Başlığa koyduğum bu soruya verilen cevap genellikle olumsuz olmuştur. Öncelikle Müslümanlar (yani belirli bir İslam anlayışını benimsemiş Müslümanlar) “Hayır, olmaz” demişlerdir. Bu oldukça inatçı (ve kavgacı) tavrı alanları gören siyaset ve toplumsal tarih düşünürleri de “Olmaz” demeyi tercih etmişlerdir. Böyle yapmakla kendi hitap ettikleri kesimin asılsız, temelsiz umutlara kapılmasına meydan vermemek istemişlerdir.
Önce şunu sorarak başlayayım: “Laik din var mıdır? Olabilir mi?” Ben buna da olumsuz cevap veririm. Din, bize varlığın ne olduğunu, dolayısıyla ne yapmak, nasıl davranmak gerektiğini söyler. Bilemediği, cevap veremediği bir şeyler vardır, olabilir, ama bunları bilen de zaten yoktur. Yani, bu bilgiye sahip olma iddiasından vazgeçmek “inanan insan” açısından mümkün değildir.
Tektanrıcı dinleri düşünelim. Bizim buraların yaygın dinlerini… Evet, Museviler’in de “fundamentalist” diyeceğimiz müminleri var, Hıristiyanlar’ın da. Ama çoğunluk böyle değil. Bir “din devleti” olarak kurulan İsrail bile laik kurallarla yaşıyor, yaşayabiliyor. Demek mümkün. “Laik” diyebileceğimiz dinler var.
Var mı? Hayır. Bunlar var çünkü tarih kendi seyri içinde bu dinleri benimsemiş olan kişileri yoğurmuş; bu dinler “laik” oldukları için değil, belirli bir evrime tabi olmak zorunda oldukları için bu şekilde değişmişler. Ancak Müslüman toplumlar bu gibi büyük değişimlerden uzak kalmışlar.
Amerika Birleşik Devletleri Avrupa’da rahat yüzü görmeyen Protestan göçmenler tarafından kuruldu. Bunların bazıları da bir hayli radikaldi (Amish, Mennonite, Anabaptist, Quaker v.b.). Amerika’nın toplumsal yapısında Avrupalı toplumlara hiç benzemeyen bazı özellikler bulunması bunun sonucudur. Bu Protestan topluluklar açısında en önemli şey, dinlerinin kurallarına göre yaşamaktı. Laikliğin temel kuralları onlar için dinsizlikti: siyasi otorite ile dini otoritenin birbirinden ayrılması düşünülemezdi.
Amerika’ya kadar gelmemiz şart değil. Önemli Protestan düşünürlerden Jean Calvin’in kentlerinde olduğunu tesbit eden Cenevre Protestanları ondan burada kalması ve dinlerine göre yaşamalarını mümkün kılacak bir siyasi düzen kurmasını istediler. Calvin kabul etti. Cenevre’nin Fransız kökenli hemşerileri yıllarca Calvin’in koyduğu kurallara göre yaşadılar. Zürih ise Zwingli’nin yolundan gitti.
Bunlar Protestanlar. Ya Katolikler? Yani Papa’nın seküler siyasi otoritenin meşruluğunu kabul etmesi kolay mı oldu? Güç dengesi öyle çalıştı ki, Papa, seküler iktidarı kabul ettiği için ve onunla uzlaşabildiği için Papa olarak devam edebildi.
Evet, bütün bunlar Müslüman toplumların uzağında olmuş bitmiş olaylar. Biz, Osmanlı’nın torunları yüzlerce yıl Padişah-Şeyhülislam işbölümünün otoriter yönetimi altında yaşamışız ki o sistem zaten Bizans’ın İmparator-Patrik sisteminin devamı. Bu koşullarda, Batı’da dini seküler yönde biçimlendiren dinamikler burada oluşmamış.
Peki, bundan sonra olur mu? Olmaz tabii – yani aynı şekilde olmaz. Ama bu koşullarda “İslam laikleşemez” diye kestirip atmak bence doğru değil.
Bu toplumda Batılılaşma devletin bir numaralı politikası olarak geçerlilik kazanırken bu politikayı uygulamakla yükümlü padişah aynı zamanda “Halife” idi. Bugünün İslamcıları’nın bazıları Hilafet’i kaldırdığı için Mustafa Kemal’e kızıyorlar, ama o bunu yapmasa hiçbir Müslüman toplumun kabul etmediği, muhtemelen Türkiye’de de kimsenin adam yerine koymadığı bir Halife’miz olacaktı.
Evet, tarih “Artık bu hesaplaşmanızı bir sonuca bağlayın,” diyor. Sonuca bağlamak bir tarafın öbürüne “Alın size bir din. Buna göre yaşayın” demesiyle olacak bir şey değil. “Bunun doğrusu budur” deyip kestirip atacak bir otorite yok.