İltisak, Arapça lüsûk kökünden geliyor: kavuşma, birleşme, bitişik olma demek. İkinci anlamı da ulaşma.
İltisak kelimesinin dinî söylemde bir kullanımı var. Daha çok da tasavvufî veya tasavvufmeşrep muhitlerde… Burada, iltisak kavramını “Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı” anlamına yorma eğilimine rastlanır.
İrtibat-ilişki manasında daha düz kullanımları da var. Şehircilik tarihçisi Osman Nuri Ergin, kalenderhanelerin (dervişlerin konakladıkları tekkeler) “Türklüğün iltisak noktası olan birer konsolosluk” olduğunu yazmış vaktiyle. Mesela Arûsî Şeyh Ömer Fevzi Mardin’in hayat hikâyesinde, faaliyet ve ilişkileri, “diğer iltisakları” diye maddeleniyor.
İlâhiyatçı Mustafa Öztürk, mürşidi mehdiye yakın bir yere koyan tasavvuf geleneğiyle teşeyyu’ (Şiileşme, Şiilik meyli) arasında “sıkı denebilecek bir irtibat/iltisak” olduğuna dikkat çekerken (link) kelimeyi bu düz anlamıyla kullanıyor. Onun bu yorumundaki kastı, Gülenciler’dir. Bu arada, F. Gülen’in metin ve konuşmalarında “iltisak” kavramına yer yer rastlanır. Hem metafizik imâlarla, hem düz “irtibat” anlamıyla…
***
Lüsûk’un ikinci anlamının “ulaşma” olduğunu hatırlayalım. Nitekim 2016 Eylül’üne kadar iltisak kelimesinin geçtiği yegâne hukukî-idarî metinler, taşımacılıkla ilgilidir. Ana güzergâhlardan ayrılan özel, yan hatlarla ilgili düzenlemelerdir bunlar (“iltisak hatları”). Misal, 1954’te Meclis’te Karayolları Umum Müdürlüğü bütçesi görüşmelerinde, bir mebus “büyük ana yolların bâzı yerlerde birbirlerine bağlanması, iltisak yollarının yapılması mecburiyeti”ne dikkat çeker. 2013’te kabul edilen “Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun”da da “iltisak hatları” bahsi geçer.
Sözlüklerde iltisak kelimesinin ikinci anlamı, biyolojiye mahsustur: “iki organın birbirine yapışması”. Sadece iki organın değil iki dokunun birbirine yapışması anlamında iltisak kelimesinin en yaygın kullanımına tıpta rastlanıyor zaten. Şöyle tarif ediliyor: “Normalde birbirinden ayrı iki organ veya zarın –iltihap vb. nedenlerle– birbirine yapışması, adezyon.” Eski tıp dilinde, envai çeşit terim var: İltisâk-ı ecfân (göz kapaklarının yapışması), iltisâk-ı em’â (bağırsakların birbirine yapışması), iltisâk-ı esâbi’ (parmakların birbirine bitişmesi), iltisâk-ı mafsal (mafsal hareketinin kesintiye uğraması). Bugün bu terimler kullanılmıyor fakat güncel tıp literatüründe hâlâ iltisak kelimesine rastlayabilirsiniz.
Tıbbî bağlamda iltisakın, halk arasında, “iltisaklı deri”den kaynaklanan sıkıntılı sünnet tecrübelerinde bahsi geçer. Hatta 2007’de bir gazete mülakatında, meşhur fennî sünnetçi Kemal Özkan, ciddi bir edayla, peniste iltisakla “fimosis”in (üreme organının deliğinin dar olması) birbirine karıştırılması mevzuunu dile getirmiş.
***
Kelimelerin deveranı ilginçtir.
Demiryolları mevzuatı dışında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Mevzuat Bilgi Sistemi’nde zikri geçmeyen bu kelime, 1 Eylül tarihli Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname’sinde, “terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu ilgili valilerce tespit edilenler,” ibaresiyle hukuk terminolojisine dahil oldu.[1]
Bu yeni tabiri behemehal uygun karşılayanlardan ceza hukuku profesörü Ersan Şen, iltisakın “bitişme, kavuşma, kaynaşma, birleşme” anlamlarına dikkat çekerek, “ilişki anlamına gelen irtibat kavramından daha dar, yani oluşması daha zor”, dolayısıyla daha somut bir bağlantıyı ifade ettiği tefsirini yapıyor (link). Alanı hukuk değil dil-edebiyat olan Prof. Namık Açıkgöz ise aksine, çok daha dolaylı bir bağlantıyı tarif ediyor: “Doğrudan bir ilişki yoksa” bile, “iltisak olunan olay ile iltisaklı olan arasında nihai planda bir ilişki vardır. Bu kavram, bünyevî/organik bir aynılığı değil, ancak sonuçta olumlu veya olumsuz etkilenme durumunu izah eden bir kavramdır.” (link) Kelimenin yeni hukukî kullanımını canla başla meşrulaştıran yazara göre: “Bir kişi doğrudan FETÖ mensubu olmayabilir ama FETÖ’nün yaptıklarından doğrudan nemalanabilir. Bu nemalananlar, kendilerinin FETÖ mensubu olmadıklarını zannederler veya öyle iddia ederler ama her seviyeden FETÖ’cü militanların açıktan destekçisi olmasalar bile, FETÖ’cülerin faaliyetlerinin sonuçlarından istifade ettikleri için, gizli destekçileridir. Doğrudan FETÖ mensubu olanlar veya irtibatı tespit edilenlerle mücadele kolaydır ama asıl mücadele iltisâklı olanlarla yapılırken zorlaşır.” Veya, “Yasal olarak PKK ile HDP’nin hiçbir organik bağı yoktur ama ideolojik zemindeki ilişkileri sonucu, PKK’nın yöredeki baskısı, HDP’lilerin meclise girmesini doğurmuştur. İşte bu nihai oluşma, bir iltisaktır.” Evet, çok daha dolaylı, somut kanıta pek de titizlenmeden kurulan ilişkilendirmelere, kes-yapıştır’a çok daha elverişli bir yorum. Analitik bir hukuk aklı yerine, tefrik etme hassasiyetinin yerine, her şeyi bir torbaya tıkma acullüğünü koyan bir yorum. Uygulamada görülen de, budur.
Kelimelerin deveranı ilginçtir. Bilhassa, yaşadığımız devirde. ‘Yeni’ veya muktedir bir işlev kazanan kelimelerin, ezelden beri hepimizin malûmuymuşçasına yerleşivermeleri de ilginçtir. Konvansiyonlara düşkün, muhafazakâr hukuk dilinde bile…
Namık Açıkgöz, iltisak kelimesinin “tıptan hukuka” intikal ettiğine dikkat çekmiş. O, özel bir anlam yüklemeden, “normal” bir tespit olarak söyleyip geçmiş bunu. Oysa biliyoruz ki tıptan, biyolojiden siyasî-hukukî dile mecaz-kelime hele kavram transferleri, tekinsizdir. Politikayı, hukuku, doğa kanunlarının kaçınılmazlığıyla kuşatan bir akla açılırlar. Tıbbın (bilhassa cerrahinin) meseleleri “hastalık” olarak teşhis eden ve karşısında ne olduğu belli, tartışılmaz acil “tedbirler” öngören aklını politikaya ve hukuka hâkim kılarlar.
Kelimeyi Türk hekimlerine iade ediniz!
[1] Belki de dinî söylemden ona aşinalığı olan birilerinin aklına düşmüştür.