Her dönemin olduğu gibi bu dönemin de bir ruh hali var ve bu ruh hali Türkiye’nin üzerinden atamadığı, bulaşıcı bir illet gibi. Milliyetçiliğin her kanadının olabildiğince gür ve güçlü olduğu bu dönem, yedi düvele parmak sallamanın siyaseten marifet kabul edildiği bir iklimden besleniyor. Kimsenin geri kalmak istemediği, geri kalanların siyasi ikballerinin risk altına girdiği bu kutlu yarış havasının orta yerine düşen Danıştay’ın Andımız kararı, safları sıklaştırmak için gereken malzemeyi sunmuşa benziyor.
AKP tarafından 2013 yılında yürürlükten kaldırılan Andımız’ın Danıştay tarafından yeniden yürürlüğe alınmasına yönelik hükümet kanadından gelen ilk tepkiler, Andımız’ın yürürlükten kaldırılmasının savunulmasına yönelik değil, Danıştay’ın kararına yönelik oldu. Danıştay’ın bir karar alma yetkisinin olup olmadığını tartışmak, bu andın her sabah öğrencilere okutulup okutulmamasını tartışmaktan daha kolaydı. Şimdilik bu mesele, Erdoğan tarafından basit bir yolla çözülmüş görünüyor. Andımız yerine İstiklal Marşı’nın ikame edilmesiyle milliyetçilerin elindeki bu kozu aldığı gibi yerli-milli sınırların çerçevesini yeniden çizmeyi başarmış oluyor.Andımız’ın AKP tarafından kaldırılmış olması, eğitim konusundaki bilimsel ve demokratik yaklaşımının bir sonucu olarak yorumlanamaz. Bu yorumu savunmayı mümkün hale getiren birçok neden var. Özellikle bugünden bakıldığında Türkiye’deki eğitim alanının yıllardır süregelen ve fecaat düzeyine erişen başarısızlıkların cisimleştiği bir alan haline geldiğini görmek zor değil. AKP hükümetleri döneminde eğitimi bilimin değil, Kemalizm dönemi bile aratacak şekilde ideolojinin alanı olarak tasarlayan ve eğitim yoluyla kendi seçmenini devşirmeyi amaçlayan bir siyaset tarzının uygulandığı ve bunun hem eğitimci profilinin dönüştürülmesiyle hem de eğitim alanına dinin boca edilmesiyle gerçekleştirildiği ve bu amaçla birçok vakıf ve derneği seferber edildiği söylenebilir. Dolayısıyla Andımız’a yönelik pedagojik ve liberal açıklamalar, bu konuda ciddi bir hassasiyete sahip oldukları için değil, Andımız’ın içerdiği ideolojik mahiyetten kaynaklanıyor.
MHP’nin, İYİ Partinin ve muadillerinin Andımız’a sahip çıkması ise Türk milliyetçiliğinin reflekslerini yansıtması bakımından tipik örnekler olarak kabul edilebilir. Kemalizm’in ulus inşa süreci içerisinde bir karşılığı olan ant içme merasiminin artık tedavülden kalkmış bir dönemin ürünü olduğunu fark edememenin değil, ısrarla varmış gibi davranmasının takıntılı bir sonucu. Özellikle MHP’nin Andımız bahsindeki hassasiyetinin Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe hiç durmadan yürümeye ant içmiş olmaktan kaynaklanmadığını da ifade etmek gerek.
Milliyetçiler “Türküm, doğruyum, çalışkanım” ifadelerinden maraza çıkartılmasının ya da buna itiraz edilmesinin nedenini düşünedursun, AKP döneminde eğitim alanındaki politikalar, talebelerin ve eğitimcilerin akıldan ve bilimden daha çok ideolojiden beslendikleri, eleştirel düşünce yerine ezberi ve dogmaları ikame ettikleri bir sisteme sıkışmalarına neden oldu. Kemalizm’in vasat rasyonalitesinin bile aşındığı bir düzlemde Andımız’dan umulan medet, Türkiye’deki siyasal alanın geldiği yeri göstermesi bakımından da eleştiriye muhtaç.
Bütün bu tartışmanın arkasında Türkiye’deki devlet inşasının tamamlanmamış olması ve bu tamamlanmama halinin bir siyaset tekniği olarak kullanılması var. Bu nedenle Andımız’ın karşısında dikilen İstiklal Marşı, bir uzlaşma arayışının değil, devlet üzerinde kimin söz sahibi olduğunun yeniden belirlenmesine hizmet eden bir söylem olarak kabul edilebilir. Bu nedenle hükümet kanadından gelen ve Andımız’ın içerdiği anlamlara yönelik eleştirilerin sahici bir karşılığı yok. Bu eleştiriler hükümetin kendi ideolojisini perçinlemek ve onun sınırlarını yeniden düzenlemek için kullandığı liberal tezviratlar, başka bir milliyetçilik ile yeniden paketlenebilecek bir söylemin alt yapısını oluşturan zemin taşları olarak kullanıyor.
Henüz bilişsel olarak soyut düşünce aşamasına gelmemiş çocuklara, hançerelerini yırtarcasına varlıklarını Türk varlığına armağan etme arzusu aşılamaya çalışmak, militarizmin eğitim kurumlarında cisimleşmesinin bir örneğiydi. Bunun AKP döneminde başka biçimlerde gerçekleşmekte olması Türkiye’deki meselenin, kelimenin gerçek anlamıyla sivil (civil), yani medeni-yurttaş olup olmamak bahsine sıkışmasının nedeni olarak yorumlanabilir. Eğitimden beklentinin ne olduğu, bir sivillik - medenilik meselesi olarak eğitimin ne işe yaradığı ya da yaraması gerektiği sorularından uzak bir yere düşülmesinde Andımız bahsindeki basmakalıp tartışmaların, Türkiye’deki ortalama siyasal aklı çepeçevre kuşatması var. Bütün meziyetini etnik ya da dini kimliğinin yüceliğinde arayanlar için bu kuşatmanın anlamlı ve pek mühim bir karşılığı olabilir. Kimlik yarıştırma mücadelesinde herkes kendi payına düşeni kapışmaya çalışırken eğitim alanının gittikçe çoraklaşması, her yeni talebe kuşağının bir öncekinden daha niteliksiz olması ve bunun bizzat siyaset marifetiyle yapılması kimsenin derdinin pedagoji olmadığını göstermesi bakımından yeterli değil mi?