ABD 2024 seçim yarışındaki kayda değer hadiselerden biri Teamsters başkanı Sean O’Brien’ın, Cumhuriyetçi Parti ulusal kurultayında konuşma yapmasıydı. Zira 1903’te kurulmuş olan sendikanın inişli çıkışlı, Jimmy Hoffa’lı uzun geçmişinde böyle bir katılım vak-i değildi. Gerçi O’Brien sözünü esirgemedi, büyük şirketlerin emekçi karşıtı olduğunu, isim vererek (Amazon, Über, Lyft, WalMart) ve keskin bir üslupla dile getirdi. Ticaret Odası gibi kurumların, emekçilerin örgütlenme haklarına set çekerken özünde sermaye sendikası işlevi görmelerindeki riyakârlığın altını çizdi. Delegelerin arasında yer yer buz kestiren konuşmaya rağmen 1.3 milyon üyeli bir örgütün başkanının teşrif etmesi Cumhuriyetçiler için son kertede hayra yorulması gereken bir vakaya benziyordu. Nitekim birkaç hafta sonra Teamsters yönetimi her iki Başkan adayını da desteklemediğini açıkladı.
1996 seçimlerinde de benzer bir tutum takınmış olduklarından emsalsiz bir durum değildi ama yine de Teamsters adına beklenmedik bir karardı bu. Zira diğer bütün büyük sendikalar (örneğin United Auto Workers, AFL-CIO, SEIU) Demokratlar’ın adayı Kamala Harris’e desteklerini beyan etmişti. Ayrıca 2020 seçimlerinde yine Trump adayken Teamsters Demokratlar‘dan (Joe Biden) yana tercih kullanmıştı. Zaten önceki dört sene boyunca izlediği sendika-fobik politikalar düşünüldüğünde Teamsters Trump-karşıtı pozisyon almasa yadırganırdı.
Trump’ın kabarık siciline birkaç örnek vermek gerekirse: Toplu sözleşme, çalışma koşulları gibi hususlarda hakemlik görevi ifa eden federal hükümet organı Ulusal Emek İlişkileri Kurulu‘na (National Labor Relations Board) sendika-karşıtlığıyla bilinen avukatları atamak; sendika yetkililerinin mesai sırasında üyelerinin haklarını kollama imkânlarına sınırlamalar getirmek; Eğitim Bakanlığı’nın sendikayla müzakere sonucu karara bağlanmış, 3900 çalışanı kapsayan sözleşmesini feshetmek; Anayasa Mahkemesi’nde görülen bir davada “Right to Work“ [1] uygulaması lehinde görüş bildirmek, vb.
Doğrudan sendika-karşıtı icraatlerinin yanısıra genel olarak emekçileri mağdur eden nice icraatı da oldu, Trump’ın. Asgari ücrette bir artışa geçit vermeyişinden, zenginlere sunduğu trilyonlarca dolarlık vergi indirimlerine, yetkili makamlara bildirilen işyerindeki ölüm ve yaralanma vakalarının kamuyla paylaşılmasına getirdiği yasaktan, ithalat yüzünden işlerini kaybedenlere yardım amacı güden fonda $400 milyonluk bir kesintiye kalkışmasına… emekçiler pahasına sermayeyi ihya etmek için elinden geleni ardına koymadı.
Ne var ki Teamsters Biden yönetimindeki yaklaşık dört sene sonrasında, Trump’ı desteklemese bile Demokratlar’dan desteğini çekiverdi. Oysaki Biden, otomotiv işçilerinin sektörün üç devine karşı başlattığı greve, ABD başkanları tarihinde eşi görülmemiş bir şekilde, bizzat katılıp dayanışma sergilemişti. Üstelik Biden hükümeti 2022 Aralık’ında aralarında onbinlerce Teamsters üyesinin de bulunduğu 350 bin işçinin emeklilik fonunu kurtarmak maksadıyla bütçeden $36 milyarlık bir kaynak aktarmıştı. Buna karşın Trump, daha Ağustos ayında kendisiyle yaptığı bir söyleşide sendikalaşmaya kalkışan çalışanlarını kovduğu için Musk’a övgüler yağdırıyordu.
Bu manzaraya bakınca Teamsters’ı ihanetle, davayı satmakla, celladına aşık olmakla suçlamamak zor. Peki bu yaman çelişkiyi nasıl anlamlandırmalı? Sendikadan gelen açıklamada üyeler arasında yapılan anketlerde Trump’a destek yaklaşık %60 iken Harris’inkinin %30’lar civarında kalmış olması gerekçe gösteriliyordu. Tablo böyleyken Teamsters yönetiminin iki adaydan birini desteklemesi üyeler arasında derin bir ihtilaf yaratacaktı, dolayısıyla çareyi tarafsızlıkta bulmuşlardı. Fakat bu izahat yukarıdaki soruyu yanıtlamaktan ziyade yeni bir soruyu doğuruyor: Trump’ın karnesi, sermayedar-sinaşlığı ortadayken nasıl olup da bu denli köklü ve büyük bir sendikanın tabanının çoğunluğu ondan taraf olabiliyor? Dahası, ülke genelinde emekçi sınıfların kayda değer bir kısmında Trump’ın vaatleri neden karşılık buluyor?
Demokratlar arasındakı yaygın kanıya göre, Trump’ın ve genel olarak Cumhuriyetçiler’in emekçi kesimlerden aldığı desteğin ağırlıklı olarak eğitim seviyesi düşük, beyaz seçmen kaynaklı olması bu muammaya dair önemli ipuçları barındırıyor. Muhafazakârlar beyazları, azınlık olma yolunda mağdur bir ırk olarak resmederek bu mağduriyetinden oy devşirmeye çalışıyor. Seçim kampanyasında Trump’ın diline göç ve göçmenleri pelesenk etmesi bu yüzden. Cumhuriyetçiler her fırsatta Biden yönetimini sınırları koruyamamakla, özellikle Orta ve Güney Amerika’dan gelen göçmen “istilası”na (tanıdık gelmiştir herhalde) çanak tutmakla suçluyor. Göçmenlerin ABD vatandaşlarının işlerini çaldığı, emek piyasasında haksız rekabet yaratarak ücretleri aşağıya çektiği, suç oranlarını artırdığı köpürtülerek servis ediliyor. Trump’ın başkanlığı sırasındaki ilk icraatlarından birinin Müslüman Seyahat Yasağı diye bilinen ve yedi ülkeden ABD’ye seyahati yasaklayan bir talimat vermek olduğunu da yeri gelmişken anımsayalım. Latin Amerikalılar ve Müslümanlar’a bir de “Black Lives Matter” hareketi etrafında örgütlenmiş siyahlar eklenince beyazlar’ın “Great Replacement”[2] endişeleri iyice depreşiyor.
Demokratlar’a bakılırsa Cumhuriyetçiler’in hamasetinin, propagandasının beyaz işçi sınıfınca benimsenmesinin temel nedeni eğitimsizlik. Bu iddiaya kanıt olarak tahsil düzeyi ile Demokrat Parti’ye oy verme arasındaki güçlü pozitif korelasyonu gösteriyorlar. Zira yükseköğrenim görmemiş, hatta liseyi bitirmemiş bu kesimlerin, kendilerine pompalanan safsataları, komplo teorilerini eleştirel bir süzgeçten geçirecek donanımları yok. O yüzden, 2020 seçimlerini Biden’in hileyle kazandığına, Harris’in ve başkan yardımcısı adayı Tim Walz‘ın aşırı solcu olduğuna, Obama’nın ABD doğumlu olmadığına, QAnon efsanesine ve hatta –Trump’ın Harris ile münazarada söylediğine bakılırsa– göçmenlerin evcil hayvanları kaçırıp yediğine inanabiliyorlar. Ya da inanmış gibi yapıyorlar.
Kedi-köpek diyeti uç bir örneği olsa da sağ ve aşırı-sağ odakların dezenformasyonda çok mahir olduklarına şüphe yok. Yandaş medyayı aratmayacak bir bilgi kirliliği diyebiliriz mukayese açısından. Ve fakat Trump’ın işçi sınıfından gördüğü teveccühü cehalete, yanlış bilinçlenmeye ya da son senelerde yüksek enflasyonun yarattığı tepkiye indirgemek kolaycılığa kaçmak, Demokratlar’ı aklamak olur.
Halbuki işçi sınıfının sağ popülizmden medet ummasında Demokratlar’ın da büyük sorumluluğu var, kuşkusuz. Sağ popülizme karşı sosyo-ekonomik adalet odaklı sol/sol popülist bir karşı-atak yap(a)mıyorlar. Bunun yerine ağırlık merkezinde kimlik siyaseti, kültür savaşı yer alan bir mücadele stratejisi güdüyorlar. 2022 seçimlerinde Temsilciler Meclisi için yarışmış 900 Demokrat adayın seçim kampanyalarının incelendiği bir araştırma[3] bu durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Araştırma Demokrat adayların; asgari ücretin saatte $15’a çıkarılması, eğitim borçlarının silinmesi, bedava çocuk bakımı, bedava sağlık sigortası, barınmanın bir vatandaşlık hakkı olması, iş garantisi gibi emekçi kesimlerde geniş yankı bulacak politikalardan bahsetmekten imtina ettiğini bulguluyor. Retorik düzleminde de “çalışan hakları”, “mavi yakalı”, “emekçi sınıf/halk” gibi ifadelerden kaçınılıyor. Aynı minvalde, “CEO maaşları”, “milyoner/milyarder”, “en zengin yüzde birlik dilim”, vb. başlıklardan pek dem vurulmuyor. Özetle, CHP’nin ortada böylesine muazzam bir ekonomik yıkım, talan, eşitsizlik varken bazen AKP’nin dayatması bazen kendi kökleşmiş refleksleri yüzünden tali ya da hepten enten püften mevzularla rakibinin ekmeğine yağ sürmesine benzer bir durum, ABD Demokratlar‘ınınkisi.
Tabii, bu sadece bir basiretsizlik, beceriksizlik ya da takiye meselesi değil. Asıl mesele, sol/sol popülist bir siyaset, Demokrat Parti’nin öncü kadrolarının hamurunda yok. Burada popülizmden kabaca, kendisine karşı örgütlenilen, seferber olunan bir “öteki“yi odağına alan bir siyaset tarzı kastediliyor. Sol için bu öteki, örneğin, “Biz %99’uz” sloganının işaret ettiği ve yukarıda değinilen “%1”lik kesim olabilir. 2020 ve 2024 Demokrat parti-içi yarışta Bernie Sanders’ın güttüğü işte böyle bir siyasetti. Sanders mümkün mertebe kültür savaşlarından uzak durdu, sınıf-eksenli mücadeleden sapmamaya özen gösterdi. Cepheleşme hattını, göçmen, LGBTQ, kürtaj-yanlıları, vb. ile karşıtları olarak değil, varsıl azınlık ile her geçen gün ekonomik olarak daha güvencesiz yaşayan çoğunluk şeklinde kurmaya çabaladı. O yüzdendir ki Demokrat Parti’nin önde gelenleri kendisine karşı iki kez kenetlendiler. Ve bunun neticesinde de Trumpizm yine hortladı. Bu gidişle sağ popülizmin panzehrinin liberalizm olmadığını şayet Kasım’daki seçimlerde değilse, 2026 ara seçimlerinde ve 2028 Başkanlık seçimlerinde tekrar ve bu sefer telafisi çok daha zor bir biçimde göreceğiz.
[1] https://birikimdergisi.com/haftalik/8884/abdye-ozgu-kavramlar-sozlugu-calisma-hakki-eyaleti-right-to-work-state
[2] Fransa menşeili bu aşırı-saǧ komplo teorisine göre elitlerin bir sosyal mühendislik projesi doǧrultusunda beyazlar, demografik ve kültürel anlamda beyaz olmayanlarca tedricen ikame ediliyor (replacement).
[3] https://jacobin.com/2024/04/democratic-party-working-class-campaigning