“Yeni Türkiye” lâkabı, çıkışı itibarıyla yerli ve millî değil galiba. BBC muhabiri Chris Morris 2005’te The New Turkey adıyla bir kitap yayımlamıştı. AKP iktidarının turfanda zamanında Batı medyası, hayırhah bir gözle izlediği Türkiye’deki değişim sürecini, “yeni Türkiye” diye tabir etmeyi seviyordu. New Turkey’i, Avrupa Birliği’ne uyum sürecine bağlı demokratikleşme reformları, Kürt meselesinde yumuşama, global piyasaya sıkı eklemlenme, genel bir ‘rahatlama’, barışıklık ve özgüven artışıyla tanımlıyorlardı.
***
AKP iktidarının kendisi, “Yeni Türkiye” lâkabını, 2010’dan sonra kullanmaya başladı. Aslında 2014’te, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı kampanyasında. Erdoğan bu kampanyayı “Yeni Türkiye Yolunda” adlı bir strateji belgesiyle başlatmış, “Yeni Türkiye’nin cumhurbaşkanı olacağını” duyurmuştu.
Davutoğlu’nun parti genel başkanlığına atandığı 2015 Nisan kongresinde, 2023’ü hedef alan bir Yeni Türkiye Sözleşmesi duyuruldu. “Yeni Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik içinde yeniden inşa sürecinin eseri olacak” idi. Yeni Türkiye’nin “zengin kültürel birikimi, özgürlükçü demokrasi tecrübesi, güçlü ekonomisi, insan odaklı siyaset anlayışı, sağlam sosyal dokusu, dinamik insan unsuru, etkin dış politikası ile insanlık âleminin onurlu bir üyesi ve küresel düzenin yükselen gücü” olduğu söyleniyordu.
Batı medyasının (sekiz on yıl önceki) New Turkey imgesiyle flört eden bu liberal-muhafazakâr tarif, esas meramı anlatmaz. Erdoğan’ın 2015 yazında “artık milletimizin kızıl elmasıdır” dediği Yeni Türkiye, öncelikle bir güç iddiasıdır. İl il düzenlenen “Yeni Türkiye Konferansları”nın Maraş ayağında (Ocak 2016) Kültür Bakanı Ömer Çelik bunu halkla ilişkiler ve piyasa diliyle söylemişti: “Devlet ve milletler liginde artık şampiyonlar liginde oynayan bir ülkemiz var”. R. Tayyip Erdoğan, Ankara Garı'ndaki katliamı “kolektif bir terör saldırısı” diye meçhule havale ederken, “çünkü” iç ve dış düşmanların hepsinin hedefinin Yeni Türkiye olduğunu söylüyordu. Yeni Türkiye, sağcı ve milliyetçi söylemin bildik Güçlü Türkiye’sinin yeni sürümüdür.
“Yeni Türkiye” söyleminin bir hattı (isterseniz ihtiyat payıyla liberal-muhafazakâr diyelim), bu güç ve özgüven iddiasını, statükoyu yıkma ve yenilikçilik hamasetiyle süslüyor. Sabah’ta Mehmet Barlas, örneğin: “Yeni Türkiye’nin özgüvenli insanları”, “Uyurgezerler Yeni Türkiye gerçeğini göremez”, “Eski CHP ile Yeni Türkiye’yi anlamak mümkün değil”, “Yeni Türkiye’yi eski bilgilerle anlayamayız”, “Yeni Türkiye yolunda direnenler mutlaka olacaktır”, “Yeni Türkiye eskisinden çok daha ‘Dünyalı’”… Politik hasımlarını eskiliğin, bilmezliğin, anlamazlığın çukuruna gömen bir tahakküm dili... Veya Star’da yazan “genç sivil” Yıldıray Oğur’un, Yeni Türkiye’nin daha henüz inşa edileceğini, şimdiye kadar yapılanın gecekonduyu yıkarak araziyi temizlemekten ibaret olduğunu söyleyen ‘durmak yok’çu, ‘geleceğe bakan’ dili…
Yıldıray Oğur aynı konuşmasında [1] Yeni Türkiye yolunda önemli bir durak olarak, “yeni neslin Osmanlıca öğrenecek olmasının” geçmişle kopuşu tamir edeceğini de söylemiş. Buradan hemen, Yeni Türkiye söyleminin başka bir hattına bağlanabiliriz. Restorasyoncu-muhafazakâr diyebileceğimiz bu hatta Yeni Türkiye aşağı yukarı Yeni Osmanlı’dır. Yeni Türkiyeciliğin güç, özgüven ve “barışıklık” imgesi, geçmişle barışma ve Osmanlı’nın “modernize edilerek” ihyası tahayyülünde billurlaşır. Osmanlı’dan anlaşılan, “dışarıya” karşı efeliğin yanısıra, içerde politikaya hacet bırakmayacak güçlü ve adil devletle, etno-dinsel cemaat ‘ortamının’ huzurudur. 1994’ten itibaren Yeni Türkiye Dergisi'ni çıkaran ve Erdoğan’a arz edilen Yeni Türkiye Marşı’nın güftesini yazan [2] Hasan Celal Güzel’in bize anlatabileceği gibi… 1993’te ilk Akit adıyla çıkan Yeni Akit’in yazarları daha fazlasını anlatabilirler. Orada restorasyon, Kemalist cumhuriyet devri ve ona atfedilen her nevi fesada karşı rövanş arzusuyla diş gıcırdatır.
***
Yeni Türkiye’nin diş bilediği Eski Türkiye de, kendi altın çağında Yeni Türkiye’ydi… Günümüzün Yeni Türkiye’si, -“İkinci Yeni” Türkiye demeyelim de-, ikinci “Yeni Türkiye”dir.
M. Kemal’in nutuklarında çok rastlarız bu lâfza: “Yeni Türk devleti”, “Yeni Türkiye devleti”, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”, “Yeni Türkiye camiası”… 1924 Ağustos’unda öğretmenlere yönelik “fikri hür, vicdani hür”lü meşhur hitabında: “Yeni Türkiye’nin birkaç seneye sığdırdığı askerî, siyasî, idarî inkılâbat sizin içtimai ve fikrî inkılâptaki muvaffakiyetinizle teyit olunacaktır,” der. 1934-1948 arasında modern Türkiye’yi Batı’ya tanıtmak amacıyla aralıklarla çıkan La Turquie Kamâliste [3], Kemalist Türkiye’nin nam-ı diğeri olarak Yeni Türkiye adına da başvuracaktır: La Turquie Nouvelle. Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği’nin 1959’da yayımladığı, Türkiye’nin yaklaşık bir asırdır süren “gelişme hamlesi”nin bir muhasebesi niteliğindeki kitabın adı Yeni Türkiye’dir. Memleketin kalburüstü aydınlarının makale verdiği kitapta “Yeni Türkiye”, “Atatürk inkılâpları ile başlayan yeni düşünüş ve yaşayışın ifadesi” diye özetlenir. Sabahattin Eyüboğlu 1964’te Yeni Ufuklar’da hâlâ “din ve ırk kavramları üstüne değil, yurt ve dil kavramları üstüne kurulmuş” olmasıyla övündüğü Yeni Türkiye’den dem vuruyordur.
Mukayesenin benzetme-aynılaştırma demek olmadığını bilerek, bazı müşterek noktalara dikkat edelim. Miladî söylem ortaktır. Eskiyi bâtıl, bitmiş, geçersiz addeden, kendini kuruculukla meşrulaştıran ve buradan büyük bir özgüven devşiren miladî söylem. Kemalist Yeni Türkiye’de bu mutlak Yeni, milliyetçi öze dönüşle aşılanarak, eski (en eski!) Türklüğün cevherinin canlandırılmasıyla, yani bir kopukluğun giderilmesi, bir devamlılığın yeniden tesis edilmesi ülküsüyle birleşecektir. Yeni-Yeni Türkiye’de, Yeni’nin Kadim’i diriltme enerjisi kabından taşar; hatta bu söylemin bir kanadında Yeni, tamamen Eski’nin ihyasına adanmıştır. Burada Yenicilik, yenilikçilik söylemindeki statüko karşıtlığı, bir status quo ante (daha önceki statüko) savunusuna dönüşür.
Günümüzün “Yeni Türkiye” söyleminin, Yeni Sağ’la da bir devamlılığı var. 1970’ler/80’ler dönümünde Avrupa ve Amerika’da yükselen Yeni Sağ’ın büyük numarası, solun yenilikçilik ve değişimcilik iddiasını çalmasıydı. Halihazır statükoyu, yani sosyal refah devletini sollukla damgalayarak, statükoya karşı olmanın ‘devrimci’ kılığını kuşanmıştı. Eski sağın donmuşluğunu çözen, bunu yaparken hem modern bir çehre takınan hem de aşırı uç addedilen radikal (ırkçı, nefofaşist…) akımları ‘nezihleştirerek’ onların enerjisini kullanmaktan da geri kalmayan bir ‘yenilikçiliği’ vardı bu dalganın.
1980’lerden 90’lara intikal eden neoliberal hegemonya, Yeni Sağ’ın yol izinde, genel olarak Yeni’yi popülerleştirdi. Herhangi bir içerik gerektirmeksizin, bizatihî yeni’yi bir meşruiyet ‘bahanesine’ dönüştüren dil, Yeni Türkiye sloganında da bir dip akıntısıdır.
Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye’den temizlenen arazi üzerinde ‘daha’ inşa edileceğini söylüyorlar ya… Birkaç gün önce gözümüze perde gibi inen, harabe haldeki Nusaybin’in tankla topla ‘temizlenmiş’ manzarası, herhalde bu Yeni Türkiyecilerin gönlüne göredir.
Eski ve yeni Yeni Türkiye’lerin en sağlam müştereği de bu galiba: fıkradaki gibi, son arzusu sorulan Kürt idam mahkûmu anasını görmeyi istese, onların son arzusu “Kürt anasını görmesin” olacak…
[1] link
[2] Mehter yazısında değinmiştim (link).
[3] 1937’den itibaren Kémaliste....