Ortadoğu'nun Yeni Krizi: Suud Sarayı Ne Yapmaya Çalışıyor?
Mete Çubukçu

Ortadoğu bildiğimiz gibi: Dışarıda emperyal amaçlara, içeride aşılamayan tarihsel çelişkiler ve sorunlara, bölgede etkinliği ele geçirme mücadelesi ve hiç olmadığı kadar mezhepçilik eklenmiş durumda. 

Irak’ın işgali, Arap ayaklanmaları ve Suriye iç savaşıyla bölgede sarsılan statükonun yerine ne konacağı bilinmiyor. Çünkü, iş “bölgenin yeniden dizaynı” ya da “yeni haritalar” gibi “enterasan” yaklaşım ve cazip analizlerle çözülecek kadar basit değil. Değil çünkü bölgede kimin neyi, nasıl yapmaya çalıştığı henüz net değil, kimse kendi önünü ve bir sonraki adımı göremiyor. Biraz da bizzat alanda olanlar siyaseti belirliyor. Gelişmelere göre pozisyon alanlar mevcut. Yani, en azından klasik emperyalizm ve anti-emperyalizm yaklaşımı her kapıyı açan bir anahtar değil. Oryantalizm eleştirisi de, tıpkı tersine oryantalizm gibi. 

Suudi Arabistan’da olan kuşkusuz Arap ayaklanmalarının bir sonucu; Suudi hanedanı bir yanı Müslüman Kardeşlere diğer yanı Vahabizme hatta El Kaide’ye kadar uzanan sıkışmışlığın ikilemini yaşıyor. 

Ekonomik olarak petrol fiyatlarının düşmesi, yolsuzluklar, petrolün önemini kaybetmese bile uzun vadede eski kazancı sağlamayacağı anlaşılması, sadece petrolle sürdürülebilir bir ekonomik modelin mümkün olmaması gibi faktörler de tabii ki olan biten üzerinde etkili.

Ancak, işin bölgesel boyutu şu: Ezeli-ebedi düşman İran’ın Yemen’le birlikte Suudi’lerin yanı başına kadar sokulması, Suudi’lerin tüm çaba ve harcamalarına ve de radikal cihatçı grupları desteklemelerine rağmen, Suriye’de kaybetmesi, Lübnan’da istediği sonucu alamaması, “küçük” bir ülke olan Katar’ı yola getirememesi. 

Yani bölgesel bir mücadele ama sadece mezhepçilikle açıklanacak türden de değil. İran denklemin bir yanında ama diğer yanındakiler kim? Katar, İsrail? Klasik Şii-Sünni ayrımından söz etmek hem mümkün hem değil. 

Tabii ki kraliyetin kendini yenileme çabası işin başında gelmekte. Ancak içinde kadınlara en fazla otomobil sürecek kadar esneklik tanıyan bir anlayışın “ılımlı İslam” adı altında pazarlanması aslında sistemin içinden çıkamayabileceği bir noktaya doğru gidişinin de işareti. Suud Sarayı tıkanmaların yaratacağı sorunları da görüyor. 

Zaten iflas etmiş bir proje olan “ılımlı İslam”ın Suudi Arabistan’da herhangi bir rol oynaması zor. Suudi’ler Arap ayaklanmalarının etkisinin kendilerine uzanmaması için Mısır darbesini destekledi; genel olarak “ ayaklanma fikrinin” kendi sınırlarına ulaşmasını önlemek isterken Suriye’de ayaklanmada başroldeydi; ayaklanmayı her anlamda cihatçı boyuta taşıyarak radikallerin topraklarından uzak durması için her türlü olanağı sağladı. Ancak, IŞİD ve El Kaide Suriye’den bölgeye dağılıyor, geri dönüyor. Suudiler Esad, İran bloku karşısında Suriye muhalefetini de yönetti. Ama olmadı. Şimdi o muhalif liderlerden bazılarını da gözaltına aldığı söylenmekte. 

Arap ayaklanmaları doğrudan Müslüman Kardeşler etiketli olmasa da, sonrasında Müslüman Kardeşlerin hâkimiyeti ile sonuçlanınca, Suudi Arabistan, bu örgütle daha yakın bağlar kuran Katar gibi ülkeleri bölgeden soyutlamaya çalıştı.

Katar’a karşı Suudi-Mısır birlikteliği, Hamas’ın bile çıkışsız, desteksiz kalıp Filistin yönetimi ile masaya oturup, Mısır’a yanaşmasıyla sonuçlandı. Filistin yönetimi Gazze’yi Hamas’tan devraldı. Hatta Suudi’lerin daha ileri giderek Mahmud Abbas’ın Filistin yönetimini de Amerikan planına uymaya zorladığı haberleri geldi. Abbas’a muhtemelen “Amerika ne önerirse kabul et ya da başkanlığı bırak” denildi. Plan “işgal altındaki tüm yerlerle ilgili olarak İsrail’in taleplerinin kabul edilmesi” ile ilgili görünüyor. Abbas’ın yerine ise muhtemelen Filistin siyasilerinin en kirli isimlerden biri olan Muhammed Dahlan düşünülüyordur. Bu durum başından beri İsrail’in de istediği bir manzara. Zaten Gazze meselesini Mısır olmadan çözmek oldum olası mümkün değildir. Bir ara Mısır’ı devreden çıkarıp bu işi çözeceğini düşünenler de oldu tabii ki. Ama, bölgedeki gelişmeleri ve bölge tarihini iyi okuyamayanlar ve her şeyi hemen değiştirebileceklerini düşünenler yanıldı. 

Bölgede olan bitenin İsrail’in işine geldiği ortada. Ama manzaranın mimarının İsrail olduğunu söyleyemeyiz. İsrail Arap ayaklanmalarından bu yana bölgede, eski rakipleri ve düşmanlarının birbirini yemesini keyifle izlerken, bu süreçten en kârlı çıkan, bu arada işgali daha rahat derinleştiren ülke oldu. Ayrıca Arap ülkelerinin başarısızlığını ve bölge ülkelerinin mezhepçilik çekişmesini keyifle seyretmekte.

Devam edelim: Suudi Arabistan’ın Lübnan başbakanı Hariri’ye baskı yaparak ya da rehin tutarak Lübnan’da kriz çıkarmaya, bu krizin sorumluluğunu da Hizbullah’a yüklemeye çalıştığı, İsrail’i de Hizbullah’ın üzerine sürmek için kışkırttığına dair onlarca fikir var.  

Suriye’yi kaybeden Suudi Arabistan şimdi bu kaybı bölgedeki İran ilerlemesine karşı, yaratacağı kaotik durumla telafi etmeye çalışıyor. Kendine göre bir bölge düzenlemesi yapma çabasında. Trump yönetimi de bunu destekliyor. 

Suudi Arabistan’ın sürdürdüğü bu süreç kolaylıkla kontrolden çıkabilir. Bir sabah İsrail Beyrut’u bombalayabilir. Yemen’den Suudi Arabistan’a atılan füzeler artabilir vb. Bunların hepsi bu bölgede olabilecek durumlar. Yeni gelişmeler üzerine Hizbullah’ın Suriye’deki güçlerini Lübnan’a çektiği biliniyor. 

İran’a gelince, zaten Afganistan ve Irak işgalleri ile ABD’nin altın tepside sunduğu bölgesel güç olma vasfı giderek artıyor. Suriye’de rejimin belli oranda kontrolü sağlaması ile Suriye-Irak sınırının IŞİD ve diğer cihatçılardan temizlenmesinin ardından Tahran-Beyrut hattından söz edebiliriz ki İsrail’in en korktuğu durum bu. Yani, Suriye savaşı istediği gibi gitmeyen İsrail bir türlü Hizbullah aracılığı ile İran’la “komşu” olmakta kurtulamadı. İran Yemen’de de Suudi Arabistan’la komşu. 

Türkiye bu denklemin neresinde? Suriye’de müzakereden yana, Astana sürecinde İran’la hareket ediyor. Irak-Kürt bölgesi özelinde İran’la omuz omuza. Suudi-Katar çekişmesinde Katar tarafında. İsrail-Filistin meselesinde eski havasında değil. Hamas üzerindeki inisiyatifin merkezi değişti.
Tüm bu manzara bölgenin yeniden şekillenmesinden çok kaotik bir sürecin habercisi. 

En mantıklısı, şu an olanlara yüksek bir zaviyeden bakmak ve mevcut tabloya bulaşmamak. Yaşananlar göründüğü gibi sadece mezhep çekişmesinden kaynaklanmıyor. Ama yine de en önemlisi mezhep tuzağına düşmemek. Çünkü bu bir tuzak. Düşmek isteyen buyursun.