İmralı Görüşmesi ve Türkiye’nin Büyük Fırsatı
Cuma Çiçek

Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte tarihsel Kürt meselesini çözmek için Türkiye’nin önüne büyük bir fırsat penceresi açıldı. Bu fırsat sadece hükümet için değil aynı zamanda ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere geniş anlamda muhalefet için de geçerli. DEM Parti’nin temsil ettiği geniş Kürt muhalefeti de gelecek on yıllarımızı belirleyecek stratejik bir tercihle karşı karşıya.

28 Aralık 2024 tarihinde Öcalan ile yapılan görüşmeyle birlikte söz konusu fırsat penceresini değerlendirmeye yönelik ihtimaller güçlendi. Zira, 2013-2105 Çözüm Süreci’nde İmralı Delegasyonu içerisinde yer alan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan ile görüşmesiyle birlikte Bahçeli liderliğindeki devlet projesinde kritik bir eşik aşıldı.

İmralı Görüşmesi

İmralı görüşmesinde Öcalan adına kamuoyuna duyurulan açıklama detaylı irdelendiğinde öne çıkan temel hususlar şöyle yorumlanabilir:

1) Öcalan’ın kamuoyuyla paylaşılan sözleri, her şeyden önce Kürt meselesinde şiddeti geride bırakma ve meseleyi siyasi yollarla çözmeye dair bir irade beyanını ifade ediyor. Öcalan, bu konuda pozitif adım atabileceğini, gerekli çağrıyı yapabileceğini ve silah meselesini bir bütün olarak kapatabileceklerini ifade ediyor.

2) Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir paradigma vurgusu öne çıkıyor. Bu vurgunun son günlerde gündeme gelen ve kamuoyu tarafından “Kırmızı Kitap” olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin yenilenmesine denk gelmesi dikkat çekici. Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği iddia edilen bu yeni paradigmanın içeriğine ilişkin öne çıkan vurgular ise şimdilik Türk-Kürt kardeşliği, demokratik dönüşüm ve bölgesel ölçekte Türkiye’nin güçlenmesi. Bahçeli’nin Meclis konuşmalarında öne çıkan bir diğer vurgu ise bölgede “Osmanlı barışına benzer bir Türk barış kuşağı” oluşturmak.

3) Öneri çerçevesinin detaylarının paylaşılmaması, bununla birlikte bunların devletle ve siyasi çevrelerle paylaşılacağının açıklanması, genel çerçevede bir uzlaşı sağlansa da detaylara ilişkin farklılıkların olduğuna ve bu konuda müzakereye ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyor.

4) Öcalan’ın yeğeni ve DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan ile yapılan ilk görüşmede sorunu şiddet zemininden siyaset ve hukuk zeminine çekme gücüne sahip olduğunu ifade eden Öcalan, bu görüşmede Kürt meselesinin kalıcı çözümüne gönderme yapıyor. Bu, daha önce oldukça sınırlı olan reform çerçevesinin genişleme ihtimaline işaret ediyor. Demokratikleşme, Türkiye ve bölgede barış, devlet ve siyasi çevrelerle paylaşma vurguları da reform çerçevesinin genişlemesine ilişkin göndermeler olarak yorumlanabilir.  

5) Öcalan ayrıca bölgesel gelişmelere bağlı olarak karanlık gelecek senaryolarına vurgu yaparak diyalog ve müzakereyi “bir çıkış yolu” olarak çerçeveliyor. Dış dinamiklerin sorunu kangrenleştirme riskine yapılan vurgular, Öcalan’ın esasında meseleyi içeride, Ankara’da çözmeyi önerdiğini gösteriyor. Bununla birlikte bu önerme ABD’yi dışlamıyor, ağırlık merkezini Ankara’ya taşıyor.

6) Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasının kader belirleyici önemi ve aciliyeti vurgusu önceki süreçlerden farklı olarak daha kısa bir zaman diliminde ilerleme kaydetme arzusuna işaret ediyor. Bu anlamda önümüzdeki hafta ve aylarda sürecin hızlanma ihtimali var. Bununla birlikte, Suriye’deki geçiş sürecinin birkaç yıl alacağı dikkate alındığında süreç arzulandığı gibi hızla ilerleyemeyebilir.

7) Muhalefetin katkısı, yapıcı tutumlar, kısa vadeli ve dar parti ve grup çıkarlarını geride bırakma gibi çağrılar muhalefetin içerilmesine gönderme yapıyor. Bununla birlikte, burada asıl muhatabın ana muhalefet partisi CHP olduğu açık. Tüm kurumsal ve örgütsel kaynaklarını, parti merkezinden belediyelere kadar tüm yapılarını gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kanalize eden CHP’nin seçimlerden öteye bir pozisyon alarak çözüme katkı sunması sürecin başarısı için en kritik hususlardan birini oluşturuyor. Öte yandan seçimin gölgesi sadece CHP üzerinde değil, Cumhur İttifakı üzerinde de geziniyor. Burada kritik mesele, Kürt barışını seçimlerde bir siyasi rekabet unsuru yapabilmek.

8) Meclis çatısı altında çözüm vurgusu CHP’nin içerilmesinden öteye iki öğe daha içeriyor. İlki ve en önemlisi siyasete alan açması, ikincisi anayasal değişime ve hukuksal reformlara kapıyı aralaması.

9) Öcalan’ın Bahçeli’ye ve Erdoğan’a aynı anda teşekkür etmesi sürecin hükümetten öteye bir devlet projesi olduğu tezini güçlendiriyor. Öcalan bir anlamda bir süredir devam eden ve Bahçeli ile Erdoğan arasında bir tutum farkı olduğunu iddia eden tartışmalara cevap veriyor.

Risk Algısından Fırsat Algısına

Öcalan ile yapılan görüşme tarihsel Kürt çatışmasını sonlandırmak için Türkiye’nin büyük bir fırsat penceresiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin bütün toplumsal ve siyasal güçleriyle bu fırsat penceresini kullanıp kullanmayacağı Kürtlerin bölgede elde ettiği kazanımları nasıl değerlendireceğine bağlı. Kürtlerin bölgedeki hak mücadeleri ve elde ettikleri kazanımlar Ankara’da bürokrasi ve siyaset kurumunun koridorlarında bugüne kadar çoğunlukla risk olarak algılandı. Bu “risk algısı” değişip “fırsat algısına” dönüşebilecek mi? “Risk algısını” besleyen durum esasında Türkiye’nin kendi Kürt meselesini çözememesi. Öte yandan “fırsat algısı” geçmişten farklı bir yola girilmesini sağlayabilir.

Türkiye bir yol ayrımına gelmiş durumda. Ya geleneksel yoldan yürümeye devam edip Kürtlerin hak mücadelesini risk olarak görmeyi sürdürecek ya da en büyük Kürt nüfusuna ve coğrafyasına sahip ülke olarak Kürtlerin sınır içinde ve sınır dışında büyümesini kendi büyümesi olarak görecek. Zira, Kürtlerin hak mücadelesinden vazgeçmesi, Ankara, Bağdat, Tahran ve Şam’daki hakim siyasi projelere onay vermesi bir seçenek olmaktan çoktan çıkmış durumda. Ötesi, İran, Irak ve Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin Kürt çatışmasını “idare etme” seçeneğinin her geçen gün altını oymakta ve Türkiye’yi yeni bir karara zorlamakta. 

Kürt meselesinin bölgesel tablosuna baktığımızda bu durum daha net görülüyor. İran’da Kürdistan Eyaleti (Ostān-e Kordestān) 31 eyaletten biri. Bu eyalet İran’daki tüm Kürt coğrafyasını kapsamıyor. Kirmanşah ve İlam eyaletlerinde de Kürtler çoğunluğu oluşturuyor. Ayrıca Batı Azerbaycan ve Kuzey Horasan eyaletlerinde Kürtler nüfusun önemli bir kısmını oluşturuyorlar. Bununla birlikte, Kürtlerin dilleri ve coğrafyalarının sınırlı da olsa tanınması önem arz ediyor. Kürdistan, İran’da bir tabu değil.

2003 yılıyla birlikte, Irak Kürdistan Bölgesi’nin (IKB) Saddam sonrası Irak’ın kurucu bir bileşenine dönüşmesini dönemin devlet bürokrasisi ve siyaseti, Türk devleti ve milletinin  güvenliğini tehdit eden bir gelişme olarak okudu. Bununla birlikte, Türkiye, hükümeti ve güvenlik bürokrasisiyle 2007-2009 döneminde pozisyonunu değiştirerek ekonomik ve siyasi alanda IKB ile işbirliğine yöneldi. Bununla birlikte Kürtler bölgede teritoryal bir egemenlik inşa ettiler ve Irak merkezî hükümeti içerisinde güçlü bir aktör olarak yer aldılar. Türkiye bu dönemde IKB’yi “kontrol edilmesi gereken” bir alan olarak görmeye devam etti. Bu kontrolün amaçları ve sınırları zaten 2017 yılındaki Kürdistan bağımsızlık referandumunda görünür oldu.

2011 yılında başlayan Suriye iç savaşında Türkiye’nin risk algısı devam etti. AK Parti hükümeti 2003 sonrasında Irak’ta yapılan hatanın Suriye’de yapılmayacağını defaatle ifade etti. 2013-2015 Çözüm Süreci’nde bu konuda daha dengeli bir siyaset yürütmeye çalışan AK Parti hükümeti, 15 Temmuz darbe girişimi ardından MHP ile kurduğu ittifak sonrasında “milli” ve “yerli” bir siyasete yöneldi. Bu dönemle birlikte sadece merkezi siyasette ve bürokraside değil aynı zamanda Türk sokağında “risk algısı” daha da yükseldi.

Esad Sonrası Yeni Fırsatlar

8 Aralık 2024 tarihinde Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte Suriye’de yeni bir dönem başladı ve Suriye’de olan bitenler muhtemelen Kürt meselesinin bölgesel ölçekte alacağı seyri belirleyecek. Sadece Türkiye’nin Kürt meselesi değil, Irak ve İran’daki sorun da Suriye’de olacaklara bağlı olarak şekillenecek.

Tüm bu tablo içerisinde Türkiye’nin tercihi, Suriye’nin geleceğine yönelik belirleyici dinamiklerden biri olacak. Kuşkusuz sahada ABD ve İsrail’in yanı sıra Körfez ülkelerinin büyük bir etkisi var. On üç yıllık iç savaşın neden olduğu çoklu ve yaygın yıkımlar ve kimi analizlere göre 400 milyar doları bulacak yeniden imar çalışmaları, kaynak sahibi Körfez ülkelerinin ve AB’nin rolünü artırıyor. Bununla birlikte, Türkiye, komşu ülke olmanın yanı sıra, Suriye’deki fiziki varlık, SMO ve HTŞ üzerindeki etki, AB ve ABD’nin yanı sıra İran ve Rusya ile olan ilişkiler, IKB ile olan bağlar nedeniyle sahadaki en önemli aktörlerden birini oluşturuyor.

HTŞ liderliğindeki yeni Şam yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi yönetimi arasındaki ilişkinin alacağı seyir Suriye’de büyük bir barışı da sağlayabilir, 13 yıldır devam eden iç savaşı yeni bir evreye de taşıyabilir.

Bu noktada hatırlatmakta fayda var; Türkiye’de 15 Temmuz sonrası dramatik bir hal alan otoriterleşme sürecinde Suriye iç savaşının büyük bir etkisi var. Bu anlamda Suriye’de sağlanacak iç barışın Türkiye’de normalizasyonu ve demokratikleşmeyi besleyeceği söylenebilir. Ya da şöyle ifade edebiliriz: Suriye’de bir toplumsal barış sağlanmadan Türkiye’de demokratikleşmeye dönük bir normalizasyonun gerçekleşmesi oldukça zor.  

Suriye’de Kürtler, Dürziler, Aleviler, seküler ve Sünni-Müslim Araplar arasında sağlanacak bir uzlaşı bir yönüyle ülkede dindarlık/sekülerlik, Alevilik/Sünnilik, Araplık/Kürtlük üzerinden oluşmuş yarılmaları gidermeye ve barışın inşasına yönelik büyük bir kapının açılmasına yarayabilir. Komşuda sağlanacak böylesi bir uzlaşı Türkiye’nin tarihsel kimlik temelli çatışmalarının çözülmesini ve toplumsal kutuplaşmaların aşılmasını kolaylaştıracaktır. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nın Suriye’de yapacağı tercihler Türkiye’de yapacakları tercihlerin işaretlerini verecek.

Türkiye ve Suriye’de Adem-i Merkeziyet

Türkiye, Suriye’nin iç barışına yapacağı katkıyla kendi iç barışını da sağlayabilir. Suriye’de 13 yıllık iç savaş, mevcut parçalı yapı ve bölgesel denklem dikkate alındığında, merkeziyetçi, tek sesli, otoriter ve İslamcı bir Şam yönetiminin inşası hem operasyonel düzeyde pek mümkün değil hem de normatif düzlemde böylesi bir yapının toplumsal uzlaşı sağlama potansiyeli düşük. Buna karşın, farklı etnik ve dini grupların içerildiği kapsayıcı, güç paylaşımına dayalı adem-i merkeziyetçi bir yönetimin inşası bir yandan şartların zorladığı daha operasyonel bir seçenek, bir yandan da normatif olarak uzlaşı yaratma potansiyeli yüksek.

Türkiye, Suriye’de HTŞ’nin yanı sıra sekülerizm yanlısı Sünniler, Aleviler, Dürziler ve Kürtlerle kuracağı ilişkiyle kapsayıcı bir yönetimin inşasını kolaylaştırabilir. Öte yandan kendi içinde Kürt meselesini siyasi ve hukuki zemine taşıyabilir. Suriye’de Kürtleri destekleyen bir Türkiye’nin kendi içinde Kürt meselesini şiddetten arındırması da kolaylaşacaktır. IKB ile 2007 sonrası kurduğu ilişki dikkate alındığında, Türkiye, İran dışındaki üç Kürt coğrafyasında etkili bir aktör haline gelecektir.

Kürt sokağında anadilin korunması ve yeni kuşaklara aktarılması ile yerel ve merkezi ölçekte yönetime katılma talebi ortak iki talep haline gelmiş durumda. Bu talepler üstelik farklı siyasi mahalleleri kesmekte. Sınır ötesinde Kürtlerle dostane ilişki kuran bir Türkiye, içeride belediyeleri merkeze alan bir adem-i merkeziyetle hem dil meselesini hem de yönetime katılma meselesini önemli oranda çözebilir ve Kürt çatışmasını bir bütün olarak geride bırakabilir.

Kürt çatışması gibi kimlik temelli teritoryal çatışmalara ilişkin dünya deneyimleri irdelendiğinde herkes için “kolay bir çözüm fırsatı”nın ortaya çıktığı söylenebilir.