"Terörsüz Türkiye"
Tanıl Bora

Nasıl müteveffa “çözüm süreci”nin iktidar dilindeki karşılığı “Millî birlik ve kardeşlik projesi” idiyse; şimdi de Abdullah Öcalan’ın “PKK silah bıraksın” manşetli “Barış ve demokratik toplum çağrısı,” resmiyette "Terörsüz Türkiye" diye tanımlanıyor.

“Terörsüz Türkiye” sözü, "Engelsiz Türkiye" programı, "Atıksız Türkiye" kampanyası gibi girişimleri çağrıştırmıyor mu biraz?

***

Faruk Alpkaya ile Levent Kavas'ın Birikim'in 55. ve 56. Sayılarında (1993 Kasım ve Aralık) yayımlanan eskimez değerdeki "Terör ya da mülkün temeli üzerine" başlıklı makaleleri, dibacenin ardından, şu cümleyle başlar: “Bugün yeryüzünde bir hortlak kol geziyor, ‘terörizm’ hortlağı." (Heyûla demeyi tercih ederim.)

Evet, terör söylemi, Soğuk Savaş sonrası dünyanın, son otuz yılın beynelmilel siyasî âfeti. Terörün kendisini değil (şiddet, her zaman vardı), terör söylemini kastediyorum.

ABD’nin başını çektiği siyasî-askerî koalisyonun düzenlediği iki Irak harekâtı ve tabii arada 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere yönelik tedhiş saldırısı, bu bakımdan eşik aşırıcı oldu. Dünya çapında bir “terörle mücadele” davası, aşınan uluslararası rejimin temel meselesi haline geldi ve bizzat bu durum, “uluslararası toplum” fikrinin fikir olarak bile aşınmasına giden yolu düzledi.

Terörle ilgili rastlanan en sarih tanım, sanırım, terörün finansmanıyla ilgili 1999 tarihli uluslararası anlaşmadaki tanımdır: "Bir sivile veya silahlı bir ihtilafta hasım taraflar arasında aktif olarak yer almayan herhangi bir kişiye yönelik ölüme veya ciddi bedensel yaralanmaya neden olabilecek herhangi bir eylem, doğası veya bağlamı bakımından bir halkı/nüfusu amacının korkutmayı veya bir hükümeti veya uluslararası bir kuruluşu bir eylemde bulunmaya veya bir eylemden alıkoymaya zorlamayı amaçlıyorsa…" terörizm olarak tanımlanıyor buna göre. ABD'deki yasal düzenleme, "terörizm" yerine "terörist faaliyet"i tanımlıyor. O da, “sıradan” şiddet eylemi veya cinayetle aradaki sınırları gayet bulanık bırakan bir tanım olarak tartışmalı bulunuyor.

***

(Anti-)terör söylemiyle birlikte devreye giren "global terör" kavramı çerçevesinde, iç-dış ayrımı silikleşti. “Terör,” içerde-dışarıda her yere uzanan devasa bir ahtapotun kolları gibi tasavvur ediliyor. “Dış”a ve dış tehdide dair düşman kavramı, “iç”e ve iç tehdide dair hasım kavramına da şamil hale geldi. Terör söylemi, iç siyasetteki hasım güçleri de düşman gibi kodluyor. Ordularla polis güçleri arasındaki ayrımların hem donanım olarak, hem 'meslekî' ideoloji bakımından silikleşmesi de bununla alâkalıdır.

Bu söylem aynı zamanda terör dediğini, bizatihi bir amaç gibi tasavvur ve takdim ediyor. “Terör çağı”ndan önce, şiddet ve cebir kullanan hasım güçlerin bir ismi-sıfatı olurdu. "Anarşist” yaftası, "komünist" ithamıyla kol kolaydı mesela. (Bu eşleştirmenin elbette I. Enternasyonal'deki Marx-Bakunin çekişmesiyle ilgisi yoktur!) "Bölücü terör" terimi bile, fesat da olsa, bir maksada işaret eder. Terör söylemindeki teröristler, masallardaki canavarlardır, filmlerdeki, çizgi romanlardaki kötülerdir.[2]

***

Jacques Derrida, (anti-)terör söyleminin global bir ideolojik aygıt olarak kurumlaşmasının vazıh bir analizini yapmıştı. Öncelikle, terör kavramının pratik siyasal anlamının milâdına, Fransız Devrimi’nin 1792’de başlayan ikinci aşamasına (veya ikinci devrime) döner. Robespierre önderliğinde Jakobenlerin Selâmet Komitesi’nin iki yıl süren rejimi, terör (“Terreur”) dönemi olarak anılır. Terörün, devletin şiddet tekelinin aracı ve sembolü olarak kurumlaştığı ve terörle savaş arasındaki ayrımın silindiği bu rejimi Derrida, “devlet terörü” olarak tanımlar.

Filozofa göre günümüzde terörizm, “virtüel bir silah” olarak yeniden modelleniyor ve sürekli parlayan bir travma olarak bilince -ve “daha beteri,” der-, bilinç altına kazınıyordur. O, terörizm kavramının, durmaksızın insanın tasavvur gücünü kemiren, onu terörize eden bir maraz halini aldığını söyler.[3]

***

Türkiye’de (anti-)terör rejiminin alâmeti, 1991’de “Terörle Mücadele Kanunu” adını taşıyan özel bir kanunun çıkmasıdır. Bütün dünyada yürürlüğe giren, özellikle 2001’den sonra ‘coşan’ (adım adım sertleştirilen) terörle mücadele kanunlaştırması, olağanüstü hali derece derece süreklileştiren yolu döşedi.  (Terör kavramına kanun yapımında ilk kez 12 Ekim 1983 tarihinde, Olağanüstü Hal Kanunu’nda yer verilmiş olması, tesadüf değil.)

Türkiye’deki Terörle Mücadele Kanunu da muhtelif revizyonlarla tahkim edilirken, bilhassa “terör örgütüne hakim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgüt adına suç işleyen kimsenin örgüt üyesi olarak kabul edilmesi” hükmü, anlaşılır biçimde, hukuk ortamında çok tartışıldı, tartışılıyor. Bu madde, "terör söylemi"nin zübdesi sayılabilir. Anayasa Mahkemesi, 2013 yılında, “varsayımsal bir yaklaşımla örgüt üyesi kabul edilerek örgüte üye olmak suçundan cezalandırmanın, ceza hukukunda kanuni karinelere yer olmadığı ilkesine ve dolayısıyla ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırı” olduğuna hükmetmişti. 2023 yılında, 20 yıl boyunca uygulanan bu maddeyi iptal etti. Ret gerekçesi: “örgüt adına işlenen suç kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin” istenen yasal düzenlemelerin yapılmadığı, bu tarifin muğlaklığını koruduğu ve “temel haklar üzerinde caydırıcı etki oluşturduğu,” “keyfi uygulamaları önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı” idi. Fakat kanunda 2024 yılında yapılan yeni düzenlemeyle, aynı norm ifadeyi biraz değiştirerek tekrar getirildi. Anayasa Mahkemesi kısa süre önce, 9 Ocak'ta Resmî Gazete'de yayımlanan kararıyla, ­bu değişikliğin bir şeyi değiştirmediğini söyleyerek, -6 ay sonra yürürlüğe girmek üzere!-, maddeyi yeniden iptal etti. [4] Birçok hukukçu, Türk Ceza Kanunu'nda kısa vadede yapılması öngörülen değişiklikler arasında, "... yine de terörist sayılır" mealindeki bu maddenin tekrar geri dönmesinden endişe ediyor.

(Anti-)terör söyleminin, Anayasa Mahkemesi tarafından 2018’te yapılan bir değerlendirmede yine ‘uygunsuz’ görülen bir başka kavramını not edelim: “silahsız terör örgütü.” 2008 yılında Hizb-ut Tahrir örgütüyle ilgili yazılan bir yazılan iddianamede kullanıldı bu kavram. Anayasa Mahkemesi kararındaki ifadeyle, kanun “silahlı olmayı veya silahlara erişebilir olmayı terör örgütlerinin varlığı için zorunlu bir unsur olarak aradığından,” olmayacak bir kavram, aslında. Ama, oluyor. En azından akledilebiliyor. Terörle mücadele "konsepti," baktığı yerde, terör tehdidi görür; gördüğü her problemi, terör cinsinden tarif eder.

***

"Silahsız terör örgütü" icadı o kadar yaygın bilinmeyebilir, fakat "kalemli terörist," "kravatlı terörist" lâflarını işitmeyen kalmamıştır. Sakince söz söyleyen nicelerinin "eli silahlı teröristten beter" çuvalına tıkıştırılabildiğini biliyoruz; "... hepsi birdir" toptancılığı, [5] bilhassa "terörle mücadele konsepti"nde işliyor.

Terör, -halk ağzında bazen "törer"-, -tümörle sesdeş-, birinci tekilde bir canavar olarak da geziyor dillerde: "Lanet olası terörler," "kalleş terörler"... Harpli darplı bilgisayar oyunlarında "Türkler vs. [karşısında] terörler," "terörler kudurun" gibi ibarelere rastlayabilirsiniz.

Tribün terörü, trafik terörü vesaire... bu deyişler de, terörü skandallaştırmanın bilinen-tanınan yegâne mefhumu haline getirerek onun heyûlasını büyütüyor.

Terör kelimesinin anlamı, korkutma, dehşet salmadır biliyorsunuz. "Terör" söyleminin, "terörle mücadele konsepti"nin hikmeti, icraatı da budur. Filozofu tekrar edelim: "... durmaksızın insanın tasavvur gücünü kemiren, onu terörize eden bir maraz..." "Terörsüz Türkiye" bahsinde, mesele edilecek şey, budur.


[1] Önerileri, bilgilendirmeleri için Işıl Kurnaz ve Haluk İnanıcı'ya çok teşekkür borçluyum.

[2] Bütün bunların derli toplu ve daha 'dakik' bir analizi: Haluk İnanıcı: "Buhran günlerinde hukuk ve yargı dünyasının haysiyeti," Birikim, Sayı 325 (Mayıs 2016), s. 44-57.

[3] J. Habermas/J. Derrida: Philosophie in Zeiten des Terrors. Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 2004.

[4] "....iptal edilen cümleye konu suçun unsurlarının içerik ve kapsam bakımından aynı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yasama organınca Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararındaki tespitler ışığında temel hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal güvenceler gözetilerek bir düzenleme yapılmadığı, bu nedenle kuralların iptal edilen hükümle aynı sonuçları doğuracağı kuşkusuzdur." (https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2024/189?EsasNo=2024%2F81&KararNo=2024%2F189)

[5] Tanıl Bora: "Hiç farkı yoktur," Zamanın Kelimeleri. İletişim 2024 (4. baskı), s. 160-164.