Kadınların sınandıkları ideolojik sınavların bir haritası çıkarılsaydı eğer, galiba dünyanın fiziki haritası kadar siyasi haritası da kat edilmesi imkânsız engebeleri, tehlikeleri, çıkmaz sokakları gösteriyor olurdu. Ama bu haritayı, bir ucundan diğer ucuna çekiştire çekiştire yaşanabilir kılan şey yine de kadın mücadelesiydi tabii.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu siyasi haritayı inşa ederken kadınların kazanılmış haklarını inkar etmeyi meşrulaştırması, galiba bu yüzden tesadüf değil. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90 binin üzerinde camide okuttuğu son hutbe bir şey söylüyor. Söylediğinden daha çok şeyi gerçekleştirme potansiyelini bildiği halde bunu yapıyor üstelik. İnsan haklarını kul hakkıyla, eşitliği ilahi adaletle açıklamanın kendisi bir ideoloji, bu doğru. Ama öte taraftan, çarpıtılmış bir tarihsel anlatı da var.
Diyanet İşleri Başkanlığı, kadınların miras paylarının eşit olmasının ilahi adalete aykırı olduğunu, kız çocuklarının da kendilerine verilene razı olmamasının erkeğin kul hakkına girmek olduğunu söylediğinde, sadece bir dini yorum yapmıyor. Toplumu şekillendiren, yasal düzenlemeler ne kadar eşit olursa olsun söylem düzeyindeki iktidarıyla aile ve toplum içinde eşitsizliği derinleştiren, kökleştiren bir şey yapıyor.
Üstelik Medeni Kanun’dan kaynaklanan kazanımların, yani kadın kazanımlarının sadece yasa düzeyinde eşit olmasının, doğrudan doğruya toplumsal hayatta eşitlik getirmediğini görmek zor değil. Öte yandan istenilen düzenlemelerin hüküm sürdüğü Osmanlı döneminde de zannedildiği gibi kadınlar, kendilerine verilen eksik haklarla hiçbir zaman yetinmiyorlardı. Miras hukukundaki eşitsizlik bazı durumlarda, Osmanlı kadınlarının hak talepleriyle, çeşitli hukuk uygulamalarıyla etrafından dolanılan şeylerdi. Örneğin, vakıf kurarak varislerini mirastan eşit şekilde yararlandırma usulüyle yani ale’s–seviyye ile, bazı aileler kurdukları ailevî vakıflarla kız ve erkek evlalarını, vakfettikleri malları ve mülkleri üzerinde eşit pay alır duruma getirmişlerdi.17. yüzyıl vakıfları üzerindeki bir araştırmada, vakıf kurucularının %15’e yakın bir kısmının, mal ve mülkler ile gelirlerden kız ve erkek evlatların eşit yararlandırılmasını şart koştuğu ortaya çıkmıştır.[1] 1675 yılında, yani henüz Mecelle ve Medeni Kanun’dan çok önce İstanbul’da yapılan bir araştırma da kadınların mahkemelere sundukları dilekçelerin %39’unun miras hukuku, %89’unun mallar üzerindeki iktisadi meseleler olduğunu söyler.
Dolayısıyla anlatılan hikaye, söylenildiği gibi erkeklerin kul hakkına girmenin değil de, kadınların hak mücadelesinin hikayesidir.
Ama öte taraftan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da belirlenen bir statüsü, bir görev tanımı vardır: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”[2]
Anayasa’nın içinden onu delmenin hikayesinin yeni olmadığı malum ama yine de iktidar ilişkilerini cisimleştirirken hedefini hep kadın haklarına yöneltmek yani kadınların kazanımlarını tersinden yazmaya çalışmak ideolojik bir tarihsel anlatıyı canlandırmak değil de, kadınların gömülmüş bir şeyi kazarak ortaya çıkardıkları o tarihi yontmaya, ondan kendine yeni bir tarih dikmeye benziyor. Ama Aksu Bora’nın Ayça Örer’e anlattığı şeyi bilirsiniz değil mi?: “Şu yaşıma kadar bir şey öğrendimse o da tarihin bir çöplüğü olmadığı. Olsa olsa geri dönüşüm kutusu var.”[3]
O geri dönüşüm kutusundan baktığınızda, kadınların dünyadaki siyasi haritasını çıkarıyorsunuz işte. Ama o siyasi haritayı şekillendiren, dünyanın fiziki haritasının siyasi olandan çok da ayrı olmadığını gösteren bir ortak payda varsa, o da patriyarka. Çünkü Aksu Bora’nın söylediği gibi “Cinsiyet ilişkilerinin haritasını çıkarmanızı ve bu ilişkileri iktidar ilişkileri, yani politik ilişkiler olarak tanımlayabilmenizi sağlayan kavramdır patriyarka.”
Patriyarkanın kendini sadece eşitsizliğin hakim olduğu yerlerde göstermediği malum, bunu en çok eşitliğin toplumsal yaşamın ortak paydası değil de, sadece bir hukuk kuralı olarak anlaşıldığı yerlerde görürüz. Miras payları eşittir ama öte tarafından Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nün tapu sicilinde arabuluculuk uygulamalarına dair bir genelgesiyle görürsünüz ki Medeni Kanun’da miras payları eşit olmasına rağmen ama arabuluculuk kanununa yapılan bir eklemeyle bu paylara ilişkin düzenlemeler arabuluculuk kapsamına sokulmuştur.[4] Bundan hemen sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söylem iktidarıyla eylem iktidarı arasındaki ilişkiyi tahkim eden hutbelerini okursunuz tabii.
O yüzden patriyarka, kadın hakları ve eşitlik yerine, kul hakkı ve ilahi adaleti dolaşıma soktuğunda, sadece sembolik bir şey söylüyor olmaz, bir iktidar örer. Ama dediğim gibi patriyarkanın haritası, sadece eşitsizliğin görünür olduğu yerlerde değil, biraz daha gizli ve haritanın her coğrafyasında!
Sırbistan’da kadınlar, “Benim payım ne kadar?” diye bir kampanya yapmışlardı.[5] Her ne kadar yasalarda kadın ve erkek miras payları eşitse de toplumsal olarak kadınların evlendikten sonra başka bir aileye hizmet ettikleri düşünüldüğü için kendi ailelerinden miras payı almaması gerektiğine dair kültürel bir kod vardı, kadınlar eşit olan yasalara rağmen %44 oranında ailelerinden gelen mirastan dışlanıyorlardı. Kırsal bölgede bu, kadınların sadece %16’sının mülkiyet hakkına sahip olmasıyla sonuçlanıyordu. Benzer bir duruma dair Arnavutluk’taki kadınlar için yapılan bir çalışma, kadınların miras haklarının inkar edilmesiyle ekonomik şiddete uğramaları arasındaki bağlantıyı açığa çıkarıyordu.[6] Ekonomik şiddetin, nasıl kadınları yoksulluk içinde finansal olarak kocalarına bağımlı konuma getirdiğinin, bunun da nasıl istismarcı ilişkileri ve ev içi şiddeti kökleştirip görünmezleştirdiğinin haritasını çiziyordu bu çalışma.
Bu harita, yine dünyanın siyasi haritasını faş ediyordu tabii ama miras hakkı meselesinin sadece bir ekonomik hak değil, kadınların adalete erişimi meselesi olduğunu da gösteriyordu. Bir başka kampanya, yine kul hakkı ve ilahi adaletle kadınların miras paylarının inkar edildiği Mısır’ın kadın hareketinden geliyordu. Ridwa kampanyasıyla kadınlar neden miras hukukuna odaklandıklarını ve kendilerinin de emeklerinin olduğu refahtan nasıl dışlandıklarını şöyle anlatıyorlardı: “Kadınların miras haklarına odaklandık çünkü erkekler her zaman kadınların gerçek hakları yerine onları yatıştırmak için kadınların toprak ve mülk sahibi olamayacakları bir radve (küçük bir miktar para) teklif etmeyi tercih ettiler.”[7] Ridwa kampanyası şöyleydi:

“RIDWA” Arapçada kaderini kabullenmek anlamına gelir. Ancak Yukarı Mısır’da (Güney Mısır’da), kadınlara mirastan hak ettikleri payın gasp edilmesini meşrulaştırmak için verilen küçük bir miras payıdır. #Kadınların_mirası_nerede?"
***
Benzer talepler kadınların miras paylarının erkeğin yarısı olduğu Tunus’tan, Ürdün ve Fas’taki kadın hareketinden de geliyordu.[8]
Ama buna dair tek kavramsal çerçeve, miras paylarından ekonomik şiddete oradan da kadınların istismar içeren ilişkilere hapsolması değil. Patriyarkanın kadınların ekonomik haklarına ve eşitliklerine sızmasının bir adı var. Buna patrimonyal şiddet deniyor. Patrimonyal şiddet, kendisini kadınların miras paylarından dışlanması, ekonomik olarak istismar edilmesi, maddi haklarından vazgeçmeye zorlanması ya da patrimonyal olarak mülksüzleştirilmesi olarak gösteriyor. Brezilya’da 2023’te 84 haneden kadınla yapılan bir araştırma, sorusunu şöyle dizayn etmiş: “Öyleyse, istismar içeren ilişkilerde konut ve taşınmaz malların, miras paylarının rolü nedir? Kadınlar aile içi anlaşmazlıklarda evlilik evi veya miras kalan mülk üzerindeki haklarını hangi koşullarda koruyabilir veya kaybedebilir? Tahliye veya mülksüzleştirilme, kadınların acil konut ihtiyaçlarını, uzun vadeli ekonomik sürdürülebilirliklerini ve refahlarını nasıl etkiler?”[9]
Ekvador, Kolombiya ve Meksika’da kadınların hukuk okuryazarlığıyla, miras paylarının dağılımındaki eşitsizlikler arasındaki bağ ortaya konulmuş -ki onlar buna toplumsal cinsiyetlendirilmiş mülkiyet hakları diyorlar. Özellikle Brezilya örneğinde düşük gelirli hane halkı içinde kadınların miras paylarından mahrum bırakılmasına odaklanılmış. Kadınların miras paylarına yönelik her bir müdahalenin aslında sadece kadınların miras paylarını değil, kadınların sınıfını da hedef aldığını görüyorsunuz böylece. Brezilya’daki kadınlardan biri evinden ve maddi haklarından vazgeçmesini, buna yönelik tehdidi şöyle dillendirmiş: “Parmaklarımızı kaybetmemek için yüzüklerimizi bırakmalıyız.”
Ekonomik şiddet de patrimonyal şiddet de yeni sınandığımız şiddet biçimleri değil. Kadın düşmanlığını ve kadına yönelik şiddeti kabuğundan soyduğunuzda, kadınların sınıfıyla ve ekonomisiyle de karşılaşırsınız, epeydir. Bu, sadece tek boyutlu ideolojik bir mesele de değildir bu yüzden, kadınların dünyadaki -sadece miras değil- bütün paylarına müdahale etmenin aracıdır.
Üstelik İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra ona dayanarak çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un hala yürürlükte olduğu sıklıkla söylenerek bir güvence verilmişti. Bu şu da demekti: Ekonomik şiddetle mücadeleyi Türk hukuk sisteminde uluslararası bir yükümlülük olarak tanıyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra bile, ev içi şiddeti tanımlarken hala ekonomik şiddeti[10] de kapsayan 6284 sayılı kanunun gerekleri Türkiye’deki hukuk sisteminin pozitif bir yükümlülüğüdür. Yani miras paylarına ilişkin hikaye, ne anlatıldığı gibi dünyanın dört bir yanından kadınların erkeğin kul hakkı sayıp vazgeçtikleri, ne Osmanlı’dan bugüne peşini bıraktıkları, ne de hukuk sisteminin kör olduğu bir meseledir.
Üstelik kadınların, kendilerine verilenle yetinmeyerek, İslami düzenlemelerin medeni hayatta hüküm sürdüğü dönemlerde dahi adli makamlara başvurduklarını biliyoruz. Örneğin, Şikayet Defterleri’nden gördüğümüz Afife’nin miras hukuku meselesi:
“İstanbul Kaymakam Paşası’na ve İstanbul Kadısı’na hüküm ki Afife adlı kadın gelip aşağıdaki şikâyette bulunmuştur: Babası bir süre önce ölmüş ve kadınla reşit olmayan erkek kardeşine arsa ve eşya bırakmıştır. … Yasal haklarını ve mirastan kendisine kalan mal hissesini elde etmek amacıyla annesine ve annesinin kocasına karşı dava da açmıştır.”[11]
Galiba kadına yönelik şiddet ve onun türlü çeşitli iç içe geçen halkaları, bir yandan iğnenin ucunu dünyanın şimdiki konumuna sabitleyip kadınları her şeyle sınarken, öte taraftan kalem tutan ucuyla tüm bu tarihsel seyirden bir dünya haritası çiziyor. Buna kadınların pergeli diyoruz galiba. Ama bilirsiniz o pergelin ne iğnesi köreliyor, ne de kalemi boyun eğiyor!
[1] Zarinebaf-Shahr, “Women, Law and Imperial Justice in Ottoman İstanbul, University of California Press, Year: 2011
[2] Anayasa md.136.
[3] Aksu Bora'yla 'öfkeli erkek hikayeleri' ve üzerini örttüklerine dair: 'Biz bu adamlara yenilmeyiz'
[4] Kanun'un "Taşınmazın Devrine veya Taşınmaz Üzerinde Sınırlı Ayni Hak Kurulmasına İlişkin Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk" başlıklı 17/B maddesi
[5] https://eca.unwomen.org/en/stories/interview/2023/06/interview-by-excluding-themselves-from-the-line-of-heirs-women-are-becoming-more-exposed-to-poverty-and-consequently-to-domestic-violence?utm_source=chatgpt.com
[6] Kristi Kola (2017/2018), Women’s Access to Inheritance Property Rights for their Economic Empowerment in Albania — European Master’s Degree in Human Rights and Democratisation (EMA), Queen’s University Belfast. Tam metni “Global Campus of Human Rights repository”’de bulabilirsiniz.
[7] https://www.newarab.com/features/egyptian-campaign-combats-womens-inheritance-denial?utm_source=chatgpt.com
[8] OECD, ILO, & CAWTAR. (2020). Changing laws and breaking barriers for women’s economic empowerment in Egypt, Jordan, Morocco and Tunisia (Competitiveness and Private Sector Development). OECD Publishing, s.163 vd.
[9] Ludermir, R. (2024). Housing and Patrimonial (Property) Violence against Women: The Reproduction of Gender Asset Inequalities in Brazil. Journal of Latin American Studies, 56(1), 63–90. doi:10.1017/S0022216X23000962
[10] Buna dair çok kapsamlı bir çalışma için: Ekin Korkmaz, Evlilik Birliği İçindeki Ekonomik Şiddetle Mücadelede Kullanılabilecek Medenî Hukuk Araçları Üzerine Bir İnceleme, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Sayı:1, Nisan 2021, ss. 331-359.
[11] Fariba Zarinebaf-Shahr, Osmanlı Kadınları ve 18. Yüzyılda Adalet Arama Geleneği, içinde Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, Ed. Madeline Zilfi, Çev. Necmiye Alpay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Ronald C. Jennings, “Women in Early 17th-Century Ottoman Judicial Records: The Sharia Court of Anatolian Kayseri, JESHO 18 (1975).
