Aslında ilk büyük kucaklayıcı, Özal’dı. Herkesi kucaklama vaadine meftun olanlar da, hep Özal’ı anarlar. Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” iddiası, bir herkesi kucaklama hamlesiydi. Herkesi kucaklama iddiasının vaadi budur: Çelişkileri, ihtilafları yatıştıran, siyasî farkları düzleyen, giderek ideolojileri lüzumsuzlaştıran büyük uzlaşma. Neredeyse siyaset üstü, neredeyse anti-politik bir hizmet ve idare projesi…
Anglosakson siyaset bilimi literatüründe “herkesi tut-yakala” partileri (catch all party) dedikleri usul de budur işte. Onun “Türk” versiyonu diyebilirsiniz – veya isterseniz Ortadoğulu, isterseniz Akdenizli deyin... Daha hararetli, daha ‘patetik’ bir herkesi tutma-yakalama cehdi… Hasan Celal Güzel, bir aralar küçük partisini duyurmaya çalışırken herkesi, gerçekten tek tek herkesi, bilfiil kucaklamaya azmetmişti ya…
Popülizm, neticede.
Herkesi kucaklamak, muktedirin tasarrufudur. Alttakiler, dışarıda kalanlar, mağluplar, ancak birbirlerini kucaklarlar. “Gelin,” diye kollarını açıyor jesti yapan, çağıran, muktedir olandır. Herkesi kucaklamak, galibin hamiyetinin, kuvvetlinin hoşgörürlüğünün ilanıdır. Zımnen, –illa itaat, sadakat demeyelim–, rıza talep eder.
Paternalizm, neticede.
***
Herkesi kucaklamanın, –merkez sağdan merkez sola da sirayet eden– yerleşik imâsı, daha ziyade uzlaşmaya, antlaşmaya, el sıkışmaya yakındı. Ayrılar yine ayrı kalacak fakat herkese bir şeyler verilecek, herkesin biraz gönlü yapılacaktır.
AKP iktidarının herkesi kucaklaması, farklı. Tutup da bırakmayan bir kucaklama cehdi. Kendine benzetmeye, ayrıları aynılaştırmaya, sahih ifadesiyle herkesi temsil etmeye dönük bir iddia var burada. Temsil etme fiilini, sadece yerleşik (birileri adına eyleme) anlamıyla değil, erken Cumhuriyet Türkçesinde asimilasyonun karşılığı olan anlamıyla kullanıyorum. Kastettiğim sadece ve illâ etnik ve dinsel temsil/asimilasyon da değildir, bir siyasî cemaate dahil ederek özümseme kuvvetidir. Hegemonya, işte.
Herkesi kucaklamanın bu kipinde, kucaklanmayan, herkeslikten çıkar. Davete icabet etmemek, ülfete gelmemek, cürüm olur. Kucaklanamayan, uzak duran, haricî sayılır. Totaliterlik, işte.
Birisi, kucaklanmayı istemeyebilir. O birisinin kendisini kucaklamasını istemeyebilir. Yine samimiyet meselesine geliyoruz.(1) Richard Sennett’in samimiyetin tiranlığı dediği(2), kamusal hayatın örfünü bozan kültür. Mesafe ayarları önemlidir. Sadece kişisel ilişkide değil, politikanın medeni hukukunda da. Vatandaşlık hukukundan emin olmak, kucaklanmaktan evladır. Politik hakların teminatı, kucaklanmaktan mühimdir. O zaman, soğuk bir el sıkışma, mütevazı bir uzlaşma, kucaklaşmadan daha sahici ve daha samimi olur.
(1) Daha önce bu konuda bir şeyler söylemiştim: “Recep Tayyip Erdoğan’ın politik dilinde samimiyet: Bu ne samimiyet?”, Birikim 293 (Eylül 2013), s. 30-34.
(2) Kamusal İnsanın Çöküşü, çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013.