Son iki yazıda Türkiye’deki Kürt itirazının dayandığı zeminin dönüşümünü tartıştım. Bu dönüşümü de sınır-aşan Kürt siyasetinin sembolik merkezlerinden biri olan Diyarbakır örneği üzerinden ele aldım. İlk yazıda Diyarbakır’ın “mekânsal ve sınıfsal” dönüşümünü, ikinci yazıda ise “siyasal alanın” dönüşümünü irdeledim. Bu yazıda kültürel alanın dönüşümüne dair gözlemlerimi paylaşarak tartışmayı sürdürmek istiyorum.
Söz konusu tartışmanın Mardin, Van, Hakkâri, Şanlıurfa, Kars gibi farklı örnekler üzerinden genişlemesi sınır-aşan Kürt alanının dönüşen yapısını anlamamızı kolaylaştıracaktır.
Diyarbakır örneği üzerinden Kürt itirazının önemli bir yüzü olan kültürel alana baktığımızda her şeyden önce bu alanı kuran, zeminini oluşturan yapısal dönüşümleri dikkate almak gerekir. Önceki iki yazıda detaylı tartıştığım bu dönüşümler sonucunda Diyarbakır’ın kendi içinde farklı habituslar oluştu, bu habituslar içerisinde farklı gruplar inşa oldu ve her bir grup kendi farklı tüketim, eğlence ve sosyalleşme mekanlarını oluşturdu. Tüketim merkezleri üzerinden sembolize etmek gerekirse tarihi Ulu Cami'nin hemen yanında bulunan Çarşiya Şewitî (Yanık Çarşı) 1990’lı yıllara kadar neredeyse tüm Diyarbakır’ın ortak çarşısı iken bugün sadece kent yoksullarının uğradığı çarşılardan birine dönüştü. Öte yandan kentin farklı bölgelerinde inşa edilen AVM’ler, Mahabad Bulvarı, Mezopotamya Bulvarı, Dicle Kent Villaları gibi alanlar yeni dönemin temel tüketim merkezleri haline geldi.
İkinci olarak, Diyarbakır’daki kültür politikaları esas olarak orta sınıflara hitap ediyor. Önceki iki yazıda ele aldığım mekânsal ayrışmalara varan sınıfsal katmanlaşmalar ve bunların ortaya çıkardığı siyasal dönüşümlerin bir yansıması olarak kültür alanında da orta sınıf siyasetinin ve hakimiyetinin olduğu söylenebilir. Kürt diline, edebiyatına, kültürüne, sanatına yönelik faaliyetlerin il genelindeki mekânsal dağılımına baktığımızda, yine yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinin hitap ettiği kesimleri analiz ettiğimizde, kültürel alanın aktörlerinin ve hedef kitlesinin çoğunlukla orta sınıflar olduğu görülür. Ana eğilime yönelik bu tespit kuşkusuz kent ve kır yoksullarına yönelik kültür politikalarının ve tekil iyi örneklerin olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle müzik ve çocuk alanında sivil toplum aktörlerinin sayısı sınırlı da olsa, iyi örnekler inşa ettiler.
Üçüncü olarak, kuşaklar arası farklılaşma özellikle kültürel alanda çok görünür. Kuşakların kültürü deneyimleme biçimleri önemli oranda farklılaşmış durumda. Bunun en görünür olduğu alan teknolojinin kullanımı. Yapay zekayla geliştirilen ve Kürtçe geleneksel ve modern şarkıları yeniden yorumlayan Zozan_C değişimin vardığı boyutları iyi gösteriyor.
Kültürü deneyimleme biçimlerinde dikkat çeken en önemli değişim şu: Eski kuşaklar çoğunlukla kültürel alanla yas ve kayıp üzerinden ilişkilenirken, yeni kuşaklarda bu durum merkezi bir yer tutmuyor. Yeni kuşaklar kültürel alanla ilişkilenmede daha fazla eğlence ve hazzı merkeze alıyor. Bu yeni kuşakların geçmişe kör oldukları anlamına gelmiyor elbette. Zira, politik sosyalleşme esas olarak bireysel değil, grupsal dinamikler tarafından belirlenir. Bu grup dinamikleri aile bağları, yaşadığınız mekân, büyüdüğünüz sokaklar, yemek yediğiniz sofralar, okuduğunuz okullar kadar geniş bir alanı içerir. Yas ve kayıp, ilgili grubu bir arada tutan güçlü bir duygu. Öte yandan gelecekten çok geçmişe dönüktür ve grubu geleceğe taşıyamaz, geçmişte tutar, bazen geçmişe hapseder. Buna karşın eğlence ve haz esas olarak şimdiye aittir ve kolektif hafızayla birlikte geleceğe, dönüşüme, iyileşmeye dair daha fazla umut taşır.
Dördüncü olarak kuşakların kültürel alanla ilişkilenmesinde dilsel farklılaşma dramatik bir hal almış durumda. Kürt itirazı siyasal alanda büyürken Kürtçeyi her geçen gün kaybediyor. Kürtçe eski kuşakların gündelik hayatında tüm canlılığını korurken ve kültürel alanla ilişkilenmelerinde birinci dil iken, genç kuşaklar içerisinde çoğunlukla müzik ile ilişkili. Diğer alanlarda Kürtçe yerini büyük oranda kaybetti. Çocuklar içerisinde ise durum çok daha vahim. Kürt çocuklarının büyük çoğunluğunun kültürel alanla ilişkilerinde Türkçe neredeyse tek dil.
Beşinci olarak, kültürel alanda büyük bir ticarileşme süreci yaşanıyor ve buna bağlı olarak kent yoksulları mülksüzleştiriliyor. Güçlenen orta ve üst sınıflar Kürt yoksullarının mekanlarını ellerinden alıyorlar. Diyarbakır örneğinde bunu somutlaştırırsak, tarihi ve kültürel mirasın ticarileşmesi, turistik bir nesneye dönüştürülmesi hızlanarak devam ediyor. Kayyumlar öncesi başlayan bu süreç son on yılda ivme kazandı. Kent yoksullarının kriminalize edilerek yerlerinden edilmesi, tarihi ve kültürel mekanlardan dışlanmasıyla birlikte yürüyen bu dönüşüm bugün de hız kaybetmeden devam ediyor.
Tarihi Suriçi bölgesinin bir tür fethiyle karşı karşıyayız. 2015 yılında yaşanan kent çatışmaları bu süreci hızlandırsa da bu konudaki ilk adımlar çok daha önceden atıldı. Kent hafızasında önemli bir yeri olan Kırklar Dağı’nın yapılaşmaya açılmasından İç Kale’nin dönüşümüne kadar daha eskilere uzanıyor bu süreç. Eski Diyarbakır evlerinin neredeyse tamamının ticari işletmelere dönüştüğü, orta sınıfların yeni tüketim merkezleri haline geldiği bu dönemde bölgenin sakinleri en iyi ihtimalle bu “yeni mekanların” çalışanlarına dönüştü.
Oysaki bu tarihi ve kültürel mekanlar kâr amacı gütmeyen, kamu yararına çalışan, eşitliğe ve adalete odaklanan, hak temelli alanlar olarak yeniden inşa edilebilirdi. Kültür ve sanat faaliyetleri başta olmak üzere eğitimden sağlığa, çocuk haklarından toplumsal cinsiyet eşitliğine birçok alanda müşterekleri yeniden kuran, büyüten ve genişleten alanlara dönüşebilirdi.
Son aylarda seküler yaşam tarzına dönük saldırılarla basına yansıyan olaylar tarihi Suriçi bölgesindeki sınıfsal dönüşümlerin, mülksüzleştirme süreçlerinin, yerinden etmelerin, bölgenin yeni sahipleri ile eski sahipleri arasındaki gerilimlerin dışa vurumu olarak okunabilir. Mesele her ne kadar dindarlık-sekülerlik ve toplumsal cinsiyet üzerinden basına yansısa da sorunun bundan ibaret olmadığı ve kök nedenlerin daha derin olduğu çok açık.
Son olarak, kültür alanı esas olarak siyasal alan tarafından kuruluyor ve siyasi aktörlere bağımlı şekilleniyor. Bu durum hem ana-akım Kürt siyasetinin hem de AK Parti hükümetinin kültürel alandaki deneyimleri için geçerli. Bu durumun yerellerdeki yansımasına baktığımızda, Diyarbakır örneğinde, 1999-2016 yılları arasında kültürel alandaki neredeyse tüm faaliyetler belediyeler merkezli gelişti ve sivil toplum örgütleri çoğunlukla belediyelere bağımlı hale geldiler. İnşa edilen bağımlılık ilişkisinden dolayı, 2016 sonbaharında kayyumların atanmasıyla birlikte, genelde sivil toplum alanında, özelde ise kültür sahasında büyük bir yıkım yaşandı.
Kayyumlar döneminde de benzer bir tablo ortaya çıktı. Kayyumlar ilk yıllarda İslami STK’larla ilişkilenip ortak işler yapmaya yöneldi ve halk nezdinde rıza üretmeye çalıştı. Bu ilişki İslami STK’ların etkilerini dönemsel olarak güçlendirdi, görünürlüklerini artırdı. Ancak kısa bir zaman dilimi içerisinde söz konusu STK’ların sokakta etkileri olan, geniş kitlelere ulaşan, rızayı genişleten güçlerinin olmadığı fark edildi. Bunun bir sonucu olarak kayyumlar da İslami STK’lara mesafe aldı. Siyasetin sivil toplum ve kültür alanı üzerindeki belirleyici etkisi ve söz konusu aktörlerin siyasete olan bağımlılığı kayyumlar döneminde ikinci Kürtlük sokağında da deneyimlendi.
Kürt itirazının dayandığı mekânsal, sınıfsal dinamikler değişti, değişiyor. Bu değişimler siyasal alan kadar kültürel alanı da dönüştürdü, dönüştürüyor. Kürt çatışmasının sonlandığı ve geride bırakılmaya çalışıldığı bugünlerde yaşananlar aktörlerin konjonktürel tercihleri kadar yapısal değişimlerle şekilleniyor. Söz konusu dönüşümler bir yandan Kürt alanının büyüme potansiyeli taşıdığını, öte yandan mekân, sınıf, kültür, siyaset ve ideoloji alanında büyüyen toplumsal çatışmaları barındırdığını gösteriyor.
