İmamoğlu Krizi Sonrası Kürt Barışı
Cuma Çiçek

Tarih tekerrür mü ediyor? Yeni bir Gezi’yle mi karşı karşıyayız? Gezi olaylarında yapılan hatalar tekrar mı ediyor? İmamoğlu’nun tutuklanması ve sonrasında sokağa taşan çoklu itirazlar hem zamanlama hem de barış süreci ve seçim dönemi arasında ilişki kurması anlamında Gezi olaylarıyla benzerlikler taşıyor. Kürt barışına yönelik süreç devam ederken hükümete yönelik çoklu itirazlar bir demokratikleşme dinamiğine dönüşerek barış sürecini destekleyebilir. Buna karşın, barış sürecini çökertecek yolların taşlarını da döşeyebilir. Sadece ana-akım Kürt siyaseti değil, Cumhur İttifakı da ana-muhalefet partisi CHP de büyük bir meydan okumayla karşı karşıya.

Yeni barış sürecine ilişkin kamuoyunda yaygın bir iyimserlik yok. Bununla birlikte Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve PKK’nin olumlu yanıtı sonrasında önemli bir farklılık oluştu ve özellikle Kürt sokağında iyimserlik dikkate değer düzeyde arttı. Ancak bu iyimser hava son iki haftada önemli oranda dağıldı. Şimdi şüpheler ve kaygılar daha fazla.

Gezi ve 2013-2015 Çözüm Süreci

2013-2015 Çözüm Süreci’nin çökmesinin en önemli dinamiklerinden biri Gezi olaylarıydı.

Bir önceki Çözüm Süreci’nin ilk aylarında, 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz etkinliğinde Öcalan’ın mesajı kamuoyuna duyuruldu ve Öcalan özetle son çağrıda olduğu gibi “silahın döneminin kapandığını” ilan etti. Türkiye’ye Kürt meselesini çözmeyi ve sınır-ötesi ölçekte Kürtlerle dostane ilişki kurmayı öneren Öcalan, demokratik ve sivil bir mücadele dönemine girdiklerini duyurdu.

Bununla birlikte bu çağrıdan yaklaşık iki ay sonra Mayıs ayının sonunda başlayan Gezi protestoları sonrasında Türkiye başka bir politik iklime girdi ve yaklaşık iki yıllık çabaya rağmen süreç başarısızlıkla sonuçlandı. 2013 yılında yapılanlar ve yapılmayanlar on iki yılımızı aldı götürdü; hem de ekonomik, siyasi ve sosyal alanda büyük bir yıkım bırakarak.  

Gezi Parkı’nda başlayan eylemler zaman içerisinde tüm Türkiye’ye yayılarak dönemin AK Parti hükümetine yönelik çoklu itirazların aktığı ana bir protesto akımına dönüştü. Dönemin hükümeti bu itirazları duyup Çözüm Süreci’ni geniş bir demokratikleşme dinamiğine dönüştürebilirdi. Ancak böyle olmadı. 2002 yılından 2013 yılına kadar süren demokratikleşme dalgası sona erdi ve 2013 sonrasında otoriterliğe doğru kırıldı. Bu kırılma 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL ile birlikte dramatik bir hal aldı. Türkiye bugün kusurlu demokrasi ile otoriter rejim arasında, bununla birlikte otoriter rejimin kıyısında bir ülkeye dönüşmüş durumda.

Bu yazının konusu değil ama 2010 Anayasa Referandumu sonrası başlayan ve günümüze kadar da süren “devlet krizinin” en önemli duraklarından birine dönüştü Gezi protestoları ve hükümet başta olmak üzere dönemin aktörlerinin verdiği tepkiler. Görünen o ki bugün de devam eden devlet krizinin nasıl bir seyir alacağı İmamoğlu krizine verilecek cevaplarla şekillenecek. Bu anlamda yeni bir kırılma dönemine girdiğimiz söylenebilir.

Kürt Barışını Siyasi Rekabet Konusu Yapabilmek

İmamoğlu’nun geniş bir çalışma ekibiyle birlikte tutuklanması sonrasında sokağa taşan çoklu itirazlar ülkeyi benzer bir kavşağa getirmiş durumda. Bu kavşaktan demokratikleşme yönünde mi yoksa tam otoriterliğe doğru mu seyir alacağımız sadece hükümet ve ortaklarının değil aynı zamanda ana-akım Kürt siyasetinin ve ana muhalefet partisi CHP’nin alacağı tutuma bağlı.

Kavşaktan hangi yöne doğru yol alacağımızı anlamaya olanak tanıyacak en önemli göstergelerden biri kanaatimce Kürt barışının ne ölçüde siyasi rekabet unsuru olacağı.

Malum, Cumhuriyet dönemi boyunca Kürt meselesinin çözümsüzlüğü siyasi alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik kaynağı işlevi gördü ve Türkiye’yi otoriter dünyanın bir parçası kıldı.

Geçmiş dönemlerde esas olarak Kürt çatışması Ankara’da bir siyasi rekabet unsuru oldu. Bugün milliyetçiliğin tüm renkleriyle ana-akım partilerin tamamını kesmesi bu durumun en önemli nedeni ve de sonucu. Kimi girişimler olsa da ana-akım partiler içerisinde Kürt barışına yatırım yapan aktörler konusunda Türkiye hep yoksun bir ülke olarak kaldı. Önceki süreçlerde muhalefet çoğunlukla meselesinin çözümü üzerinden değil statükonun korunması üzerinden hükümetle siyasi rekabete girdi.

Bugün soru şu: İlgili aktörler Kürt barışını siyasi alanda demokratikleşme, ekonomik alanda eşitlik, dış politikada hak ve hukuk dünyasının parçası olmak için bir kaynağa dönüştürebilecek mi?

Gösterge ise Kürt barışının ne ölçüde siyasi rekabet unsuru haline getirilebildiği.

Ana-akım Kürt Siyasetinin Pozisyonu

Kanaatimce burada en önemli meydan okumayla ana-akım Kürt siyaseti karşı karşıya. Kürt barışıyla demokratikleşme arasındaki bağı kurabildiği, Cumhur İttifakı ile muhalefetle kurduğu ilişkide bu bağı siyasi rekabet unsuruna dönüştürebildiği ölçüde ana-akım Kürt siyaseti krizi demokratikleşme yönünde aşmaya katkı sunabilecek.

DEM Parti’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyaseti bugüne kadar bir yandan barış sürecini sürdürürken öte yandan sokağa taşan demokratik tepkileri duydu ve CHP ile dayanışma gösterdi. Bununla birlikte muhalefete angaje olmadan mesafeyi koruyabildi. Barış gündemini İmamoğlu gündemine hapsetmedi.

Türkiye’de kamusal alanın ikili yapısı, daha açık bir dille “Kürt sokağı” ve “Türk sokağı” olarak ayrışması; her bir kamusal alanın aktörlerinin, gündemlerinin, çatışma ve müzakerelerinin, zamansallıklarının farklılaşması DEM Parti’yi üçüncü yola yatırım yapmaya zorluyor. Kürt meselesinin sınır-ötesi dinamiği de DEM Parti’yi özgün bir pozisyon almaya itiyor. Kürt siyaseti bir yandan Kürt sokağına konuşurken ve özgün bir hat üzerinden ilerlerken bir yandan da Türk sokağıyla köprü kurmaya, Türk sokağının gerilimlerinde “denge değiştirici” bir aktör olarak pozisyon almaya çalışıyor.

Türk sokağında “denge değiştirici” aktör olarak konumlanmanın yanı sıra Kürt sokağında barışa yönelik mutabakat inşası ana-akım Kürt siyasetinin bir diğer önemli meydan okumasını oluşturuyor. Barış sürecindeki tartışmalar bugüne kadar PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesinden öteye geçemedi. Silahları gömmek konusunda Kürt sokağında geniş bir mutabakat var. Bununla birlikte, Kürt sokağının siyasi, idari, ekonomik, kültürel, psikolojik vb. alanlardaki talep ve beklentileri, ihtiyaçları bugüne kadar yeterince duyulmadı. Öcalan çağrısında esas olarak Türk devletinin ve Türk sokağının beklenti ve hassasiyetleri dikkate alındı. Tüm bu tablo sonucunda ana-akım Kürt siyaseti açısından Kürt sokağında barış sürecine ilişkin mutabakat inşası bugün itibariyle daha da kritik hale gelmiş durumda.

CHP ve Geniş Muhalefet

Cumhur İttifakı’nın muhalefet için “fırsat penceresi” açan “stratejik hatasını” CHP bugüne kadar iyi yönetti. CHP, Cumhur İttifakı’nın muhtemel beklentileri olan parti içi çatışmaları ve kavgaları bir yana bırakarak İmamoğlu etrafında birleşebildi. Uzunca bir zamandır kaybettiği “meydan siyasetini” yeniden kazandı. Bir yandan diğer muhalif partileri etrafında toplarken öte yandan gençlerin öncülük ettiği eylemleri “şiddet zemininden uzak tutmayı” başardı. Stratejik hamleleri taktik adımlarla besleyip İmamoğlu’nu muhalefetin genel adayına dönüştürdü. İBB Başkanı’nın tutuklandığı gün yaklaşık 15 milyon insanı önseçim sandıklarına götürebildi. 

Özellikle CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Saraçhane buluşmalarıyla Newroz buluşmaları arasında bağ kurması, Diyarbakır ve İstanbul Newroz etkinliklerine mesaj göndermesi gibi sembolik adımları da içeren tutumu, CHP’nin Kürt çatışması değil, Kürt barışı üzerinden Cumhur İttifakı’yla siyasi rekabeti sürdürebileceğini gösteriyor.

Bununla birlikte CHP’nin önünde de büyük meydan okumaların olduğu görülüyor. Mansur Yavaş’ın Kürt sokağında yankı uyandıran “pamuk şekeri konuşması”, Saraçhane’de Şeyh Said’e yönelik hakaretler, Öcalan’a yönelik küfürler, kimi mitinglerde Kürtlere dönük saldırılar CHP’nin son yıllardaki ana açmazının bütün ağırlığıyla yerinde durduğunu gösteriyor: Sosyal demokrasi ile milliyetçiliği aynı anda idare etme siyaseti. Bu ideolojik ve politik hat fikrî düzeyde kalmayıp örgütsel yapı içerisinde de İmamoğlu-Yavaş ikiliğinde görüldüğü üzere dönemsel krizler yaratıyor. Sokağa çıkan her beş gençten dördünün kendisini tanımlarken tercih ettiği “Atatürkçülük” ve “milliyetçilik”, CHP’nin sadece ideolojik-politik ve örgütsel bir krizle karşı karşıya kalmadığını, bu krizlerin toplumsal yüzünün de olduğunu gösteriyor. Uzun yıllardır kendi tabanını Kürt meselesi konusunda dönüştürme zahmetine yeterince girmeyen, risk almaktan kaçınan, bu konuda siyaset yapmaktan uzak duran CHP’nin bugün yükü daha da artmış durumda.

Temel soru şu: CHP ideolojik-politik, örgütsel ve toplumsal alanda karşı karşıya olduğu bu krizleri Kürt barışı ve demokratikleşme arasındaki bağı koruyarak yönetebilecek mi? Bugüne kadarki performansı bu konuda geçmişten derslerin alındığını gösteriyor. Bununla birlikte, CHP, kurmay düzeydeki pozisyonunu parti tabanına ve oradan sokağa taşan daha geniş muhalefete taşıma gibi büyük bir imtihanla karşı karşıya.

Türkiye’nin göç ve metropolleşme dinamiklerinden kaynaklı olarak Türk sokağını ve Kürt sokağını coğrafi olarak ayrıştırılmak kolay değil. Bu iki sokak belli düzeyde iç içe geçmiş durumda. İç içe ama ayrı olan bu iki sokağın oluşturduğu “ikili kamusal alan yapısı” CHP’nin yükünü daha da artırıyor.

Cumhur İttifakı

Son olarak, Cumhur İttifakı’nın İmamoğlu krizinde alacağı tutum önümüzdeki günleri belirleyecek en önemli dinamik. Cumhur İttifakı bugüne kadar sokağa taşan itirazları duyduğuna dair bir işaret vermedi. Aksi yöndeki işaretler ise fazlasıyla var.  

Bu konuda elimizde iki istisna var. İlki, İBB’ye kayyım atanmaması için AK Parti içinde kimi seslerin yükseldiğine ve DEM Parti İmralı Heyeti üyelerinin girişimlerinin bu konuda sonuç almayı kolaylaştırdığına dair iddialar.

İkincisi, Bahçeli’nin Türkgün gazetesinde yayınlanan kalıcı barış için kapsamlı reform çağrısı içeren “Yeni Bir Toplumsal Hayat ve Yeni bir Türkiye için Tarihi Çağrı” başlıklı değerlendirmesi. Bahçeli’ye göre “Türkiye için tarihi bir fırsat olan PKK’nın silah bırakması ve fesih sürecinin uzun vadeli beklenen başarıya ulaşması için siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan yeni atılımlar ve kapsamlı reformlarla milli birliğimiz daha da güçlendirilmeli, toplumsal uzlaşı, adalet ve eşitlik esas olmalıdır (vurgular eklenmiştir).” 

Cumhur İttifakı Gezi protestolarında yapılamayanları yapabilir. Yani, sokağa taşan demokratik itirazları, talep ve beklentileri duyarak Kürt barışıyla ilişkilendirebilir. Zira, PKK’nin silah bırakması ve fesih sonrası dönemin kalıcı, istikrarlı bir barışa evrilmesi, başka bir ifadeyle “negatif barışın” “pozitif barışa” doğru evrilmesi Bahçeli’nin yaptığı çağrının hayat bulmasına bağlı. Bu anlamda, CHP’nin barış sürecine dahil edilmesi ve görece bir normalizasyonun sağlanması siyasi alanda bir rahatlama sağlayacaktır. Ancak ilk sinyaller bu ihtimalin düşük olduğunu gösteriyor. Cumhur İttifakı muhtemelen bir yandan CHP’ye yönelik sert tutumunu sürdürüp bir yandan da sokağı doğrudan muhatap alarak kimi adımlar atacaktır.

Cumhur İttifakı bugüne kadar barış süreci konusunda kamuoyu beklentilerini aşağıda tutmayı tercih etti. Ana stratejilerden birini halkın demokratikleşmeye dönük reformlar konusundaki beklentilerini azaltmak oluşturdu. Bir yandan görüşmeler sürerken bir yandan da tutuklama, kayyım gibi anti-demokratik uygulamaların devam etmesi, son olarak İmamoğlu ve ekibinin tutuklanması son kertede kamuoyunda reformlara yönelik beklentileri azalttı. Bu yaklaşımın bir çelişki olmadığı, özellikle bir yöntem olarak tercih edildiği ve planlandığı söylenebilir.

Bununla birlikte, beklenti azaltma stratejisi barış sürecini de riske atacak düzeye varmış gibi görünüyor. Sokağın demokratikleşme talepleri barış sürecinin de “şart olmayan gereklerinden” birine dönüşmüş durumda. Kürt sokağı ve Türk sokağında ortaya çıkan “demokratikleşme mutabakatı” Cumhur İttifakı için bu anlamda önemli bir meydan okumayı ifade ediyor.

Burada Cumhur İttifakı’nın temel imtihanı iktidarın kısa vadeli ve seçim odaklı ihtiyaç ve beklentileriyle ülkenin orta ve uzun vadeli ihtiyaçları arasındaki çatışma ve uyumları denge içerisinde yönetmek.

Muhalefetin erken seçim çağrıları –beklenenin aksine– barış süreci ile seçim takvimi arasındaki bağı güçlendirdiği için siyasi zemini daha da kırılgan hale getiriyor. Kısa vadeli, seçim odaklı ve iktidar merkezli tartışmalar ülkenin orta ve uzun vadeli ihtiyaçlarının önüne konuyor.

Burada CHP, DEM Parti ve Cumhur İttifakı hattında ortaya çıkacak muhtemel bir diğer tartışma ve kutuplaşma alanı erken seçim. Zira, CHP erken seçime yatırım yaparken, Cumhur İttifakı 2027 sonbaharına işaret ediyor. 1 Ekim 2024 öncesi erken seçim çağrılarına katılan DEM Parti, barış süreciyle birlikte bu konuyu gündeminden çıkardı. Zira, farklı gerekçelerle de olsa erken seçim ne DEM Parti ne de Cumhur İttifakı açısından rasyonel bir tercih gibi görünüyor.

Tüm bu tablo içerisinde Kürt barışı ve demokratikleşme arasında bağ kurmak ve siyasi rekabeti bu bağ üzerinden sürdürmek mevcut krizi aşmanın bir ara yolu olarak öne çıkabilir. Tarafların bu seçeneğe ne ölçüde yatırım yapacağını çok geçmeden göreceğiz. Özellikle DEM Parti ve CHP’nin alacağı tutum bu konuda belirleyici olacak. CHP ve DEM Parti bu bağı kurup siyaset alanını genişletebildiği ölçüde AK Parti hükümetini ve ortağı MHP’yi değişime zorlayabilir.