Hikaye şöyle başlar, Thebai kralı Laios’un karısı Iakoste hamiledir.
Çiftin çocukları doğmak üzereyken bir kahin, doğacak çocuğun babası Laios’u öldüreceğini, tahtını ele geçireceğini ve Iakoste ile evleneceğini söyler. Sonrası malum, kral Laios oğlu doğar doğmaz, onu bir yardımcısıyla kurda kuşa, börtü böceğe yem olarak, ölüme terk edilmek üzere ormana gönderir. Karıncalar, börtü böcek ayaklarına işlesin diye, kan kokusuna vahşi hayvanlar toplansın diye, bebeğin ayakları şişlenir. Ne var ki yardımcı, bebeğe kıyamaz onu ölüme terk etmek yerine, bir çobana emanet eder. Tıpkı, pamuk prensesin yerine bir tavşanın kurban edilmesi gibi, bebek ölümden kurtarılır. Ayaklarındaki yaralardan dolayı, şiş ayaklı anlamına gelen Oedipus olarak bilinen bu delikanlı tam da kehanetteki gibi, önce babasını öldürür, sonra annesiyle evlenir ve hem babasının ülkesinin, hem tahtın, hem de annesinin sahibi olur.
***
Kehanet masallarında, örneğin Konstantin’in kızını 18 yaşında gelecek ölümden korumak için Kızkulesi’ne kapatması, Pamuk Prenses’in öldürülmek üzere ormana gönderilmesi, ya da Laios’un oğlunun öldürülmek üzere ormana atılması, aslında kehanetin başlangıç noktalarıdır. Ya da şöyle söyleyebiliriz, kehanet dile geldikten sonra ölümcül süreç başlar. Kehanet duyulduktan sonra, ondan kaçınmak için yapılan bütün manevranın bizzat kehanetin gerçekleşeceği yolun adımları olması ve yolun sonunun kehanete çıkması, bütün kehanet masallarının ortak özelliğidir.
Tam da bu yüzden, kehaneti tetikleyen büyük günahlardan insanlar kaçınsın, yaşananlardan ibret alsınlar, aynı yanlışlara düşmesinler diye, siyer hikayeleri, nushiyeler, mitolojik anlatılar, efsaneler, tarih, toplumsal tipler ve arketipler vardır ama işler hep Mehmet Akif’in dediği yere çıkar.[1]
***
AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan 12 Eylül rejimi ve 28 Şubat’ın hanesinde doğdu, yetişti ve 12 Eylülcü hegemonyanın rasyonel hali olarak, 12 Eylül rejiminin zevahirini tasfiye edip iktidarı ele aldı. Türk-İslam tarihi bir kenara, bütün insanlık tarihini düşündüğümüzde pek çok hükümdara nasip olmayan bir iktidar süresi ve gücü oldu. Bu yıllara yayılan görkemli hükümdarlık elbette, Tayyip Erdoğan’ın siyasi zekâsı, dünya sisteminin değişik pazarlıklar sonucunda sürekli kredi verecek şekilde işlemesi, muhalefetin işbilmezliği gibi birtakım gerekçelerle uzadı, uzadıkça güçlendi.
Fakat, Tayyip Erdoğan, bilhassa Başbakan olduğu dönemden itibaren, tıpkı Oedipus kehanetindekine benzer bir şekilde Türkiye siyasetinin bilhassa milliyetçi muhafazakâr oğlan çocuklarının hepsini ya tasfiye etti ya da kendi saflarına katıp onları siyasi olarak iğdiş etmiş oldu. Elbette bu konuda ilk önemli örnekler, Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar, onları Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş takip etti; Devlet Bahçeli’nin Meral Akşener & Sinan Oğan kuşatmasından çıkarılmasını; Muhsin Yazıcıoğlu ve Sinan Ateş’in ölümlerini de sağ muhafazakâr dünyanın oğullarının (Akşener dahil) siyaseten öldürülmesi, ya da Tayyip Erdoğan’ın iktidarını alacak olan oğuldan kurtulma operasyonu kapsamında değerlendirmek mümkün.
***
İmamoğlu, AKP’li yıllarda bilhassa başkanlık rejiminin mecbur bıraktığı siyaset biçiminin çocuğu. Burada artık siyasi ittifaklardan ya da müttefiklik ilişkilerinden değil tamamen matematiksel manevraların mevcut koşulları belirlediği yerlerden doğdu; Oedipus’un hikayesindeki gibi, bir saraylı olarak ‘halkçı’ partinin mahfillerinde büyüdü (ilginç bir şekilde, Oedipus’un çobana emanet edilmesi gibi, İmamoğlu gözaltına alınırken kendisini halka emanet etti) ve 2016 sonrası Türkiye’nin mahkûm edildiği siyasi iklimin oğlu olarak, Tayyip Erdoğan’ın iktidarına son verecek siyasi figür olarak sivriliyor. Tayyip Erdoğan ve saray ekibinin, ondan kurtulmak için attığı her adım ise İmamoğlu’nun iktidar yolunun taşlarına, Erdoğan’ın siyasi iktidarının sonunu getirecek olan kehanete dönüşüyor.
***
İmamoğlu’nun ve ekibinin mülklerine, bizzat İmamoğlu’nun hem diplomasına hem de seçilmiş haklarına el konulması, bütün Türkiye’de özellikle üniversite öğrencileri arasında tam bir infial yarattı. Üniversite mezuniyetinin kıymetini kaybetmesi, popülist siyasetin okumuşluğu ‘elitizm’ olarak işaretleyip, bilhassa sağlık çalışanları üzerinden had bildirilmesi gereken bir mertebeye dönüştürmesine tüm bu yaşananlar tüy dikti.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın sebebi tam olarak anlaşılamayan, ‘elit’ okulları tasfiye etme projesi olarak ‘proje okullar’ projesinin de tasfiye edilmesiyle birlikte, eylemci seviyesi üniversite öğrencisinden ortaokul öğrencisine kadar düştü.
Tayyip Erdoğan’ın son kuvvetli dişi hukuki yapısının İmamoğlu ve ekibine karşı başlatmış olduğu turp savaşlarında, rejimin ima ettiği tahrip gücü yüksek turplar bir türlü piyasaya çıkmadı ve İstanbul Belediyesi’nin merkeze yerleştirildiği hukuki operasyonların haklılığı konusunda, Türkiye kamuoyu bir türlü ikna edilemedi.
ROK ve Küçük’ün aylardır ısıttığı İstanbul kayyımluğu meselesi Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu müdahale (ki hemen öncesinde, İmamoğlu Bahçeli’ye ittifak daveti yapmıştı) ile yakın siyasi tarihin sınırları içinde ‘sonsuza kadar’ rafa kaldırıldı ve gene Bahçeli, Tayyip Erdoğan üzerinden rejimin içindeki kimi unsurları İstanbul’u bırak, Kürt meselesine ve Suriye’ye bak diye ciddi bir şekilde uyardı.
O esnada, bir zamanlar Davutoğlu’nun vekili olacak olan ama MİT’te uzun bir kariyer yaptıktan sonra, Dışişleri Bakanlığı’nda vadi editleri yapmaya devam eden Hakan Fidan, Antalya Uluslararası İlişkiler Forumu’nda Jeffrey Sachs isimli ABD’li bir akademisyene kürsü verdi ve Sachs mealen, “Suriye savaşını İsrail istediği için ABD çıkarttı ve diğer bölgesel savaşlarda da durum böyle” dedi. Sachs bunları söylediği esnada, Fidan ailesine yakınlığı ile bilinen tutuklu işadamı Erkan Kork, gazeteciler Ağırel ve Soykan’dan şikayetçi olarak Tayyip Erdoğan’a bir turp demosu göndermiş, bir kaderden bir başka kadere geçmek istediğini açık etmiş ve istenirse birtakım turpları büyütmenin mümkün olduğunu ima etmişti.
Fakat burada, turplar ile ilgili hem zirai hem de metaforik bir bilgiyi zikretmekte fayda var: “turbun sıkından seyreği iyidir”.
Hülasa bir yandan muhalifler güçlenirken, diğer yandan saray (ve sarayın dışındaki rejim) kendisini Post-Erdoğan sürecine konumlandırmaya çalışırken, turp işi olmadı.
Dahası, tıpkı Laios’un olmaması gereken yerde olmaması gereken zamanda bulunduğu için Oedipus tarafından öldürülmesi gibi, Tayyip Erdoğan’ın genelde işini kolaylaştırmış olan uluslararası gelişmelerde de yanlış zaman, yanlış mekân mekaniği işliyor belli ki.
Her ne kadar Trump (bir zamanlar AKP’liler Trump’ı protesto etmek için turp kemirmişlerdi, acaba turbun büyüğü Trump mıdır?), Tayyip Erdoğan’a övgü sınırlarını zorlayan sözler etmiş olsa da, Gazze üzerinden sürdürülen kirli pazarlığın, öncelikle Türkiye’deki İslamcı-muhafazakâr kamuoyunu ikna etmediği, Suriyelileri konsolide eden hicret-ensar-muhacir denkleminin, Gazze’nin turistik bir cennete dönüştürülmesi pazarlığında, moda tabirle öncelikle bizzat AKP seçmeni tarafından satın alınmadığı ortada.
Buna rağmen rejim Gazze’deki muhayyel Trump Tower kondularını, Kanal İstanbul’un hukuksuz temel atma töreni ile selamlamaktan imtina etmiyor.
Tüm bunlar olurken, ABD hükümeti, Suriye’deki yapıyı (artık neyse) tanımadığını ilan ediyor ve İsrail’in Suriye konusunda askeri olarak ateş etmeye devam ederken, siyasi olarak da mermi ağzında tetik düşürmeye hazır olarak beklediğini anlıyoruz.
***
Hülasa, çok alametler zahir oldu ve Tayyip Erdoğan rejiminin sonunu getirecek olan, oğlan çocuğunun Ekrem İmamoğlu olduğu neredeyse kesin, fakat alması gereken birkaç viraj, vermesi gereken birkaç sınav var; örneğin Kürt meselesi, yoksulluk, uluslararası ilişkiler, çürümüş bürokrasi, finansallaşmış/faize alışmış sermaye, askıya alınmış hukuk gibi meselelere vereceği yanıtlar, Oedipus’u Thebai şehrinin kapısında sorguya çeken Sfenks gibi bekliyor.
[1] "Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"