Agatha Christie’nin Şark Ekspresi’nde cinayet anlattığı romanını bilirsiniz. Bir adam öldürülmüştür bu trende ya, öldürülen adam başucunda gözyaşı dökecek bir adam değildir. Geçmişi bir cinayet de içerecek kadar karanlıktır. Öldürene gelince, ancak Hercule Poirot’nun içinden çıkabileceği kadar karışıktır öldüren: bütün vagon halkıdır ve yıllar önce işlenmiş bir çocuk cinayetinin öcünün alınması için öldürülmüştür adam.
Günlerdir kamuoyunun derin ilgisini çeken Narin cinayeti bana Christie’nin bu romanını hatırlattı çünkü burada da oldukça kalabalık bir “suça iştirak” durumu var gibi görünüyor. Ama burada öldürülmeyi hak ettiği düşünülebilecek bir “maktul” yok. Tersine, canayakınlığıyla olayı son derece iğrençleştiren bir küçük kız sözkonusu.
Soruşturma devam ettikçe, sorgulananların “bilmiyorum” diye cevaplandırdığı birçok konuda bilgi sahibi oldukları anlaşılıyor. Bunlar, cinayette payı olduğundan şüphe edilecek kişiler değil: “filancayı kaçta gördün?” gibi konularda bilgisine başvurulanlar. İşte o bilgiyi vermekten kaçınıyorlar. Yani, işi yapmış olanların işine yarayacak bir “sessizlik”. Bir köy (ya da “mahalle”) ortak bir çaba ile cinayeti saklıyor! “Hayranlık verici” bir işbölümü – ne yazık ki amacı katili (katilleri?) korumak.
Bu “dayanışma” üstüne birkaç şey söylemeden geçmek zor. Benim dikkatimi çeken nokta, Türkiye’de “suç”un ve “suçlu”nun geçirdiği dönüşüm. Bunlar neredeyse “şeref” kazandı. Suçun edindiği bu yeni “statü” aynı zamanda ülke güvenlik güçlerinin halkın gözüne nasıl göründüğüne dair fikir veriyor. Herkese kendi adaletini kendi yerine getirme hakkı tanınmış gibi bir gidiş var. Son derece garip bir “haklılık” anlayışıyla, herkes kendi adaletini sağlıyor, yani vuruyor, kırıyor, öldürüyor v.b.
Kadınların uğradığı muamele bir kesimin ciddi –ve haklı– tepkisini çekerken, belirli bir kesimin de günlük faaliyeti haline geliyor. Sokak ortasında hamile karısını sopayla döven bir adam imgesi görmek bir “anomali” olmaktan çıktı.
Ve bu şiddet olaylarının kurbanı olan çocuk sayısı da insanın kanını donduracak nitelikte. Bir hayli kabarık bir kesimi bu hesaba bile katamıyoruz çünkü çocuklar ortada yok. Sırlarıyla birlikte kaybolup gitmişler.
“Bunları iktidar yapıyor” demek mümkün değil. Ama bu dünyada “istatistik” denilen bir şey var. Bu saydığım alanlarda elimizin altında olabilen istatistik verilere baktığımız zaman hepsinin bu iktidarın “devr-i iktidar”ında yükseldiğini gösteriyor. Şiddet bulaşıcıdır ve en umulmadık insanda bile, en umulmadık şekilde ortaya çıkabilmesi mümkündür. “Bulaşıcı” diyorum, örneğin hayvanları öldürmeye cevaz veren yasalar çıkarılır ve bu davranış biçimi yaygınlaşırsa bu “tedbir”in kendini insan ilişkilerinde de göstermesi sadece bir zaman meselesidir. AKP iktidarı da, ideolojik dayanaklar v.b. açısından böyle bir gidişe fazlasıyla yatkındır.
Yani içine fena halde girdiğimiz şiddet sarmalından kurtulmamız da bu iktidardan kurtulmamıza bağlı.