“Kan Donduran Sapıklar”
Aybars Yanık

Ekim ayının başında Semih Çelik, iki kadını öldürdü; önce kız arkadaşı olan Ayşenur’u, sonra eskiden kız arkadaşı olan İkbal’i, en sonunda da kendini surlardan aşağı bıraktı ve öldü. Son ikisine tanık da olduk; televizyonlar göstermedi ama medya diliyle "kan donduran" görüntüleri internette sansürsüz izlemek mümkün oldu. Haliyle sosyal infial, bu son iki olaydan patlak verdi. Medya, korkunç bir biçimde katledilen İkbal'e ve Semih'e, Semih'in çevresine, bir dönem kasaplık yapmasına, bir yerlere çizdiği "garip" şeylere, bir süre önce çektiği videoya, videoda arka planda çalan müziğe, hastane kayıtlarına, tedavi geçmişine, her bir şeyine odaklandı. Semih, incel diye kısaltılan (involuntary celibates[1]), özetle kadınlarla çeşitli nedenlerle ilişki kurmakta zorlanan ve bu motivasyonla, çoğunlukla çeşitli internet platformlarında kadın düşmanlığında birleşen gruplarla ilişkideymiş. Bu çok net bir bilgi değil fakat bu gruplara sempati beslediği seçtiği profil resimlerinden/fotoğraflarından, üslubundan, takip ettiği hesaplardan belli olanlar katili yücelten, eylemini selamlayan ve öven birtakım paylaşımlar yapmaya başladılar. Böylece medya "incel"leri keşfetti. Gazeteler ve televizyonlar uzun süre bu "tür"ün temel özelliklerini, nelerden etkilendiğini, nerelerde takıldığını gündeme getirdi. Ebeveynlerin hangi konularda dikkatli olması gerektiğini ve nasıl önlem alabileceklerini anlattı.

Bu arada, sosyal infialin sosyal medyada da bir yankısı da oldu. Yaklaşık iki yıldır ağırlıkla hayvanseverlerin gündeme taşımaya ve deşifre etmeye çalıştığı birtakım nefret gruplarına ve akla gelebilecek her değere karşı saldırganlık performansı sergileyerek dikkat çekmeye çalışan birtakım gruplara karşı sosyal medyada etkili olan futbol taraftar grupları ve X'teki etkili bazı hesaplar ve gazeteciler harekete geçti, adreslerine kadar bulup sosyal medya mecralarında deşifre etmeye başladı. Her türlü kişisel ve mahrem bilginin bir "tık" uzakta olması nedeniyle[2] çeşitli istismara, şantaja, zorbalığa uğrayanların yardım çığlıklarına çözüm sunmaya giriştiler. Zorbalık, cinsel istismar, hayvana şiddet, her tür ırk ve cinsiyet ayrımcılığı, Atatürk'e, cumhurbaşkanına, şehitlere, bayrağa, erkekler tarafından katledilen kadınlara küfür, onlar üzerinden döndürülen rezil geyikler birden sosyal medyada faş oldu. Yurtdışında yaşadığı anlaşılan ve bu tür saldırgan gruplarda etkili olduğu anlaşılan bazı kişilerin adreslerine, çalıştıkları yerlere kadar bulup ilgili makamlara şikâyet ettiler ve takipçisi oldular.

Ana akım medya bu grupların gelişimine zemin hazırlayan politik gerekçelere hiç pas vermeden doğrudan grupların temel niteliklerine bakarak nokta atışı “sapkın” arama yoluna gitti. Başka türlüsü de yapılabilirdi, yapılmadı. Başka türlüsünün neden mümkün olamadığına ilişkin çok kısaca söylenebilecek birkaç şey var: Herkesin anonim bir biçimde dahil olabildiği ve kendi kendini denetleyebilen popüler mecraların (örneğin Ekşisözlük) yaklaşık on beş yıl öncesinden başlayarak dizginlenemez bir sansür kıskacına alınması, sudan sebeplerle kısıtlanması sonucu buralardan kopan bazı insanlar, bu kez kendi aralarında hiçbir perdelemenin olmadığı, sansürün işlemediği oluşumlar kurmaya veya hiçbir sansürün işlemeyeceğini vaat eden platformlara akın etmeye başladılar. 2010 gibi başlayan sansür karşıtı eylemlerin o dönem Bülent Arınç gibi figürlerce "pornocuların eylemi" denerek itibarsızlaştırılmasının sonuçlarından biri oldu bu gelişmeler. Hoşlarına gitmeyen en ufak içeriği BTK eliyle erişime engelletmenin ve nihayet bugün Engelli Web, Free Web ve benzeri platformların ortaya döktüğü belki yüz binlerce erişim engeli kararının sonuçlarından biri, neredeyse hiçbir denetimin olmadığı (kendi kendini denetleme imkânının da olmadığı, ki bu çok daha önemli bana kalırsa) tuhaf mecraların pıtrak gibi çoğalması oldu.

Sosyal infialin arkasına aldığı gündem, ağırlıklı olarak oyunlar hakkında yayın yapanların ama çok çeşitli amaçlarla bir araya gelenlerin (kredi kartı dolandırıcılığından çocuk pornosu ticaretine, sahte telefon hattı pazarlanmasından şantaj ve tehditle çıkar sağlayan gruplara kadar) kullandığı Discord denen bir uygulamanın erişime engellenmesiyle ve "incel" denen bir tipin keşfiyle sonuçlandı. Siyaset esnafı (bugün akademinin koridorlarında, daha bir olayın dumanı tüterken pasta grafikli ve bol görselli bir ekranın canlı yayınında veya bir Youtube kanalında, fakat umumiyetle bir havuz medyası mecrasında iş görüyordur) bu keşifle âdeta büyülendi. Bu tip infialler karşısında suçluların belirli bir kategoriyle tanımlanması, çerçevelenmesi, sınırlanması çoğu kimseye iyi gelebiliyor. Toplumun, toplum hayatının ayakta kalma reflekslerinden biri de denebilir buna. Fakat bu, esasen, infialin kaynağına dair pek bir şey söylemiyor. Dolayısıyla sonraki infiallerle tamamlanan bir kısırdöngünün yalnızca bir diğer başlangıcına davet ediyor.

Medya incelleri keşfediyor

Tam da burada Ulus Baker'in 1995 tarihli metnine dönelim: "Medyaya Nasıl Direnilir?"[3] Her tür “medya olayı”na bakarken hep hesaba katılması gereken bir şey söylemişti: "Her şey medyanın görsel-işitsel dilinin 'düşünme faaliyetini’ engellemesi üzerine kurulmuştur." Evrenselleşmiş bir ideolojik özellik saydığı "iletişim sarhoşluğu"nun, o üzerimize yağdırılıveren görüntülerin, seslerin, kavramların etkisine dair çarpıcı neticeyi ("Medya 'olaylar'ımızı kaybettiriyor bize.") veriyordu. Medya, hakkında düşünülebilecek değil, tepki gösterilebilir, "etkileşim"e girilebilir, like veya dislike belirtilebilir içerikler sunuyor: "'Bunların' allah belasını versin" gibi. Baker nihayetinde "olayı olay olarak" kavramaya davet eden anti-medyatik bir düşünce, "düşünsel olay"ın kadrini bilen arayış öneriyordu -ta 1995'te!

Medyatik olanın zaviyesinden “olaylarımız” bize birdenbire parlayıveren ve göz alan, anlık "şeyler" gibi görünür ama bu "olay"ın değil, bizim problemimizdir. Öyle sunuluyor veya sunuyoruz, öyle görünmesi isteniyor veya istiyoruz. Incellik oldukça gerçek ve somut bir hadise olmakla birlikte, bizim gündemimizde eylemin nedensel güzergâhını basit bir çıktıya, üstelik alelacele karara varılmış gibi görünen bir çıktıya bağlama vazifesi görüyor. 90'ların sonundaki "satanistler" histerisinde olduğu gibi… Daha geriye de gidebiliriz: Örneğin “Ankara’da Bir Ev”[4] adlı podcast kanalı, 1950’lerde işlenen cinayetlerden sonra basının nasıl hemen katillere “Sarıyer canavarı”, “Çumra canavarı” gibi adlar koyduğunu ortaya koyuyor. Kamuoyunu rahatsız edebilecek her olayın, yani katliamların, kadın cinayetlerinin, buna benzer farklı eylemlerin ardında mutlaka bir sapkınlığın yattığı fikri, bizi bir an önce düşünmeyi bırakıp lanetlemeye, acil ve hemenşimdi "çözümlere" ve sonra sistemin devamını temin eden o rutine çağırıyor. Buradaki mesele suçun toplumdan mı çıktığı gibi bir sorgulama değil; en basitinden bir kesintisizlik ve yola devam tazyiki: Etraflıca düşünülmeden, azıcık geriye beriye bakılmadan, her şeyin eskisi gibi başlayabileceği pazartesilere dönme çağrısı.

Semih pekâlâ akli melekeleri yerinde olmayan bir psikopat olabilir; sorun, medyanın bu "profil"e daha en başından talip olmasıdır. Fabrika ayarı böyledir. Nihayet, ağırlıkla ana-akım medyadaki "incel" tartışmaları ve meselinin ele alınma tarzı, bu korkunç katliamın kendisini, yıllardır feministlerin politik olarak sorunlaştırdığı "kadın cinayetleri"nden koparma teşebbüsünün tezahüründen başka hiçbir anlama gelmiyor. Sadece şu basit muhakeme bile yeterlidir: Kadınları çoğunlukla "incel"ler mi katlediyor yoksa zengin, fakir, beyaz yakalı, mavi yakalı, öğretmen, tüccar, manav, tamirci, işadamı, Yahudi, Türk, Kürt, Japon, Fransız, Endonezyalı, Yeni Gineli, İskoç… fark etmeksizin erkekler mi?

Her ne kadar, "toplumsal çürüme" şemsiyesi altında ifade edilen ve açıklayıcı olmaktan çok adını koyalımcı sinik argümanların eleştirisi bakımından kendisiyle hemfikir olsam da ("toplumsal çürüme bir özeleştiri değil, bir suçlama" diyor, doğrudur) bizzat dört dörtlük bir sinizm örneği olan Yıldıray Oğur'un yazısında öne sürdüğü gibi olaylara gösterilen tepkilerin niteliğine değil de niceliğine bakıp çürümek bir kenara yeşerdiğimize ikna da olabiliriz.[5] Üstelik artık her tür felakete seyirci olabilme ihtimali bir tık uzağımızdayken ve suç sayısında nüfus artışına kıyasla bir düşüş söz konusuyken. Tabii buna ikna olurken, okurlarını yaklaşık iki ay önce öldürülen Narin'in neredeyse bir trafik kazasında olduğu gibi hayatını kaybettiğine ikna edebilme becerisine sahip dört dörtlük bir organik aydın örneği Oğur'un liberal-muhafazakâr cereyana uygun olarak şeylerin olağan düzeni içerisinde birtakım olayları "normal", ama bu olaylara yönelen birtakım açıklamaları da "anormal" sayma (Narin cinayetinin toplumsal veçhelerini öne çıkaran neredeyse her girişimi "Kemalist seçkinci" görüşün bir uzantısı olarak görmek) istidadını akılda tutmak gerekir.

Başa dönüp yine hatırlayalım, bu olay ve sonrasındaki gelişmeler Discord'un erişime engellenmesiyle sonuçlandı; yani otomobil kullanan katiller nedeniyle otomobillerin yasaklanması gibi bir şeyle. Medyatik düşünmenin siyaseten en berrak sonucunun bundan başka bir şey olması düşünülemezdi. Kişisel verilerin elden ele gezmesi nedeniyle potansiyel siber zorbalık, bu zorbaları koşullayan toplumsal dinamikler, yıllara yayılan cezasızlık rejiminin olağanlaşması, toplumcu her tür eleştirinin itibarsızlaştırılması, demode bulunması, vaktiyle karınlar tutula tutula gülünürken şimdi ölülerle ve cesetlerle eğleşmeye evrilmesinden dehşete düşeninin bol olduğu "ofansif mizah” soytarılığı, toplumsal yaşamın kamusal karşılaşmalara imkân veren pek çok boyutunun budanılmasına karşı her hamlede biraz daha kendi kabuğuna çekilerek veya bu budamalara güya rasyonel gerekçeler sunarak (“Batı’da da böyle…”) yanıt verilebileceğinin sanılması gibi gündemleştirilmesi hayrımıza olacak pek çok konu kamusal tartışmanın kapsama alanından itinayla kaçırıldı. Zaten aksi de beklenemezdi.

Bir caninin eskiden çalıştığı işyerindeki bir arkadaşına göre portresi

Atv’nin Youtube’da yayınladığı bir haber kesidi[6] tartışmamızı biraz daha netleştirmeye imkân tanıyor. Spiker, “cani”nin eskiden çalıştığı kasap dükkânından bir çalışma arkadaşına ulaştıklarını söylüyor. Haberin bir yerinde alt şeritte “Caniyi Kasap Arkadaşları Anlattı” yazısı beliriyor fakat ortada arkadaşlar yok. Bir kişi var; bu kişi dükkândaki bir ustadan bahsediyor ve onun yorumlarını da aktarıyor (“Demek ki bir şey söylesek bizi de öldürebilirmiş” vs.). Usta haberleri izledikten sonra “Beni doğramadığına şaşırdım,” demiş. Demek ki böyle korkunç bir olay olmasa, hiç şüphelenecekleri, halinde tavrında gariplik gördükleri biri değil. “Sessiz sakindi,” diye de belirtiyor konuşan kişi. Spikerin onca cani vurgusuna rağmen anlatılanlarda bir canilik göremiyor izleyiciler. “Öyle bir şey yapabileceği kimsenin aklına gelmezdi; biz de tahmin etmiyorduk,” diyor kasap arkadaş. Anlaşılan katil, üç aşağı beş yukarı herkes gibi biri. Nasıl olur?

Haberin ilerleyen kısımlarında, katliamın gerçekleştiği surdan görüntüler akarken arkada spikerin sesi var: “… katil de imalathane bölümünde çalışıp eti kemikten ayırıyordu. İletişim alanında herkesten kopuk olduğu halde kimseyle konuşmadığı ortaya çıktı. Ama kimsenin aklına böyle bir vahşete imza atacağı gelmedi.” Bu cümledeki mantıksal hataları bir kenara bırakalım (“herkesten kopuk olduğu halde kimseyle konuşmadığı ortaya çıktı”) ve konuşan arkadaşa odaklanalım diyeceğim ama o da bir türlü beklenen “canilik delilleri”ni sunamıyor. “Şaşkınız yani, herkesin çoluğu çocuğu var, ben bile çocuğum 20 yaşında onu bile kontrol altına almaya çalışıyorum,” gibi bir şeyler söylüyor. Anlıyoruz ki İstanbul Rami’deki kasap dükkânında geçen dört ay boyunca, spikerin beklediği tür tuhaflıklar ve gariplikler olmamış. Son kez şansını deniyor spiker: “Başka iş arkadaşları onunla ilgili herhangi bir şey sezinlemiş mi? Bir soru işareti olmuş mu kafada, var mıymış böyle sıkıntılı halleri, durumu?” Yine hüsran. Cevap: “Sıkıntıları varmış herhalde ama yani pek fazla anlatmıyormuş. Bir şey paylaşmayan bir çocukmuş.”

Artık bu kadarı da olmaz diyebilirsiniz ama haberin son saniyelerinde birden görüntülerin altında bir yazı beliriyor yine: “Sessiz biriydi ama normal değildi.” Eşzamanlı spikerin sesini duyuyoruz: “Katil kendi halinde sessiz ancak aynı zamanda tedirgin eden de bir ruh yapısına sahipti.” Bekliyoruz ki o tedirgin eden ruh yapısını haberi izleyenler de duysun. Aradan bir saniye geçmeden kasap konuşuyor: “… kimsenin aklına gelmezdi. Biz de tahmin etmiyorduk.” Ama vahşeti görünce “kesinlikle” şok olmuş. “İnanamadım ben bile. İlk başta ben o mu değil mi şey yaptık ama sonra haberlerden filan izleyince o olduğunu öğrendik yani.”

“Özel haber” etiketiyle sunulan bu içerik (1,3 milyon izlenmiş), ana akım medyanın “olay” ile ilişkisini dört dörtlük ortaya seriyor. Caninin maazallah neredeyse “herkes gibi” biri olduğu veya en azından herkes kadar sorunlu biri olduğu anlaşılsın istenmiyor. İzleyiciler bir “sapkın” beklerken karşısında çok çok da “sessiz ve pek de konuşmayan” birini buluyor. Akla gelmiyor değil; bir tarafıyla da bir seril katil profili, öyle değil mi? Seri katil derlemelerinde en sık karşılaşabileceğiniz profil. Ama onlar da kaide değil, istisna; Netflix onca diziyi boşuna mı yapıyor? Çocukluğunda ana baba nedir bilmese, içine kapanık biri olduğu gibi bir de geceleri altına kaçırmasa Netflixler, Amazonlar uğraşır mı bu yaşamları anlatmakla?

Karındeşen Jack’in sapkın ve tuhaf fantezilere sahip bir soylu olması olası bir toplumsal bunalımı büyük ölçüde ortadan kaldırırdı ve yerini en fazla polisiye önlemlerle bastırılabilecek geçici bir endişe atmosferine bırakırdı. Ama aksi durum tam teşekküllü bir politik bunalımın habercisi olurdu: Ya avamdan birisi çamurlu ve isli sokaklarda her gün rastlayabileceğimiz gibi biriyse?

Sorunlarının toplumsal ve politik temellerini itinayla reddetmeye eğilimli olanlar bulundukları her ortamda ve mecrada ilk ihtimalin propagandacısı olmaktan kendilerini alamazlar; ikinci ihtimaliyse, en fazla kendini “ahlâki kriz” olarak dışavuran bir toplumsal problemmiş gibi görürler. Böylesi bir yanıt seti, ya toplumun neredeyse her düzeyinde yer alan güç ilişkilerinin üzerinden atlayarak ahlâki reçeteler yazmaya koyulur ya da her bunalım döneminde talep edeceği steril pozisyona tutkun bir özneyi cezbeder.

Bu manzarada, bulabildiği her fırsatta toplumsal sorunları kendi dışında bir yerlerde temellendiren, ahlâkileştiren ve korunaklı bir konum talep eden bireylerden müteşekkil apolitik bütünlükten başka bir şey göze çarpmıyor.


[1] “Incels (Involuntary celibates)”, Anti-Defamation League, 29 Temmuz 2020, https://www.adl.org/resources/backgrounder/incels-involuntary-celibates

[2] Bu çok uzun süredir ana akım medya dışındaki medyanın gündemiydi, vatandaşların e-devlet üzerinden ulaşılabilen bilgileri bundan birkaç sene önce sızdırılmış ve internetin dehlizlerinde çok uygun fiyatlara satışa çıkarılmıştı.

[3] Ulus Baker, “Medyaya Nasıl Direnilir?”, Birikim, Sayı 68-69, 1995, https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-68-69-aralik-ocak-1995/2268/medyaya-nasil-direnilir/4590

[4] “Ankara’da Bir Ev”, Spotify, https://open.spotify.com/show/0RKKnkoioo7QUmsROftWZ9?si=72818e86867b44e5

[5] Oğur katil için "Kitaplığında Dante’nin Cehennem’i, Zülfü Livaneli’nin ‘Kardeşimin Hikayesi’, Adam Fawer’in ‘Olasılıksız’ı, Brian Clegg’in ‘Zaman Makinesi nasıl Yapılır?’ı, Daniel Cole’un ‘Kukla’sı olan şehirli, modern görünümlü 19 yaşında bir gençten de kız arkadaşının başını kesip surdan atması beklenmezdi," diyor. Yıldıray Oğur, “Belki de çürümüyoruz, yeşeriyoruz”, Karar, 7 Ekim 2024, https://serbestiyet.com/featured/belki-de-curumuyoruz-yeseriyoruz-183838

[6] atv Haber (Youtube hesabı), “ÖZEL HABER - İkbal ve Ayşenur'un katili Semih Çelik’i iş arkadaşı anlattı - Ana Haber 9 Ekim 2024”, https://www.youtube.com/watch?v=ldS2_wyQSMk