Ahlak Mücadelesi
Murat Belge

İktidar Ekrem İmamoğlu’na karşı savaşını yaygın tutuklama gibi yöntemlere döndürünce o savaşla birlikte “bu ülkede siyaset yapma” tarzını da değiştirmiş oldu. Siyaset ister istemez gerginlik içeren bir etkinliktir. Türkiye’de siyaset yapmak her zaman yoğun gerginlik içermiştir. Ama AKP bu son girişimleriyle Türkiye’nin alışık olduğu ölçülerin adamakıllı üstüne tırmandı ve tırmandırdı.

İlk ağızda son günlerde sık sık karşımıza çıkan “düşman hukuku” etkeni var. Siyaset dünyasının aktörleri birbirlerine “canım, cicim” diyerek sarılmazlar. Ama siyasi rakibe düşman ülkenin askeri muamelesi çekmek de normal görülmez. Siyaset kırıcı, inciti olabilir, çok zaman öyledir. Ama her türlü ahlaki ilkeyi çiğneyerek rakibi (“düşmanı”) yok etmek demek de değildir. AKP epey bir süreden beri bu ikincisini, düzenli bir biçimde, dozunu artırarak uyguluyor.

Normal olarak rakibin mümkün olan her türlü zaafından yararlanarak toplumun desteğini almaya çalışırız. Ama “buradan öteye geçilmez” diye bellediğimiz sınırlar da vardır. Onları aşınca kendi cephemizdeki “cengaverleri” bile kızdırabiliriz. AKP oldukça erken bir tarihten başlayarak bu gibi sınırları kaldırdı.

Neler yaptığından örnek vermekle uğraşmak istemiyorum. Bunlar çok söylendi, ayrıntılı olarak gösterildi. Birkaç genelleme üstünde durup bir değerlendirme yapmak istiyorum. Öncelikle, böyle biçimlenen bir “siyasi” ortamda siyasetin kendisine yer bulamadığını vurgulayayım. Diyelim, ekonomik sorun var; hükümet bir çıkış yolu uygulamaya karar vermiş; Muhalefet bu yolu beğenmiyor, eleştiriyor. Bunlar normal, her zaman olan şeyler. Ama diyelim ki hükümet ya da muhalefet başka türlü bir yola sapıyor: “Deflasyon ilan ederseniz şu sonuçlarla karşılaşırsınız,” demiyor. Bunun yerine karşı cepheden falanca ya da filancanın şu tür bir numara çevirerek cebine hak etmediği paralar indirdiğini söylüyor, “yolsuzluk yaptı,” diyor. Bu da görülmemiş, işitilmemiş bir şey değil. Olguları toplar, durumu incelersiniz, sonuca varırsınız.

Ama bu son aşamada o incelemeyi yapıyorsunuz ve orta yerde böyle bir yolsuzluk olmadığını tesbit ediyorsunuz. Yolsuzluk olduğunu ilan edenin de aslında olmadığını bildiğini görüyorsunuz. Buyurun bakalım. Ne derler buna? “İftira!” derler. Böyle deyince konu “deflasyon ilan edersek ne sonuç alırız?” tartışması olmaktan çıkar. “İftira” denen davranışın ceza kanununda yeri vardır, buraya vardıracak prosedür bellidir v.b. Geldiğimiz bu noktada artık iktisaden ne yapmak gerektiğini tartışmıyoruz. Politika da tartışmıyoruz. “Kanunda yeri var” dedim, evet, var. Ama ondan önce bir ahlak sorunuyla karşı karşıyayız. Bunun da cezası vardır ama öyle “iki yıl, üç yıl hapis” türü ceza değildir bu. Bana sorarsanız o yıllarla ölçülen cezalardan çok daha ağırdır.

Uzatmadan söyleyeyim: AKP işi bu noktaya getirdi: mücadele, ahlak alanı üstünde cereyan eden bir mücadele.

Şöyle bir düşününce, farkına varıyor ki insan, her mücadele aslında, derinde ahlaki bir mücadeledir.  Şu ekonomik politika, bu ekonomik politika dediğimiz şeyler son analizde ne yapmaktadır? Tartışanlardan biri, “Sanayii teşvik etmezsek istihdam aksar, bu da yoksulluk getirir” diyorsa, aslında ne diyordur?

Ne dediği belli: cebine ne giriyor, hak ediyor mu, yoksa hak ettiği kadarı cebine girmiyor mu? v.b.

Tabii bunların yanında yığınla ikincil (ama sonuçta “ahlaki”) sorun var. Siyasette “kadrolaşma” önemlidir, ama elbette o da gelir ahlaka dayanır. “Benden” diye bellediklerine koruyucu kesiliyorsun, adamlarını koruyorsun.

Adamlarının ihaleleri kazanmalarına dikkat kesileceksin.

“Adamım” diyebileceğin adamlardan oluşan bir egemen sınıfın varlığını gözeteceksin.

Ve saire. İnsan sonuçta “kusurlu” bir varlık. Tarih boyunca bu dediklerimi yapmış, ama her şeyin bir haddi olduğunu da biliyor. Onun için bütün bu alanlara birtakım ölçüler koymayı da ihmal etmemiş.

Yani, çok hayati bir dönemeçte kendini bulan Türkiye’nin kim olarak nerede durması gerektiğine karar vermek üzere girilmiş bu mücadelenin aslolarak ahlak alanında yürüyor olması hayatın akışına aykırı değildir.