ağustos’ta Resmî Gazete’de yayımlanan Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesine ilişkin işlemin yok hükmünde olduğundan bahisle karar verilmesine yer olmadığı kararının yerine getirilmesiydi. Cümlenin teknik olarak karışıklığının farkındayım o yüzden şöyle özetleyeyim: Mahkeme’ye göre Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesiyle fiili (de facto) bir durum yaratılmıştı ve bu fiili duruma ise AYM’nin karar vermesi mümkün değildi. Bu durumda aslında AYM’nin söylediği şey Atalay’ın milletvekilliğinin devam ettiği, bu bahisle hakkında dokunulmazlığın kaldırılmasına yönelik bir karar olmadığı için de dokunulmazlığının devam ettiğiydi.

Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmesi gündemiyle toplanan bu oturumda, bir başka milletvekili, Ahmet Şık’ın kürsüde olduğu sırada sözlerinden galeyana gelerek ona yumruklarla saldırdı. İlginçtir Ahmet Şık’a sözlerinden ötürü İçtüzüğün md.160/1/3 bendi kapsamında kınama cezası verildi. Yumruk atan diğer vekile ise Meclis’te gerçekleştirdiği fiilden ötürü İçtüzük md.160/1/5’ten aynı kınama cezası verildi. Sözle fiil, fiille kuvve aynı şeylermiş gibi yumruk atmakla, kelam etmek arasında Meclis’in dilinde hiçbir fark gözetilmediği görülmüş oldu.

Burada hukukun bir başka fasit dairesine daha çarpıyoruz tabii, AYM’ye göre hem Can Atalay’ın hem yumruk atan Alpay Özalan’ın milletvekilliği ve dokunulmazlık statüleri aynı. Ancak yaşadığımız fiili durum, Atalay’ı yıllardır tutulduğu cezaevinden çıkaramayan bir dokunulmazlık halesine, Özalan’ı ise attığı yumruklara rağmen dokunulmaz kılan bir koruma halesine sahip. Üstelik bu kınama kararlarındaki keyfilik ve oransızlık, Anayasa Mahkemesi dahil hiçbir kurumun, parlamentonun bu türden kararlarını denetleme yetkisine sahip olmamasından ötürü kendisi için de bir dokunulmazlığa sahip.

Bu şiddetin bir de teknik bir ismi var: Yasama şiddeti. Başlangıçta sorduğum soruyla da bağlantılı olarak yasama şiddeti, yasama organının üyeleri arasında, fiziksel olarak ve yasama organı içinde meydana gelen şiddet eylemlerini ifade ediyor. Türkiye de dahil olmak üzere Tayvan, Ukrayna ve Güney Kore’deki yasama şiddetinin bireysel mantığını çözmeye çalışan çok kapsamlı ve 2024 tarihli güncel bir çalışmaya yazarlar şu ismi vermişti: “Yumrukları Saydırmak: Yasama Kavgalarının Bireysel Mantığı”[2]

Ulaştıkları sonuç ilginç, yazarlara göre bu türden şiddet eylemlerinin bireysel mantığı sadece ilgili vekilin şiddete meylinden kaynaklanmıyor. Kitabın yazarlarından siyaset bilimci Nathan Batto, yasama şiddetindeki temel paradoksun şiddet uygulayanların, demokratik bir oyunu demokrasi dışı araçlarla kazanmaya çalışması olduğunu söylüyor.

Ama söylediği bir başka şey daha ilginç, bu şiddet eylemleri bireysel bir öfkenin anlık dışa vurumu olarak politika dışında değerlendirilemez çünkü bireysel olarak siyasetçiler yasama kürsüsünde şiddete başvurduklarında, bunu hesap edilmiş bir stratejinin parçası olarak yaparlar: "Siyasi kariyerlerinde kendilerine yardımcı olabilecek belirli bir hedef kitleye kendileri, kim oldukları ve nasıl bir insan oldukları hakkında bir mesaj göndermeye çalışırlar."[3]

Yazarlara göre bu eylemlerin hedef kitlesi, o milletvekilleri için hiçbir zaman genel seçmen olmamıştır, hedef kitle partizan seçmenlerdir. Çünkü araştırmaya göre bu milletvekilleri, partizan seçmenlere şu mesajı vermek istiyorlar: “Onlara iyi bir partizan asker olduğunuz, partinin pozisyonları için savaşacağınız ve bir bedel ödemeye hazır olduğunuza dair güvenilir bir mesaj gönderiyorsunuz." Bu pozisyonlar, hangi pozisyon olursa olsun.

Araştırma için meclislerde sıklıkla fiziksel şiddet içeren kavgaya karışan milletvekilleriyle görüşülmüş ve bu milletvekilleri, dahil oldukları şiddet eylemlerini parti içinde nüfuz kazanmak için oluşturulmuş stratejik hamleler olarak tanımlamışlar.

Yasama şiddetini, ampirik bir veri tabanı üzerinden niceliksel olarak açıklamaya çalışan 2023 tarihli bir başka araştırmanın soruları da ilginç.[4] Bu araştırma, yasama şiddetinin ilk kez 1856’da Amerikan İç Savaşı’ndan önce Amerikan parlamentosunda Charles Sumner’ın kölelik tartışması sırasında kölelik yanlısı bir grup temsilci tarafından neredeyse öldürülmesine varan şekilde saldırıya uğramasıyla başladığını söylüyor. [5] Bir başka örnek, Birleşik Krallık’tan. 1920'de, İrlanda Bağımsızlık Savaşı'nın ortasında, Birleşik Krallık Avam Kamarası'nın İrlandalı milliyetçi üyesi Joseph Devlin, Muhafazakâr milletvekili John Elsdale Molson tarafından İrlanda'da İngiliz birlikleri tarafından saldırıya uğradı. Saldırı, Westminster milletvekillerinin “iki kılıç boyu uzakta” oturmalarına rağmen gerçekleşti. Üstelik milletvekillerinin koltuklarının iki kılıç boyu uzaklıkla ölçülmesine dönük mimari özellik, sembolik olarak çatışmaların barışçıl yollarla çözülmesi zorunluluğunu vurgulamayı amaçlıyordu.

Aynı çalışma Türkiye’nin AKP’li yıllarındaki yasama şiddetini de içeriyor. Yazarlara göre Türkiye'de iktidardaki AKP'nin milletvekilleri, sırf cumhurbaşkanını eleştiren bir konuşma yaptığı için muhalefetten bir milletvekiline saldırdıkları zaman, artık demokratik “oyunun kurallarının” açıkça genel kabul görmediğini düşünmeye başlayabiliriz. Tüm bu literatür bize yasama şiddetinin performatif ve taktiksel olduğunu anlatıyor.

Ama Gandrud’un analizi, Türkiye’de geçen hafta yaşanan yasama şiddetini, geniş bir konjonktürün içine yerleştirmesi bakımından çok daha verimli. Gandrud’a[6] göre yasama şiddeti en çok parlamentoda çoğunluğa da sahip olan grubun, barışçıl bir pazarlık ve hukuki bir sonuca ulaşmayı inandırıcı şekilde taahhüt etmekte zorlandığı durumlarda görülüyor.

Yani siyasal iktidarlar, kamuoyuna hukuki ve demokratik olarak açıklayamadığı durumları idare etmek, o durumlardan bir başka strateji ve taktikle sıyrılabilmek, sorunları demokratik ve barışçı yöntemlerle neden çözemediğini açıklamakta zorlanacağı durumlarda yasama şiddetine başvuruyor. Türkiye’de de yasama, yürütme ve yargı arasında bir kriz haline gelmiş Can Atalay’ın milletvekilliğinin neden ve hangi hukuka göre düşürüldüğü demokratik kamuoyuna açıklanamıyorken, peşi sıra gelen yasama şiddeti ve hemen ardından Devlet Bahçeli’nin “Anayasa Mahkemesi kapatılsın.” çağrısı arasındaki korelasyonu görmek zor değil.

Üstelik Bahçeli sadece AYM kapatılsın demekle kalmadı, yasama sorumsuzluğunun sınırlarının da tekrar çizilmesi gerektiğini söyledi. Tolga Şirin’in yasama sorumsuzluğuna ilişkin Meclisin Sesi Ulusun Sesi” Mi? Erozyona Uğrayan Yasama Sorumsuzluğu[7]  makalesi fiili ve hukuki durum arasındaki mesafeyi açıklaması bakımından önemli bir bakış sunuyor.[8] Türkiye’de yasama sorumsuzluğu, milletvekillerini cezai kovuşturmalardan korurken, söz ile eylem arasında bir oransızlık yaratıyor ve hukuk davalarına karşı bir güvence sağlamıyor. İçtüzüğün belirsiz ve denetimden azade hükümleriyle kürsüde edilen söz ile kürsüde savrulan yumruk birbiriyle eşit hale geliyor.

ABD Kongre Üyesi Galusha A. Grow, yasama şiddetinin öncüllerini henüz 1900 yılında şöyle tanımlamış:

“Sıcak bir öğleden sonra ya da gecede yüzlerce adamı bir araya toplayın; onları partizanlık ateşiyle doldurun; söz konusu soruya verecekleri oyla elde edecekleri kişisel kazanç ya da kayıp konusunda kafalarını karıştırın ve insanlara karşı kıskançlık ve kötü niyet aşılayın, işte size kavga için bol miktarda malzeme. Tek ihtiyacınız olan şey bir bahanedir ve bu da çok sık bulunur.”[9]

Bütün bu anlatı, aslında yasama şiddeti ile yasamanın hali pürmelali arasındaki bağlantıyı gösteriyor. Demokratik meşruiyetini açıklayamadığı fiili durumları alt edebilmek için yasama şiddeti yoluyla gücünü ve tekilliğini tahkim eden bir siyasal çoğunluğun, güvenirlik ve hesap verilebilirlik ilkelerini bertaraf etme çabası en sonunda bu şekilde sahneleniyor. Yelpazenin diğer ucunda, en demokratik parlamentoların, sorunları çözmede, tartışmalı kararlar verebilmede güvenilirliği en yüksek meclisler olduğu hakikati var. Diğer ucunda ise demokratik ve hukuki tartışmanın sathından kaçan, sorunların çözüm yeri olarak Meclis’i değil, bir başka arenayı gösteren bir siyasal vasat. Yasama şiddetinin Türkiye kipini ise işte bu siyasal vasat belirliyor.


[1] Schmoll, M., & Ting, W. L. (2023). Explaining Physical Violence in Parliaments. Journal of Conflict Resolution, 67(2-3), 375-401. https://doi.org/10.1177/00220027221115352

[2] Making Punches Count The Individual Logic of Legislative Brawls, Nathan F. Batto;Emily Beaulieu, Oxford University Yayınları, Year: 2024

[3] Making Punches Count’ looks at legislative fights in Taiwan and abroad,

https://www.taiwannews.com.tw/news/5894211

[4] Schmoll, M., & Ting, W. L. (2023). Explaining Physical Violence in Parliaments. Journal of Conflict Resolution, 67(2-3), 375-401. https://doi.org/10.1177/00220027221115352

[5] Schmoll, M., & Ting, W. L. (2023). Explaining Physical Violence in Parliaments. Journal of Conflict Resolution, 67(2-3), 375-401. https://doi.org/10.1177/00220027221115352

[6] Gandrud, Christopher. 2016. “Two Sword Lengths Apart: Credible Commitment Problems and Physical Violence in Democratic National Legislatures.” Journal of Peace Research 53 (1): 130–45. https://doi.org/10.1177/0022343315604707.

[7] İlgili ve güncel literatür: Tolga Şirin, Meclisin Sesi Ulusun Sesi” Mi? Erozyona Uğrayan Yasama Sorumsuzluğu, Anayasa Yargısı, Cilt: 40, Sayı: 1, (2023), ss. 61–104.; ORCAN, Necdet Umut (2020). ‘Yarış(a)mayan İlkeler: Türkiye Anayasa Mahkemesinin Politik İfadeler Bağlamında Adil Denge Sorunu”, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 9., S. 18., ss. 465-532.; Tevfik Sönmez Küçük, Anayasa Hukukundaki Çağdaş Eğilimler Işığında Parlamenter Dokunulmazlıklar, Legal Yayınları, 2019.

[8] Disiplin yaptırımları bağlamında özellikle ilgili makalede s.90-93.

[9] (1900). "The Last Days of the Duello in Congress". The Saturday Evening Post. Vol. 172, no. 2. p. 1194