Nasılsın?
Tanıl Bora

2017’nin ilk yazısı, “Her şeye rağmen” sebatkârlığı üzerineydi (bkz.), 2018’in ilk yazısı “Başlama”nın kurucu gücü üzerine (bkz.)... Bu yıla, “Nasılsın, nasılsınız?” sorusuyla girelim.

***

Eleştirel dilbilimi literatürü, “Nasılsın?”ı, “makbul ikiyüzlülüğün”, “kurmaca hayırseverliğin”, “güyâ kişinin esenliğini merak eden… etkisiz iyi talih dilekleri”nin mücavir alanında konumlandırır.[1] 

Günlük dilde, bu rutin nezaket protokolünü savuşturucu sinizmin de kendince bir geleneği var. “Nasılsın?”ın boşluğunu soranın yüzüne çarpan kontra cevap kalıplarının sıralandığı tavsiye listeleri bile bulabilirsiniz: “Devlet sırrı – başkasına sor”, “Derdin mi sanki?”, “Amma unutkansın, dün söylemiştim ya…”, “Daha orijinal bir soru gelmiyor mu aklına?”, “Böyle bir soruyla karşılaşınca nasıl olursan öyle.” Falan. 

Özel hazırcevaplık talimlerine gerek olmadan da, zaten yerleşmiş güçlü geçiştirme kalıplarımız var: “Ne olsun…” “İdare eder.” “Aynı.” Ya da, Erkin Koray’ın en kalender haliyle şarkılaştırdığı “Şöyle böyle” (1989): “Nasılsın hemşerim/ Nasılsın iyi misin?/ Beni soruyorsan/ Ben şöyle böyle yaşıyorum işte...” 

O tekinsiz hekim lâfının, stabil’in, ‘sivil’ (yani hekim-olmayanlara, yani “hastalara” mahsus) temsilleri… 

***

Lakin “Nasılsın?” yoklaması, bir zamandır, rutin protokolü geçiştirmenin anlık sıkıntısından öteye geçti, zülfü yâre dokunuyor. Hasar tespit raporu tanzim etmeye benzer bir yanı var. “Nasılsın”lar kaygı yüklü, işiteceğinden, aslında işitmeden de bildiği cevaptan endişeli. Kendine kapanışını, “nasılsın?”lara muhatap olmak istememesiyle izah eden birisini biliyorum. 

Anglosakson sinizminin “Nasılsın?”a meşhur mukabelesini bilirsiniz: “Daha iyi günlerim olmuştu.” Günümüz Türkiye’sindeki sebepli karamsarlığın da, geleneksel ve özgün, kalıpları var: “Kötüyüm”, “Sorma”, “Nasıl olabilirim?”, “Memleket kadar iyiyim”…

Hal-i pürmelâl bildiriminden öte, normalleşmeye direnç gösterme, yersiz neşeleri men etme amacı da taşıyor bazen bu ‘ters’ cevaplar. Şu zamanda “iyi” olmanın zillet sayılacağını hatırlatıyor, bunun bilincinde olduğunu kayda geçirtiyor. Hatır soranı da duyarlı olmaya çağırıyor. Bir nevi ayaküstü propaganda, tebliğ... 

***

Boş iyimserlik telkinleri kadar, Refik Halit Karay’ın “sözde kötümserler” dediklerine de direnmeli ama, değil mi? Aslında tekerine taş değmediği halde, “konuşurken dünyayı karart[an]lar”. “Sakin delilerin bazı sebeplerle azmaları gibi, insan meclisine girdikleri zaman kötümserlik buhranına tutul[an]lar, insan ruhun zehirleme… için bütün kudretlerini kullan[an]lar.”[2]  

***

Her halükârda, “Nasılsın?” sorusu ve onu ‘karşılamak’, basbayağı politik bir mesele… Hele şu zamanda, hiçbir vakit olmadığı kadar öyle.

***

Hal-i pürmelâli bildirrken, tam tersi stratejileri benimseyenler de var. Bu da bir tebliğ yolu… “Çok iyiyim,” demek. “Hamdolsun”, “şükür,” demek. Arkadaşımız Nihat Tuna, -kaybedeli iki yıl geçti, çok özlüyoruz-, hep “domuz gibiyim” derdi – hastalığı kötüleyip “iyiyim”e gerileyene kadar. 

Bazen biraz sinizm de vardır bu “İyiyim”lerde, bir tutam kara mizah. Ama inadına irade talimi de vardır. Hatta, “Yel kayadan ne aparır” kostaklanması… Bu da bir tebliğ yolu. Sevilay Çelenk’in, -arkadaşlığıyla talihliyiz-, bahsettiği som bir erdeme, “birisine ve birbirine iyi gelme”ye (bkz.) talip olmanın bir yolu.

***

Keremkâr arkadaş Kerem Ünüvar, “İyi diyelim iyi olsun,” cevabını taşıyıp duruyor bir pankart gibi. Bu mukabele, insanı şaşalatan bir müphemlik içerir. “İdare ediyoruz” a bükülen bir yanı var. Ama hafifçe “iyiyim” efelenmesine de bükülebilir. Belki, onun kendi üzerine düşünmüş versiyonu.

Asıl, sözün kurucu kudretine, dilin şifasına selâm veren bir yanı da yok mu “İyi diyelim iyi olsun”un? Lâfın müphemliği, sözün zehir ve panzehir oluşuyla alâkalı değil mi? Malatya deyişi nasıl söylemiş: “Söz sözü, söz de döner kalbi açar.” 

***

“İyi diyelim iyi olsun”un müphemliğinden gayrı, “nasılım”ın müphemliğini, Edip Cansever’in ‘büyük’ şiirinden, “Ben Ruhi bey nasılım?”dan tanımıyor muyuz?

“Beni bir sardunya büyüttü belki…”

“O ben ki/ Bir kadında bir çocuk hayaleti mi/Bir çocukta bir kadın hayaleti mi/

Yalnızca bir hayalet mi yoksa.”

“Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey/ Nasılım.”

“Bambaşka bir sonbahar sabahları giyinceye kadar/ Nasılım.”

***

Başta zikrettiğim cevap anahtarlarına dönmesin bu sohbet. Ruh hali mühendisliği yapmaya, meşrep “yönetişimine” kalkışmamalı… Tekrar: “Nasılsın?”, politik bir mesele… 

“Nasılsın?” diye sormak, sözlük anlamınca, hal hatır sormaktır. Yani, halini sormak. Ve hatırını sormak: Hatır’ın ilk anlamı, bellek, düşünme, akıl; ikinci anlamı gönül, kalp. Hatır sormak, karşısındakinin hem gönlünü hem aklını fikrini yoklamaktır.

Levinas, “Başkasını selâmlamak, şimdiden ondan sorumlu olmak demektir” demiş ya…[3]  “Nasılsın?”ı bir bağış kılmanın sırrı ve kıymeti burada –gayet basit: Sahiden sormada, sahiden merak etmede… sahiden dinlemede

***

Bir “Her şeye rağmen” sebatkârı arkadaşım Ulaş Bayraktar’ın cemilesi olan bir Saian parçasıyla bitireyim: 

“Tamam yaşamak pek iç açıcı değil şu zaman burkuldun/ ama kabul et sen de fark ettin yağmurun nasıl büyüdüğünü yutkundun! / İsterdim bir yağmurdan arta kalan koku şu şarkıya sığsın/ Şimdi sana sigaramdan yüz bularak soruyorum: Nasılsın?” (youtube)



[1] Steven Pinker: Düşüncenin Maddesi. Çev. Mehmet Doğan. Alfa Yayınları, İstanbul 2016, s. 463.

[2] Refik Halit Karay: “Sözde kötümserler”, Akşam, 2 Ocak 1945. İnsanlık Halleri Huy Arabeskleri içinde, Hazırlayan Tuncay Birkan, İnkılâp Kitabevi Yayın, İstanbul 2015, s. 260-1.

[3] Akt. Ahmet Soysal, “Birlikte ve başka- 2”, Us – Düşün ve Ötesi (Bahar 2003).