80’li yıllarda doğmuş ve ilk özel televizyonların yayına başladığı yıllarda çocuk olmuş kuşağın gördüğü ışıltılı hayat, özel televizyonların program konseptlerinin çok da oturtulamadığı program içeriklerinde belirleniyordu. Erkek çocuklar futbolcu, kız çocuklar ise manken ya da şarkıcı olmak istiyordu. Çünkü futbol dünyası ve televizyon ünlülülerinin hayatlarının aynı magazin içeriğinde verildiği, ana haber bültenlerinin çokça magazin içerdiği yıllarının “kolay para” kazanan ve “rüya gibi hayatlar” yaşayabilen ünlüleri bu iki meslek gurubundan çıkıyormuş gibi gösteriliyordu. Bugün artık hep birlikte başka bir çağın insanı olduk. Bu kuşağın hayali futbolcu, manken, oyuncu olmak da değil zaten. Çünkü artık o işlerin zahmetli olduğunu, o ünlülerin şöhret sürelerinin kısıtlı olduğunu, sonlarının acıklı olduğunu biliyoruz. Popüler kültürün üretildiği mecra değişince, ona bakan insan da, gördüğü hayaller de değişti. Özel televizyonların ürettiği içeriğin takipçisi, yani alternatifleri kısıtlı olan, bir sonraki hafta izleyeceği yeni bölümü televizyonun başında bekleyen izleyici artık yok. Yeni kuşak, hangi kanal bu hafta ne yayınlayacak diye beklemiyor. Kendine bir kanal açıyor.
Genel televizyon izleme oranlarını bilemem ama, gençler artık televizyon izlemiyor onu biliyorum. Televizyon dünyası onların hayallerine, arzularına, dillerine hitap etmiyor. Hep daha samimi, daha sansürsüz, daha kendiliğinden olanın peşinde bir kuşaktan bahsediyoruz. Televizyon içeriğini fazla yapılandırmış, fazla politik ve demode buluyorlar. Ona eleştiri olarak bu “samimi”, “eğlenceli” içeriğin, hem tüketicisi hem de üreticisi olmak peşindeler. Televizyon izlemek out, internet televizyonu in! Ama daha önemli bir mesele var ki Youtube.İnternet içeriği alternatif ve özellikle çocuk kitle tarafından tartışmasız çok fazla tercih edilen mecra haline geldi. Elbette ki kendi ünlülerini de yarattı. Belki siz de benim gibi çok tanışık değilseniz bu evrene, 9 milyon takipçi rakamı sizi de şaşırtır. Şimdinin en ünlü youtuberları ilk kuşak diye adlandırılabilir sanıyorum. Yani daha böyle bir format yokken kendi sektörlerini, program içeriklerini yaratmış genç bir grup. Çocukken başlamışlar bu işe. Neredeyse Türkiye’de internetin bu kadar kitlesel kullanılmaya başlamasıyla yaşıt bir alan aslında. Çoğu oyun videolarıyla başlamış ve sonra eğlence videoları üretmeye başlamışlar. Benim ilgimi Altın Kelebek Ödülleri’nde böyle bir kategoriye ödül verilmesi meselesi çekti. En ünlülerinden Enes Batur, geçen yıl en iyi sosyal medya fenomeni kategorisinde ödül almış. 2018’in en iyisi ise Orkun Işıtman. Ana akım medya önce haklarında ürettikleri içerikler dolayısıyla negatif haberler yapmışlar. “Çocuklarınızı bu adamdan uzak tutun”, “kutsallarımızla dalga geçiyor” vb. argümanlarla ana haber bültenlerinde yer vermişler. Ama ana akım da bir yere kadar direnebiliyor demek ki.
Daha önceleri arzın nereden geleceğini çok da bilemeyen, biraz deneme yanılma yöntemiyle üreteceği içeriği belirleyebilen ve satmaya devam ettiği sürece de aynı pilavı ısıtarak önümüze koyan ana akım medya aklının yerini, şimdi algoritmalarla belirlenmiş manipülasyonlardan bahseden bir vlogger aklı almış. İnsan psikolojisini hackleyerek popüler olmanın yollarını keşfettiklerinden bahsediyorlar youtuberlar. Tam da tarif ettikleri gibi çok samimiler. Biraz fazla! Eskinin çok popüler diksiyon dersleri artık gereksiz görünüyor. Konuşurken ne kadar kelime yutarsanız ne kadar ya’lı yu’lu konuşursanız o kadar ünlü oluyorsunuz gibi. Videolar sırasında küfür de serbest. Eğlence videoları üretiyorlar çokça ama hepsinin birden vurguladığı gibi en çok izlenen videolar “challenge”lar yani meydan okuma ve deney videoları. Aklınıza gelebilecek her şey deneniyor bu videolarda, yüksekten atlama, çiğ tavuk yeme, dev balonla suya girme, slime dolu bir kovaya girme, tarçın yeme, kendini duvara bantlama, arabalarla hız testleri yapma, bilmem kaç liralık arabayla taksicilik yapma, bir gece Mecidiyeköy metrosunda sabahlama, sokakta bir günü kutunun içinde geçirme, gülmeme, ağlamama challengeları yapmak. Ortaya çıkan komik görüntüler yüzünden mi, yoksa her şeyi denemek isteyen, hayatın sunduğu her deneyimi yaşamak isteyen bir arzu mu tetikliyor bu meydan okuma merakını? Bu sorunun cevabını bilmiyorum ama bu tercihin, arzunun nereye evrildiğine ilişkin çok önemli şeyler söylediğini hissediyorum. Üzerine düşünmeye değer! Kaliteli içerik üretmenin gereksizliğini fark etmişler youtuberlar. Meydan okuma videolarının her şeyden çok izleniyor olması “daha zoruna niye kasayım, ben de challenge yaparım abiii” diyen bir noktaya getirmiş onları.
Bir aile tanımlıyorlar takipçilerinden bahsederken. Öyle samimi bir ortam ki bu, takipçiler de aile üyesi olduklarına göre her anlarını paylaşmak, “kendilerine dair her şeyi anlatmak” ortak tavır. Ya da hazırladıkları videolardan çok, nasıl insanlar oldukları merak ediliyor. Biz ünlülerin ekranda görünmeyen yüzlerini hep daha çok merak ederiz zaten. Kendilerini, arkadaşlarını, eski sevgililerini, karakter özelliklerini, hangi eşyaları neden aldıklarını, ne yediklerini, içtiklerini, hangi rengi daha çok sevdiklerini anlatıyorlar uzun uzun videolarda. En çok vurguladıkları nitelikler rekabetçi olmaları. Rekabetin kutsanması ve iddiacı kişiliğin övgüsü esnek kapitalizmin bu evresinin en kilit refleksleri gibi görünüyor. Youtube’un nasıl bir gelir kapısı olacağı üzerine sohbet, para üzerine bunca şey merak ediliyor ki anlatılıyor. Bu kuşak en çok onları izliyor ve onlara imreniyor. Daha bebekken eline tablet, telefon verilmiş olan bu nesil, 5 yaşında kendi kanalını açmak istiyor. Milyonlarca takipçisi olan zengin youtuberlar olmak istiyorlar. Hayaller değişmedi aslında, sadece mecra değişti. Yine ünlü ve zengin olmak istiyoruz.
Bunu yapmak için artık öyle büyük hayat değişikliklerine de gerek yok. Uzak zamanların hayalleri olmak zorunda değil artık bunlar. Evden kaçmak gerekmiyor, büyümek gerekmiyor, eğitim almak gerekmiyor. Hemen şimdi istiyor bu kuşak bunu ve üstünü bile değiştirmeden, ev kıyafetleriyle şansını deneyebiliyor odasında. Aşamaları var tabii, önce dikkat çekmek gerekiyor. Bir miktar eğlendirmek lazım. Sonraki aşamada artık yeterince dikkat çektiyseniz videolarınızda artık bolca kendinizden, gündelik hayatınızdan ve “kendinize dair her şeyden” bahsederseniz yetiyor. Yani zor olan kısmı kendinizi bir marka haline getirmek ve ürünü isminiz olan şirketler yönetmek. Nurdan Gürbilek 80’lerde toplumdaki değişimi “Vitrinde Yaşamak” kavramıyla anlatmıştı. Şimdiyi tarif etmek için de çok farklı bir kavram aramaya gerek yok galiba. Tek farkla. Artık herkes kendi vitrinini kendi evde yapabiliyor. Maksat görünmek olsun…