Narin’in öldürülmesi üzerinden neredeyse bir ay geçmesine rağmen, failler hâlâ bulunamadı. Meselenin birçok boyutu bulunuyor. Bununla birlikte, cinayetin bugüne kadar çözülememesinin en önemli nedenlerinden birini köydeki sadakat rejimi oluşturuyor. Bu sadakat rejimi ne yazık ki yaygın algının aksine bir istisna, sapma hali değil, aksine toplumdaki hakim eğilim.
Toplum olarak ölçekleri ve normatif çerçeveleri farklı olsa da benzer sadakat rejimleri içerisinde yaşıyoruz. Bu sadakat rejimlerinin en önemli ortak noktası zayıf hak ve hukuk algısı. Ötesi, grup çıkarları adına grup içinden ve dışından bireylerin ya da başka grupların hak ve hukukunu çiğnemeyi meşru görme hali... Zayıf hak ve hukuk algısı ile güçlü grup kimliklerini tamamlayan bir diğer kritik husus ise toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak kapsayıcı ortak bir grup kimliğinin yokluğu, toplum olmaktan ziyade topluluklar olarak yaşamamız.
Çoklu eşitsizliklere dayalı güç ilişkilerinin, geleneğin, kültürün, toplumsal cinsiyet rollerinin, çocuklar başta olmak üzere üyelerinin hak ve hukukuna ilişkin normların, gündelik ilişkilerin, süreçlerin ve yönetim yapılarının tamamını içeren ve bunları bütünleştiren “sadakat rejimleri” bugüne kadar birçok suçta failleri korumayı sağladı. Üstelik bu durum sadece kişisel suçlar için geçerli değil, daha da önemlisi ve endişe verici olanı toplu suçları kapsaması.
Köydeki sadakat rejiminin mümkün kıldığı mutabakat, bugüne kadar kamuoyuna yansıyan boyutlarıyla suskunluk, soruşturmayı yanlış yönlendirme amaçlı yalan ihbarlar, organize yalan ifadeler şeklinde kendisini gösterdi.
Kamuoyunda hakim algı bu durumun bir istisna hali olduğu, başka bir ifadeyle genel normların dışında, bir sapma olduğu yönünde. Ama kanaatimce bu durum bir sapma hali değil, aksine toplumdaki hakim sadakat rejimlerinin bir yansıması, bir örneği sadece. Böyle olduğu için bu durum bugüne kadar sürebildi.
Sormamız gereken temel sorular şunlar: Bu toplum çocuklarının hak ve hukuklarını neden koruyamıyor? Toplum, verdiği vergilerle ve devrettiği yetkiyle iş yapan devleti ve hükümeti çocuklarını koruyacak, temel haklarını güvence altına alacak bir yapıya neden sokamıyor? Dünyanın ilk 20 ekonomisi içerisinde yer almakla övünen bir ülke, Narin’in faillerini olayın üzerinden bir ay geçmesine rağmen neden hâlâ bulamıyor? Savunma teknolojisi sektöründe ürettiği İHA ve SİHA’ları birçok ülkeye ihraç eden ve bununla övünen bir ülkenin teknolojik altyapısı neden 8 yaşındaki bir çocuğun katilini bulabilecek bir kapasiteden yoksun? Bugüne kadar neden bir kamu görevlisi, bir siyasetçi görevinden istifa etmedi?
Grup kimliğini aşan, hak ve hukuk temelli, kapsayıcı bir sadakat rejiminden yoksunuz. Aile, cemaat, parti gibi toplumsal ve siyasal kimliklere, gruplara duyulan sadakat, toplumun büyük bir kesimi için ne yazık ki hak ve hukuktan, etik ve ahlaktan önce geliyor. Başkalarının acılarına ve sorunlarına karşı duyarsızlık; çoğu zaman bu grupların maruz kaldıkları haksızlıkları, şiddeti hak ettikleri yönündeki algı ve tutumlar; sadece kendi mahallesinin dertlerini dert edinme; bu dertlere bile kapsayıcı bir hak ve hukuktan ziyade grup kimliğiyle bakma hali ne yazık ki sağdan sola, hükümetten muhalefete siyasetin ve toplumun çoğunluğuna hakim. Sadakat duyduğumuz grubun aile değil de cemaat olması ya da parti olması büyük bir fark yaratmıyor ne yazık.
Güçlü lider kültü bu sadakat rejimlerinin yansımalarından biri örneğin. Toplum olarak lider-seviciyiz. Toplumsal sorunlarımızı üyelerinin kabul ettiği formel ya da enformel ortak kurallarla, yani kurumlarla çözmektense kişisel karizmalarına kapıldığımız, kişisel güç atfettiğimiz liderlerle çözmeyi arzuluyoruz. Bu lider-sevicilik en fazla siyasi gruplaşmalarda kendisini dışa vuruyor. Bununla birlikte onlarla sınırlı değil. Evlerdeki güçlü baba figüründen birkaç milyonu bulan başkanlara sahip olmamız, bu statüleri kıymetlendirmemiz bir yönüyle her yerde lider aramamızla ilgili.
Partizanlık herhalde sadakat rejimlerinin en net göründüğü alan. Türkiye toplumu partizan bir toplum. Parti çıkarını koruma adına ortak çıkarlara zarar veren parti hatalarını görmezden gelmeye varan bu tutum toplumsal kutuplaşmanın en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Diğer siyasi mahallelerle diyalog geliştirmeyi, bağ kurmayı engelliyor. Bu anlamda sadece siyasal alanda değil, ötesi toplumsal alanda da muhafazakârlığı besliyor.
Sivil toplum alanında da güçlü bir partizanlığın olduğu açık. Karma örgütlerin sayılarının azlığı, farklı siyasi mahallelerde bulunan sivil topum aktörleri arasındaki ilişkilerin zayıflığı, ortaklıkların yok denecek kadar az olması da sadakat rejimlerinin bir sonucu. Benzer bir durumun medya ve akademi alanında da olduğu söylenebilir.
Sadakat rejimleri içerisinde hapsolmuş topluluklar olarak yaşamamızın neden olduğu en önemli sorun alanı ise kanaatimce eleştirel aklın gelişmemesi. Neyi konuşup neyi konuşmadığımız, neyi görüp neyi görmediğimiz, neyi duyup neyi duymadığımız sadakat rejimlerimiz tarafından belirleniyor. Bu durum ise eleştirel aklı öldürüyor. Bunun maliyeti ise siyasal ve toplumsal muhafazakârlıktan çok daha ağır. Sadece eğitim alanındaki olumsuz etkilerini hatırlamak, eleştirel aklın kaybının yarattığı gelecek kaybını görmemize yeter.
Sadakat rejimlerinin bir rasyonelitesi var: Güvenlik ihtiyacı ve grup içi öngörülebilirlik. Hem küresel ölçekteki dinamikler hem de Türkiye’deki özgün dinamikler güvensizliği besliyor ve temel ihtiyaçlardan biri olan güvenliğe gereksinimi artırıyor. Güvensizlik algısı ve duygusu büyüdükçe, artan güvenlik ihtiyacı sadakat rejimlerini güçlendiriyor. Ötesi, güven algısı ve duygusuna dayalı sadakat rejimleri üyelerinin davranışlarına ilişkin belirsizliği ortadan kaldırarak, öngörülebilirliği artırıyor. Bu durum da grubu yönetmeyi ve grup kimliğini korumayı kolaylaştırıyor.
Elbette tüm bu hikaye gökten inmiş değil, tarihsel ve sosyal bir inşa. Bu tarihsel ve sosyal inşayı bir bütünen anlayıp yüzleşmediğimiz; grup sadakatlerini aşan hak ve hukuk temelli formel ve enformel kuralları, yani kurumları inşa edemediğimiz sürece bu ülkede çocuklarımızı ölümden, bebeklerimizi tacizden koruyamayacağız.