Elleri Nakışlı
Aksu Bora

Bu kutu bana annemden kalan en değerli şey. Peki, en değerli şeylerden biri. Artık çok yaşlandığı ve başbaşa uzun zamanlar geçirdiğimiz dönem, pek de üstünde durmadan vermişti. “Sen kullanırsın bunları” diyerek. Kutuyu tanıyordum tabii, o hep bizimleydi. Sandıkta, gardrobun üst rafının arkasında bir yerde… İçinde anneannemden kalan danteller vardı. Ve annemin yıllar boyu, memleketin dört bir yanındaki kasabalarda ördürdükleri. “Böyle şeylere” meraklı değildi, hiçbir zaman evcimen denebilecek bir kadın olmadı. Kimbilir, belki savcının hanımı “kızlara çeyiz ördürüyorum” falan dediğinde o da dört kızı için bir şeyler yapması gerektiğini hissetmiştir - ya da annesinin hatırasına bir şeyler katmak. Belki de dantelleri “çeyizlik” diye düşünmemiştir de güzelliklerine kapılmıştır. Bunu sormadım. Kutuyu bir emanet gibi aldım, sonra tabii annemin dediğini yaptım ve dantelleri kullanmaya başladım. Hâlâ boşalmadı, ne yapacağımı bilemediğim bazı parçalar var içinde. Mesela ketene yerleştirsin diye götürdüğüm kadının uzun uzun bakıp gözleri dolarak “bu çok eski, ellemeye korkuyorum” dediği iğne oyası.

Hafıza nesneleri ile ne yapacağımızı pek bilmiyoruz bana kalırsa. Onları saklamalı ve bizden sonra geleceklere mi aktarmalıyız? Benim yaptığım gibi üstüne titreyerek kullanmalı ve kendi hayatımızı da mı yüklemeliyiz onlara? Bambaşka ve yeni şeylere mi dönüştürmeliyiz? İzlerini sürüp tarihlerini mi yazmalıyız?

Bu nesneler bizim biricik tarihimize mi aittir, yoksa kolektif hafıza denilen o zorlu yerde onlar için bir yer açabilir miyiz? Açmalı mıyız? Bunu yaptığımızda, yapabilirsek eğer, onu değiştirebilir miyiz? Tarihin ve hafızanın dışında kalanlara orada yer açmanın araçları bu nesneler olabilir mi? Yani aslında şunu sormak istiyorum: hafıza nesneleri, “altı üstü bir iğne oyası” olsalar bile, politik midir?

Kumaşları, dantelleri, dokumaları sanata dönüştüren kadınlar var. Onları kendime çok yakın hissediyorum, sanki bu kutunun taşıdığı şeyi paylaşıyormuşuz gibi. Sanatın yalnızca bakılacak bir şey olmayıp dokunularak hissedilebilir olduğunu düşündürüyorlar. Dünyaya bakmakla dünyaya dokunmak arasındaki fark gibi bir şey. 

Yıkanmaktan yumuşamış, yıpranmış kumaşlardan yeni bir yorgan, yeni bir örtü, yeni bir perde diken kadınlar, eski fotoğrafları dantellerle birleştirip hikâyeler yazanlar, düğmelerle resim yapanlar… Onlardan öğrendikleriyle bambaşka, yepyeni şeyler yapanlar - şehirdeki ağaçları örgüyle sarıp sarmalayanlar, askerî bir tanka pespembe tığ işi kılıf örüp onu dönüştürenler, kahraman kralların heykellerine komik eşarplar dikip onları sıradan fanilere çevirenler… Hafıza nesnelerini ve annelerinden, anneannelerinden öğrendikleri becerileri ortak hayatımızı dönüştürmek için kullanıyorlar. Romantik bir hareket olan Art and Crafts ile günümüzün Craftivism’ini bir süreklilik içinde görmemizi sağlayan da bu işte: Ortak hayata müdahale etmeleri. Belki şu Kawandi yorganını dikenler (bu yorganlar genellikle birlikte dikiliyor) bir hafıza nesnesi yaptıklarını düşünmediler, sadece bir yorgandı diktikleri ama Pakistan’a Portekizlilerin köle olarak getirdikleri Afrikalıların varlığını tarihe geçirdiler bu yorganla.

Yahut şu tığ işini yapan kadın, yaptığını bir politik eylem olarak görmüyor olabilir, ama işte, biz ona bakarken, kentte kadınların varlığına ve görünürlüğüne ilişkin bir şeyler düşünüyoruz…

Yoksul evlerine biraz daha para girsin diye birlikte yorgan dikip satmak üzere “Freedom Quilting Bee” grubunu kuran siyah kadınlar ise muhtemelen bu topluluğu sadece ekonomik bir topluluk olarak görmüyorlardı, isimlerine “özgürlük”ü koyduklarına göre…

Şu yorgan ise, basbayağı politik olsun diye yapılmış, aşkın da politik olduğu durumlar var tabii…

Kamusalı kuran şeyin ne olduğu, siyasetin araçları, özgürlüğün bireysel anlamları… üzerine epey konuşmuştuk biz Perşembe Grubu’nda. Bir bilinç yükseltmeden beklenebilecek şey bu değil midir, dünyaya ve hayata yeni bir ışıkta bakmak, birbirinin ufkunu açmak, güçlendirmek… Orada biz çok konuştuk ama bazen işte, başka şeyler de yaptık - konuşurken bir şeyler ördük mesela. Edith Turner’ın o harika sözündeki gibi: “Communitas comes easily when hands are working”. Nasıl çevirmek lazım bunu, emin değilim - eller çalışırken ortaklık ruhu daha kolay gelişir gibi bir şey. Sanıyorum orada kurulan ortaklığın her birimizin hayatını değiştirmesinde ve bambaşka yerlere gitmiş bile olsak o zamanı hep sevgiyle, iyilikle hatırlamamızda bu “communitas”ın payı büyüktü.

Perşembe Grubu’nun bir anneler günü pankartını da ekleyeyim ben bütün bu politik dikiş işlerine en iyisi, 1989’dan bir fotoğraf :)