Tuncay Birkan’ın hazırladığı Sabiha Sertel yazı seçkisinin[1] başındaki “Sabiha Sertel: Mirası, Güncelliği” başlıklı Sunuş yazısında 4 kez “hakkaniyet” kelimesi geçiyor, 2 kez de “hakkını verme/hakkını teslim etme.” Birkan’ın bu çalışması da, –tıpkı son on yıldaki bütün eseri gibi–, bir hakkaniyet etüdü, zaten.
İki anlamda hakkaniyet… Birincisi, kadir kıymet bilmek, bilhassa unutulmuşun, kadri kıymeti bilinmemişin hakkını teslim etmek. İlk akla gelen bu. İkinci anlamı: kalem erbabının eserlerini rikkatle, ince ayrımlarıyla, ayrıntılarıyla değerlendirmek. Toptancılıktan ve indirgemecilikten uzak durmak; bir sıfatın, bir “kimliğin” çekmecesine tıkıştırmak yerine, karşımızdaki içerik toplamını, unsurlarına, veçhelerine ayrıştırarak bakmak. Sakın ola, iyi yanı-kötü yanı basitliğinde değil… Çokluğun içindeki çoğula, müzik parçasındaki farklı ses kaynaklarına, enstrümanlara, farklı melodilere kulak vermek… Çelişkilere, tutarsızlıklara, suçüstü yapma motivasyonuyla (“yakaladım!”) çullanmak yerine, –lâzımsa bir yanda da çullanırsınız tabii!–; o çelişkilerin, o tutarsızlıkların ima edebileceği boşlukları, çatlakları, emniyetsizlikleri, git gelleri, çatallanmaları ve tabii değişimleri tahkik etme fırsatını ihmal etmemek.
Aslında, sadece yazarlarla, metinlerle ilgili değil, kişilerle, hayatlarla ilgili de bir ölçü, bir usul bu.
***
Tuncay Birkan ‘hakkaniyet seferine,’ Refik Halit Karay kazısıyla başlamıştı. Usta “muharrir”in kadrinin bilinmesi, sadece isminin ve ünlü kitaplarının değil, gazete sütunlarında kalmış lezzetli yazılarının da okunur olmasını sağlayan bir külliyatı derledi; onun bellibaşlı ilgi alanlarındaki yaklaşımını irdeleyen yazılar yazdırttı (İnkılâp Yayınları, 2014'ten itibaren). Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri (Metis, 2019), -şimdiye kadarki en ‘büyük’ işi-, erken cumhuriyetin düşünce dünyasının kısırlıkları, darlıkları yanında parlama anlarını, işlenmemiş potansiyellerini, “bastırılmış imkânlarını” yoklayan, yine toptancı hükümlere karşı durmaya azmetmiş bir çalışma. Sonra Adnan Adıvar seçkisi Dünyayı Düzeltmek (Can Yayınları, 2020) yayımlandı: Cumhuriyet tarihinin bu nezih liberal-demokratının, bir düşünce özgürlüğü mümininin hakkını vermeye adanmış bir kitaptır. İşte, son eklenen halka, Sabiha Sertel kitabı.
***
Kadir kıymet ‘bildiren’ bu çalışmalar, hakkaniyetin ikinci anlamının da ‘hakkını veriyorlar’! Muharrir’de, günahını bile vermeyeceği Peyami Safa ve Necip Fazıl’ı ele alışında mesela, onların hünerlerini, diyelim Safa’nın üretkenliğini, teslim edişinde açığa çıkıyor bu.
Gerek Muharir, gerek Karay, Adıvar, Sertel işleri, tekrarlayalım, hakkaniyet etüdleridir. Veya, hakkaniyet rehberi. Birkaç ilkeyi süzelim buradan.
Bir kere, “tutarlı ve çelişkisiz külliyat” zehabından kaçınmak gerekir. Bir düşünce seferi, dümdüz bir hat üzerinde, vardığı menzili her istasyonda teyit edebileceğimiz bir doğrusallıkla ilerlemez. En “büyük” düşünürlerde de tutarsızlıklar bulursunuz; çünkü düşünce seyir halindeyken dalgalanır, rotadan sapar (hangi rota “doğru”dur, ayrı mesele), değişir… Az evvel de konuştuk; tutarsızlıklara ceza yazmak yerine, onlardan verim almak gerekir. Onlar, analizi derinleştirmenin (mesela, Birkan’ı tekrarlayalım: yitik imkânları, tüketilememiş potansiyelleri keşfetmenin) imkânları olabilir.
Bunu tamamlayıcı bir ilke: Muharrir’in Sunuş’unda de Man’dan ilhamla söylendiği gibi, “düşünceye yön veren ikilikleri gerekli yerlerde esnetebilmek” gerekir. Ara ara mercek değiştirmek gerekir.
Kalem sahibinin serüvenini değerlendirmek için, bütün yazdıklarına bakmak gerekir. Sadece en mühim konulardaki 'büyük' sözleriyle kalmamak; özellikle de, seçkilerde-derlemelerde tekrar ede ede ezberlenmiş hele 'temsilî' alıntı parçalarıyla yetinmemek... Söylediklerinin değişimlerine ve değişkelerine (versiyonlar) önem vermek... Minör meselelerde yazdıklarına da eğilmek... Ve tabii, hangi dönem ve konu bağlamında söylendiğine dikkat etmek...
Söylenen kadar söyleme tarzına dikkat etmek gerekir. Üslûp, aynı zamanda estetik bir meseledir ama estetikten ibaret değildir, kendisi de bir şey söyler.
Metin-hayat insicamı, daha doğrusu insicamsızlıkları üzerine düşünmek gerekir. Yine, kaskatı bir tutarlılık teftişiyle değil; metinle hayata hem ayrı ayrı haklarını verip, hem birbiriyle tartarak. Genel olarak: veçheleri, cepheleri, yanları-yönleri, farklılaşmaları tefrik edebilmek, ayrıştırabilmek gerekir.
Muharrir’de Tanpınar’ı tartışırken konu edildiği üzere, “anlama” çabasını “açıklama" ihtirasına kurban etmemek gerekir. Yani özneler ve onların sözleri ve eylemleri hakkında kesinlikler, –yine– tutarlılıklar, nedensellikler keşfetmek uğruna, –bu çabadan vazgeçmeksizin–, öznelerin saiklerini, anlamlandırma çerçevelerini gözden kaçırmamak.
***
Hakkaniyet hakkında bütün bu konuştuklarımızın tersten tarifi kolaydır aslında: trollemenin ve linççiliğin zıddıdır. Trollemenin ve linççiliğin kırıp döktüğünü, harap ettiğini koruma, onarma gayretidir.
***
İşte, son çalışmasında da Sabiha Sertel'e hakkaniyet gösteriyor Tuncay Birkan. Cumhuriyet tarihinin yazması en fazla engellenmiş kalemlerinden biri, belki birincisi olduğuna dikkat çektiği bu cesur ve “ileri” yazarın, kadınlığına, Kemalizme-modernizme ve Stalinizme indirgenemeyecek geniş ufkunu okura açıyor. Onun Stalinizme 'merbutiyetini,' apolojetik, mazeretçi olmadan, dönemin solculuğunun bağlamı, meseleleri, hayal kırıklıkları ve umutları içinden anlıyor-ve-açıklıyor. Sertel'in sıkça yapıldığı gibi kadınlığına da indirgenmesine şerh düştüğüne değindik... Birkan, genel olarak, "günümüze özgü kimlik kaygılarını geçmişe sorunsuz bir şekilde ‘yansıtma’ jesti”ni sorguluyor Sertel'in alımlanması üzerine konuşurken. Düşünce mirasının, 'eski' metinlerin, bir etno-kültürel ve toplumsal cinsiyet kimlik testinin materyalinden ibaret gibi muamele görmesine karşı çıkıyor.
***
Hakkaniyet etüdü dedik, Tuncay Birkan'ın çalışmalarını bir tür etik inşası olarak da okuyabiliriz: Hakkaniyet etiğinin inşası.
Rawls'un "hakkaniyet olarak adalet" kavramındaki hakkaniyet'in özgün karşılığı, fairness. Fairness kelimesi, bu bağlam dışında genellikle "dürüstlük"le karşılanıyor; futboldaki "fair-play"deki (dürüst oyun) gibi. Hakkaniyetin Batı dillerindeki sözlük karşılığı ise justice, adalet veya equity/équité, eşitlik, diye veriliyor. Hakkaniyet, adaletle eşitliğin kesişimindedir.[2]
Bir defa daha tekrarlayayım: yazarlardan, metinlerden bahsettik ama meselemiz sadece yazarlar, metinler değildir. Hakkaniyetsizlik, evet, entelektüel alanda incitici, üzücü bir kasvettir ama asla oraya mahsus olmayan bir kasvet. Hakkaniyet, nadirattandır, kıt kaynaktır ve bu kamusal bir sorundur; Kamusal'a dair bir kesatlık sorunudur. Yoksa mesela –o zaman HDP eş genel başkanı olan– Mithat Sancar, 2023 seçimleri öncesinde bir konuşmasında, onca dert ve belâ arasında mücadelelerinin amaçlarını, taleplerini, hedeflerini sayarken, "değişim, demokrasi, barış, özgürlük, adalet, eşitlik"in yanına "hakkaniyet"i de eklemezdi.
[1] Görüyoruz Duyuyoruz. Metis Yayınları, İstanbul 2024.
[2] Nitekim Rawls da, hakkaniyet kavramı üzerinden siyasal liberalizmin varabileceği azamî eşitlik olanağının kapısına dayanır.