Otoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri
Ahmet İnsel

20 Ocak 2025 tarihe sadece Donald Trump’ın yeniden başkan olduğu gün olarak değil, büyük ihtimalle yeni bir siyasal-iktisadi dönemin başlangıcının simgesi olarak geçecek. Trump, başkanlık yemininin ardından, büyük bir spor salonunda (Capital Arena One) sahnenin ortasına getirilen masada, milyarderler[1] ve aşırı sağ kişiliklerin önde geldiği davetlilerin karşısında, ilk iş olarak tutkulu biçimde başkanlık kararnameleri imzaladı. Bu görülmemiş gösteri, yeni dönemin hem simgesel hem somut başlangıç anıydı. Kurum ve kuralları lağvederek ya da etkisiz bırakarak, şefin keyfi yönetimine çok daha geniş bir alan açmanın ilk adımıydı.

Trump’ın “6 Ocak esirleri” olarak tanımladığı, yargının uzun soruşturmalardan sonra demokratik düzene karşı ağır suç işlediğine hükmettiği kişilerin hepsini orada bir kararname ile affetmesi nasıl bir dönemin başladığını gösteriyordu. Bunları toplumsal cinsiyet, pozitif ayrımcılık, çeşitlilik politikaları gibi kazanımları bir kalemde reddeden kararnameler tamamladı. Devleti küçültmeye, sosyal hakları biçmeye, arz politikalarına ve küreselleşmeye odaklı olan neoliberalizmin de yerini başka bir kapitalist düzenleme tarzına bırakacağını, bıraktığını ifade eden adımlar arkasından geldi.

Bu “iptal kararnameleri” sağanağını tamamlayan diğer simge, şimdilik fiili ikinci başkan konumunda olan Elon Musk’ın zafer sevinci gösterisini Nazi selamıyla noktalamasıydı. Bu selam, ABD’de II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle başlayan Nazi düşünce ve sembollerinin, resmen yasaklanmış olmasalar da, iktidar nezdinde siyasal-toplumsal değerler açısından ahlâk dışı olarak kabul edilmelerinin sonuna gelindiğini simgeliyor.

Musk’ın Nazi selamını, Trump’ın bir kalemde cezalarını affettiği bin beş yüze yakın kişinin arasında, 6 Ocak 2021’de Trump’ı zorla başkan koltuğunda tutmak için Senato binasını basan Nazi hayranlarının bol miktarda yer alması tamamlıyor. Bu iki simgenin birleşiminde, Donald Trump’ın birinci başkanlık döneminde denediği ama uygulayamadığı, şimdi ise işe çok daha hazırlıklı, donanımlı ve arkasına dünyanın en zengin bir avuç insanını da alarak uygulamaya sokacağı otoriter nasyonal-kapitalizm yer alıyor.

Musk’ın selamı ve Trump’ın afları, 1925’te yayımlanan nasyonal-sosyalizmin temel kitabı Kavgam’ın yüzüncü yılı anmalarının önünü bir bakıma açtı. Bir farkla: Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Parti’sinin 1920’de kuruluşunda Hitler ve Drexler’in yazdıkları yirmi maddelik programda açıkça ifade edilen Yahudi karşıtı nefret ve önlemlerin ve Alman ırkıyla Alman yurttaşlığını sıkı sıkıya bütünleştiren radikal kimlikçi milliyetçiliğin yanında, büyük sermaye karşıtı, emekçileri kollayan bir sosyal devlet önerisi de vardı. Demagojik bir amaçla da olsa, dönemin yükselen sosyal mücadelelerinin ruhuna aykırı düşmeyecek bir “sosyalizm” tınısı partinin adına yerleştirilmişti. Buna karşılık, takriben yirmi yıldan beri dünyada adım adım yaygınlaşan ve pekişen, Trump’ın ikinci yönetiminde dünyanın en güçlü devletinde iktidara gelen yaklaşım ise, otoriter yönetimin, otokrasi rejiminin yanında vahşi bir kapitalizmi yüceltiyor. Elon Musk, nasyonal-sosyalizmin selamını, onun ırkçılığından, yağmacılığından geri kalmayarak, bugün nasyonal-kapitalizm için veriyor.

Otoriter Nasyonal-Kapitalizmin Üç Özelliği

Otoriter nasyonal-kapitalizmin Trump öncesinde farklı örneklerini Çin’de Çin Komünist Partisi’nin tek parti diktatörlüğü altında, Rusya’da güvenlik kurumlarının rakipsiz diktatoryal iktidarını simgeleyen Putin yönetiminde, bunların daha melez türleri olan Macaristan’da Orban, Türkiye’de Erdoğan hükümetlerinden biliyoruz. Bu rejimlerin ortak özelliklerini çok özet halde üç başlık altında toplayabiliriz.

İdeolojik olarak kimlikçi (ülkesine göre etnik, dinsel veya ırksal ya da hepsi birlikte) bir milliyetçiliği, zenofobi ve iç düşman temalarıyla pekiştiriyor. Kültür savaşından beslenen bir hınç rejimini hem toplumun belirli bir kesimine (yerli ötekilere) hem de dışarıdaki düşman çevrelere (dış güçlere) karşı sürekli canlı tutmaya özen gösteriyor. 

Siyasal olarak, güçler ayrılığını, yasamanın yargı ve medya yoluyla denetlenmesini ya bütünüyle ortadan kaldırıyor ya da fiilen işlevsiz kılacak önlemleri elinden geldiğince alıyor. Bunların yetmediği yerde iktidarın sopası olarak ceza yargısı devreye sokuluyor. Eski rejimin elitleri olarak tanımladıklarını hedef tahtasına koyarken, bir taraftan liyakatın egemen olması gereğini vurgulayıp, diğer taraftan kendi iktidarında gizlisi saklısı olmayan bir mutlak sadakat ilkesini uyguluyor. Bu bir siyasal sadakat olmaktan da öteye, rejimin otokrasi derecesine bağlı olarak, esas olarak kişisel sadakat ilkesi olarak çalışıyor. Trump’ın hassas bakanlıklara, güvenlik ve istihbarat kurumlarının başına önerdiği isimlerin ezici çoğunluğunun ortak özelliği bu.

İktisadi olarak ise, hukuk devletini, iktisadi rekabet ilkelerini lağveden bir yeni ahbap-çavuş ekonomisi ve bununla ilişkili olarak devletin en tepesinin sıkı denetiminde hiyerarşik biçimde uygulanan bir kayırma, yolsuzluk, çıkar çatışması düzeni öne çıkıyor. Kapitalizme alternatif bir üretim tarzı değil bu. Kapitalizm içinde yeni bir düzenleme tarzını ifade ediyor. Buna yeni patrimonyalizm demek de mümkün. Şefin etrafında oluşan zenginler ittifakının en açık örneğini bugün ABD’de Trump’ın ikinci kez seçilmesi için birleşen multi-milyarderler listesi veriyor. Yeni oligarşik tahakkümü özetliyor bu liste. Bu zenginler iktidarının (plütokrasinin) doğal olarak çok daha küçük ölçeklerde tezahür eden örnekleri arasında Türkiye’ye, Macaristan’a, Hindistan’a bakmak yeterli. Bir farkla: Çin, Rusya, Türkiye gibi örneklerde zenginliği bahşedenin onu bir hamlede geri alması mümkünken, bu anlamda arpalık sistemi (prebendalizm) egemenken, ABD’de bu daha çok multi-milyarderler koalisyonunun, oligarşinin iktidarı bahşetmesi biçiminde tezahür ediyor.

Bir kısmı uzun yıllardır iktidarını sürdüren bu otoriter nasyonal-kapitalist rejimler için ABD’de ikinci Trump yönetiminin göreve başlaması yeni bir enerji kaynağı olacağı gibi, onlardan da eskisine nazaran çok daha açık biçimde sadakat ve teslimiyet talep edecek bir süper gücün avdeti anlamına geliyor. Bunun yanında özellikle tek parti merkezli otoriter nasyonal-kapitalizmin özgün örneği olan Çin ve müttefikleriyle Trump ABD’sinin temsil ettiği liberal-otoriter nasyonal-kapitalizmin rekabetinden beslenecek bölgesel çatışmalara kapı aralanıyor. Muktedirlerin keyfî kararlarının yansıması olarak uluslararası ilişkilere damgasını vuracak olan öngörülemezlik hali bunu tamamlıyor. Trump’ın Kanada, Grönland, Panama kanalı konusunda dile getirdiği emellerin ele verdiği, kendi güvenliğini sağlamak gerekçesiyle ihtiyacı olan “yaşam alanı”na (Nazi ideolojisinin benimsediği lebensraum kuramı) sahip olma gerekçesiyle hareket eden emperyal bir yayılmacılık arzusu yeniden gündeme geliyor. Diğer yandan Elon Musk’ın “müttefik ülkelerde” aşırı sağ hareketleri, Almanya’da AfD’yi, Birleşik Krallık’ta Nigel Farage’ın yeni partisi Reform UK’yi desteklerken, bazı “müttefik ülke” yöneticilerine hakaretler yağdırırken, bir aşırı sağ enternasyonalin temeli atılıyor.

Yağmacı Kapitalizm

ABD merkezli bu yeni nasyonal-kapitalist otoriter rejimin başat niteliklerinden biri yağmacı bir kapitalizmden güç alması ve onu besleyerek, güçlendirmesidir. 2020’de Cédric Durand’ın önerdiği “Teknofeodalizm” kavramını benimseyen Varoufakis ve sayıları giderek artan gözlemciler bu yağmacı kapitalizmin esas olarak ABD’de güçlenen versiyonuna işaret ediyor. Teknoloji şirketleri ağırlıklı bu yeni aşırı zenginler grubunun sermaye birikimi yöntemi, maddi üretimden ziyade, ağ hizmetlerini kullananlarla ilgili bedava elde ettikleri bilgileri metalaştırmak, onların tercihlerini, zevklerini, algı dünyalarını kendi sermaye birikimlerini azamileştirme yönünde belirlemek. Bu yeni oligarşinin üyelerinin daha fazla kâr edebilmek için ilk yapmaları gereken daha fazla kullanıcı bilgisine sahip olmak. Elde ettikleri kaynağı finans alanında güçlenmenin aracı haline getirerek, bütün yeni inovasyon girişimlerini satın alarak, tekel konumlarını koruyup, pekiştiriyorlar. Vergi optimizasyonu imkânlarını çok büyük ölçekte kullanıyor ve hükümetlere büyük zenginlikleri üzerinden giderek daha az vergi alınması için baskı yapıyorlar. Tesla, Space X, Facebook, Amazon gibi şirketlerin ortak bir başka cephesi, hepsinin sendikalara karşı büyük bir savaş vermeleri. Birçoğunun finansal serveti küçük bir ülkenin gayri safi milli hasılasından daha büyük olan bu zenginler ağı, düzenleyici kamu kurumlarına, çevre koruma düzenlemelerine, şirketlere yükümlülük getiren sosyal haklara karşı yoğun bir mücadele yürütüp, kendilerinin beslendiği büyük kamu destek kaynaklarının dışında kalan kamu harcamalarını daraltmayı savunuyorlar. Böylece kamu alanı küçülürken özel sektörün sağlık, eğitim, toplu taşıma, kültür gibi alanlarda paylarının artmasıyla ortaya çıkacak yeni kâr alanlarını araştırıyorlar. Diğer yandan vergi optimizasyonu imkânlarını sonuna kadar kullanıyorlar. Bu ağın merkezinde yer alan Elon Musk, para ve güç arasındaki ilişkiyi somutlaştıran, bunu gösteri toplumunun bir parçası haline getiren bir örnek oligark olarak İkinci Trump devri açılışında ön plandaydı.

Büyük teknoloji şirketleri ve platform kapitalizminin en önde gelen şirketleri Microsoft, Open AI, Meta, Google, Uber vd. hegemonyalarını somut bir siyasal güce dayamak için, Trump’ın kampanyasını desteklediler. Dönem artık liberal demokrasi ile flört etmek ya da gelişme dönemlerinde onlara uygun koşullar sağlayan liberal toplumu övmek dönemi değil. Tekel konumlarını pekiştirme, toplumu disiplin altında tutma, devlet iktidarının tamamlayıcı gücü olma zamanı. Katlanarak artan finansal zenginlikleriyle orantılı olarak iktidarın kişiselleştirilmesini destekliyor ve dezenformasyon rejimini besliyorlar. Alternatif gerçekler ve ifade özgürlüğü kisveleri altında, yalan haberlerin, nesnel bilgiye kuşkuyla yaklaşılmasını amaçlayan yorumların eşliğinde, dezenformasyona dayalı bir bilgi-algı hegemonyası oluşturmak için elbirliğiyle çalışıyorlar. Robert Paxton’un faşizmin özellikleri arasında saydığı, “fikirlerden ziyade hislere hitap etmesi”nin ve ulusal özellikleri diğer bütün evrensel değerlerden üstün tutmasının burada da bir o kadar geçerli olduğunu görüyoruz.[2]

Multi-milyarder elitlerin anti-elit popülizmi, Reagan döneminin devleti küçültmek temasını da dönüştürerek, devleti parça parça sökmek (deconstruction of administrative state) ve yerine keyfî karar alma yetkilerine sahip bir başkanlık gücü getirmeyi amaçlıyor. İşte Elon Musk’ın aşırı sevinç içinde verdiği Nazi selamının işaret ettiği gidişat bu.

Özgürlükçülük Aleyhtarı Mülkiyetçilik

Kendilerini libertaryen olarak tanımlayan, özgürleşme karşıtı özgürlükçülerin gerçek sıfatlarını, kendisi anarşist bir özgürlükçü çevreci olan Murray Bookchin 1985’te tanımlamıştı. Bu sağcılar, demişti, gerçekte özel mülkiyetçidirler. “Onlar için özgürlük bütün dünyayı gayrımenkule dönüştürmek yani insan topluluklarının maliki olmak anlamına geliyor.” Sadece paraya, sermayeye değil, ulaşabildikleri en büyük insan kitlesine malik olmak “özgürlüğü” demek bu. Trump’ın, Javier Milei’nin, Mark Zuckenberg’in, Elon Musk’ın, Jeff Bezos’un, Peter Thiel’in vb. diğerlerinin “özgürlükçülüğü”, sosyal devleti, toplumsal dayanışma araçlarını, arzuladıkları her şeye sahip olmayı engelleyen kuralları ve ahlâki ilkeleri bu “malik olma özgürlüğü”nün karşısında bir engel olarak görmenin adıdır. Bunu ahlâkın medenileşmesi sürecinin sona ermesi olarak da değerlendirebiliriz.

Neoliberalizmi de artık geride bırakmakla birlikte onun açtığı yoldan ilerleyen ama ondan daha vahşi ve yayılmacı bir dönemin adımları atılıyor. Bu yeni tahakküm tarzı, kapitalizmin ne demokrasiye ne rekabete, ne de düzenlemeye ihtiyacı olduğunu, bunlarsız da faaliyet gösterebileceğini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Yönetim tarzına hâkim belirsizlik, ve öngörülemezlik güçlünün gücüne güç katma yönteminin zeminini oluşturuyor.

Takriben on beş yıl önce Çin ve Rusya’da erken radikal örneklerinin şekillendiği, Macaristan ve Türkiye’nin de bunun melez örneklerini teşkil ettiği otoriter nasyonal-kapitalizmin gelişmesi,  ikinci Trump döneminin başlamasıyla yeni bir evreye girdi. Bu iktisadi, sosyal ve siyasal rejim almaşığına karşı mücadelelerin de kendilerini dönüştürmeleri kaçınılmaz. Bu yeni dönemde özgürlük ve eşitlik mücadeleleri, demokrasi talebini içeren ama onunla sınırlı kalmayan haysiyet mücadeleleriyle ifade bulacak. Bu yeni yağma ve rant efendilerinin dayattığı medeniyet kaybına karşı verilecek mücadelenin zemini ortaklık, müştereklik ve dayanışma olacaksa, ideolojisi de insanlık haysiyetini korumak, güçlendirmek ve bütün insanlığa içkin kılmak olacaktır.              


[1] Törende hazır bulunan en zengin on milyarderin toplam serveti takriben 1300 milyar dolardı. Bunun 433 milyar doları Elon Musk’un serveti.

[2] Paxton, ilericilik karşıtı, antikomünist, güç kullanmaya kararlı bir kitle hareketi olarak tanımladığı faşizmin, sadece düşmanı olduğu soldan değil, rakibi olduğu sağdan da farklı olduğunu belirtir. Bu çerçevede Trumpizmin faşizm olup olmadığı sorusuna yanıtı « hem evet, hem hayır »dır. Bkz. Elisabeth Zerofsky, « Is It Fascism ? A Leading Historian Changes His Mind », The New York Times Magazine, 23.10.2024.