Kürt meselesi konusunda bölgesel ölçekte hızlı gelişmeler yaşanıyor. Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ye yaptığı silah bırakma ve fesih çağrısının üzerinden iki hafta geçmeden, 10 Mart günü HTŞ ile SDG arasında bir anlaşma sağlandı. Öcalan’ın silah bırakma ve fesih çağrısı YPG/SDG’yi kapsıyor mu tartışmaları sürerken, bu tartışmaları anlamsızlaştıran bir tablo ortaya çıktı. Özetle, HTŞ ve SDG, Kuzey ve Doğu Suriye bölgesindeki sivil ve askerî kurumların yeni Şam yönetimine entegre olması konusunda anlaştılar. Ahmet El Şara’nın kabul ettiği ve devletin adını “Suriye Arap Devleti” olarak koruyan ve şeriata kapı aralayan Geçici Anayasa Bildirgesi anlaşmaya gölge düşürse de söz konusu uzlaşma şimdilik geçerliliğini koruyor.
8 Aralık Sonrası İkinci Eşik Aşılıyor mu?
HTŞ-SDG anlaşması her şeyden önce post-Esad döneminde yeni bir devlet ve ulus inşasında yeni bir kırılma ânı olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda kritik bir eşiğe işaret ediyor. Suriye’de başkenti kontrol eden HTŞ ile nüfus büyüklüğü, coğrafya, askerî kapasite ve diplomatik ilişkiler bakımından ikinci büyük güç olan SDG arasında bir uzlaşı inşası süreci başladı. Bu anlamda, Esad rejiminin devrildiği 8 Aralık post-Esad döneminin ilk kırılma ânıysa, söz konusu anlaşma ikinci kırılma ânı.
Anlaşmanın en önemli özelliği Suriye’de iç savaş bitti mi, yeniden başlar mı tartışmalarının sürdüğü bir dönemde, “negatif barışı”, yani çatışmasızlığı geniş bir alanda güvence altına alması. Anlaşmanın, Lazkiye-Tartus hattında başlayan çatışmaların, binden fazla sivilin hayatına mal olan saldırılarının etkilerinin devam ettiği bir ortamda gerçekleşmesi “negatif barışı koruma” işlevini daha da önemli kılıyor. Nitekim, ABD, Fransa, Almanya, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye’den gelen ilk açıklamalar “negatif barışı koruma” konusundaki bölgesel ve uluslararası uzlaşının ve bu konudaki beklentilerin etkili olduğunu gösteriyor.
Anlaşma hem HTŞ hem de SDG için dört önemli kaynak sağlıyor: zaman, istikrar/çatışmasızlık, müzakere alanı ve meşruiyet. Anlaşmanın sekizinci maddesine göre öngörülen uygulama süreci 2025 yılı sonu. Bu, taraflar açısından post-Esad döneminin ilk bir yılını güvence altına almak anlamına geliyor. Uygulama sürecinin uzama ihtimali de dikkate alındığında taraflar açısında önemli bir kaynak sağlandığı açık.
Suriye’de yeni bir iç savaş çıkacak mı, mevcut yönetimler kalıcı olacak mı sorularının arttığı, kaygıların yükseldiği bir zeminde, negatif barışın dokuz ay kadar korunacak olması hem SDG hem HTŞ için istikrarı koruma, siyasi, askerî, diplomatik alanda kurumsallaşma, yeni ilişkiler kurma, kök salma açısından büyük bir imkân demek.
Bu imkân, esasında anlaşmanın sağladığı yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde, farklı aktörlerle yürütülecek çok katmanlı ve çok aktörlü müzakere zemininden kaynaklanıyor. Bu zemin iki taraf için de dikkate değer düzeyde genişledi.
Son olarak, anlaşma hem HTŞ hem de SDG için yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde meşruiyet zeminini güçlendiriyor. SDG’nin ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelerin kolaylaştırıcılığında, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi komşu ülkelerin desteğiyle Şam’la anlaşmaya varması sadece uluslararası alanda değil, aynı zamanda hem Suriye ölçeğinde hem de SDG’nin doğrudan yönettiği Kuzey ve Doğu Suriye bölgesindeki yerel halk nezdinde meşruiyetini güçlendiriyor.
Öte yanda, güvenirlik kredibilitesi düşük olan ve Tartus-Lazkiye hattında büyük çoğunluğu Alevilerden oluşan sivil insanların yaşamına mal olan çatışmalar sonrasında daha da azalan HTŞ, anlaşmayla birlikte Esad sonrası devlet ve ulus inşası konusunda yeni bir imkân elde etti. Hem Suriye genelinde hem de bölgesel ve küresel aktörler nezdinde meşruiyet alanı genişledi.
Suriye Siyasetine Potansiyel Etkileri
Geçici Anayasa Bildirgesi göz ardı edilmeyecek bir gölge oluştursa da HTŞ-SDG Anlaşması Suriye’de yeni bir sayfa açma potansiyeli taşıyor. Suriye’deki iki büyük gücü bir araya getiren anlaşma her şeyden önce şiddet tekelini oluşturmanın zeminini kuvvetlendirerek devlet inşasını güçlendiriyor ve iç savaşın yeniden başlama ihtimalini dikkate değer ölçüde azaltıyor.
Bu anlamda, ikinci olarak, iç savaş sonrası yeniden inşaya yönelik bölgesel ve uluslararası destek bulma olanaklarını artırıyor. Anlaşma sonrası ilk gelen tepkiler, Katar’ın Suriye’nin enerji ihtiyacını desteklemek üzere komşu Ürdün üzerinden günlük 2 milyon metreküp doğal gaz gönderme kararı alması buna işaret ediyor. Özellikle yerinden edilmiş insanların evlerine dönüşü konusunda dış desteklerin yakın zamanda sağlanma ihtimali çok yüksek.
Üçüncü olarak, anlaşma Arap ve Müslüman unsurlar dışındaki etnik/ulusal ve dinî/mezhepsel grupların alanını genişletiyor. Anlaşmanın birinci, ikinci ve yedinci maddeleri, post-Esad döneminde devlet ve ulus inşasında Kürtler, Durziler, Aleviler, Hıristiyanlar ve sekülerizm yanlısı Sünni Araplar için bir yandan koruma sağlayıp görece alan açarken bir yandan da siyasi katılım ve temsil konusunda yeni bir alan sunuyor.
Dördüncü olarak, anlaşma Suriye’de seküler bir sistemin kurulma ihtimalini güçlendiriyor. Suriye’de zaten güçlü bir seküler gelenek var. Aleviler, Dürziler ve Hıristiyanlar nüfus olarak da, coğrafya olarak da Suriye içerisinde dikkate değer bir yere sahipler. Öte yandan, köktenci/radikal İslâmcı gelenekten gelen HTŞ’nin Esad yönetimini devirmesiyle birlikte şeriatın kurulacağına yönelik ihtimaller artmıştı. Geçici Anayasa Bildirgesi’nde İslâm’ın ana hukuk kaynağı olarak tanımlanması bu ihtimalin sürdüğünü gösteriyor. Söz konusu maddenin Irak’ta ve Suriye’nin eski rejimi döneminde de olmasından dolayı maddeyi sembolik düzeye indirgeyip önemsizleştiren yorumlar olsa da bu maddenin Esad ve Saddam gibi İslâmcı olmayan aktörlerden farklı olarak köktenci İslâmcı bir yönetim tarafından önerildiği ve uygulanacağı göz ardı edilmemeli. Bu denklem içerisinde, seküler siyasetin çok güçlü olduğu, siyasal sistemin sekülerlik üzerine inşa edildiği, kadınların hem sivil hem de askerî kurumlarda güçlü konumlar elde ettiği Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinin Şam’a entegrasyonunun post-Esad dönemde devlet ve ulus inşası sürecine dahil olması ülke ölçeğinde yapısal etkiler yaratabilir.
Son olarak, anlaşma SDG’yi ülke içindeki yerel/bölgesel bir aktör olmaktan çıkarıp Suriye ölçeğinde bir aktöre dönüştürüyor. Daha açık bir ifadeyle, anlaşmayla birlikte SDG’nin ülke ölçeğinde siyaset yapma zemini genişliyor. SDG, Fırat Nehri’nin doğusundan tüm Suriye’ye doğru siyaset alanını genişletiyor. Bu zemini sağlayan en önemli dinamik, SDG’nin HTŞ’yi dengeleyecek bir aktör olması; Kürtlerin yanı sıra etnik/ulusal ve dinî/mezhepsel azınlıkların hakları konusunda SDG’nin bir tür koruyucu rol üstlenmesi. Nüfus, coğrafya, askerî kapasite ve diplomatik ilişki ağı bakımından en güçlü azınlık grubu olan Suriye Kürtleri, HTŞ’yi dengeleyecek etnik ve dinî azınlık gruplarının liderliğine soyunuyor. Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinin Kürtlerin ve Arapların ana unsuru oluşturduğu, güç paylaşımına dayalı, çok-dilli, çok-dinli bir bölge olarak inşası ve yaklaşık on üç yıllık de facto özerklik deneyimi SDG’ye önemli bir kredi sağlamış durumda. Özetle, anlaşmanın, Suriye Kürtlerini yerel/bölgesel bir aktör olmaktan öteye taşıma ve Şam’ın kurucu aktörlerinden birine dönüştürme potansiyeli içerdiğini söylemek mümkün.
Öte yandan, anlaşmanın uygulama süreci birçok zorluk taşıyor. Asgari bir zemin tanımlayıp müzakere alanını genişletse de Müslüman ve Arap olmayan grupların siyasi katılımı ve temsili, ateşkes, sivil ve askerî kurumların entegrasyonu, sınır kapıları, petrol ve doğal gaz alanlarının yönetimi gibi her biri tek başına masayı devirmeye yetecek birçok zor konu var.
Türkiye’deki Barış Sürecine Potansiyel Etkileri
HTŞ-SDG arasında sağlanan uzlaşı Türkiye’deki barış süreci üzerinde de olumlu etkilerde bulunacaktır. Türkiye’de son on yılda yaşanan dramatik otoriterleşme sürecinde Suriye iç savaşı önemli bir kaynak işlevi gördü. Türkiye Kürt meselesinde bir yandan yeniden “terör” ve “güvenlik” konseptine sert bir şekilde dönerken, öte yandan sığınmacılar meselesi ülke genelinde milliyetçiliğin yükselişinde önemli etkilerde bulundu.
Farklı zaman ve mekânlarda yaşanan iç savaş deneyimleri şunu gösteriyor: Komşu ülkede bir savaşın olması durumunda ilgili ülkenin çatışma yaşama potansiyeli yüksek. Bu potansiyel komşu ülkeler arasında etnik ya da dinî bağların olması durumunda daha da artıyor. Çatışmaların yayılma potansiyeli hem fikrî düzeyde hem de fizikî/mekânsal düzeyde gerçekleşebiliyor.
Suriye’de negatif barışın korunması ve geri dönüşlerin sağlanması Türkiye siyasetinde hem Kürt barışının sağlanması hem de sığınmacılar meselesi bağlamında rahatlama getirecektir. Devam eden barış sürecinin Kürtlerin siyasi, idari, kültürel ve sosyal hayatında ne tür iyileşmeler getireceğine dair belirsizlik sürüyor. Mesele büyük oranda PKK’nin silahsızlanması üzerinden yürütülüyor.
Bu noktada, özellikle Kürt sokağında sürece dair rıza üretiminde Suriye’de sağlanacak uzlaşı önemli bir kaynak işlevi görebilir. Öte yandan, Türk sokağı açısından Kürt meselesinin çözümüne yönelik atılacak olası adımlar konusunda ortaya çıkacak “potansiyel siyasi maliyetler” bir anlamda dışsallaştırılarak Suriye’ye transfer ediliyor. Bu tablo, özellikle PKK’nin silahsızlanması gibi ağır bir meselenin hallini görece kolaylaştırıyor.
Özetle, Türkiye’de devam eden PKK’nin silahsızlanması ve Kürt meselesinin siyaset ve hukuk zeminine çekilmesi süreci ile Suriye’deki post-Esad dönemi devlet ve ulus inşa sürecinde Kürtlerin yerine ilişkin süregelen müzakere süreci ilişkili süreçler. Bununla birlikte, iki ülkedeki süreçlerin birbirine indirgenmesi mümkün değil. Meselelerin kapsamı, sorun alanları, aktörleri ve takvimleri ilişkili olsa da dikkate değer ölçüde farklı. Suriye’de sağlanan HTŞ-SDG anlaşması bu noktada Türkiye’de Kürt çatışmasının sonlanması, meselenin siyasal ve hukuksal zemine taşınmasını önemli ölçüde kolaylaştırdı.
Söz konusu anlaşmanın kapsayıcı bir uzlaşı ile sonuçlanması PKK’nin silahsızlanmasından öteye etkiler yaratacaktır. Türkiye’nin Osmanlı’dan miras Kürt meselesinin istikrarlı bir çözüme kavuşması, şiddet zemininin kalıcı olarak kurutulması ve ülke genelinde demokratik bir dönüşüm için zemin oluşmasına büyük bir imkân yaratacaktır.