Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mart Yerel Seçim sonuçlarının ardından söylediği “Seçim tartışmalarını geride bırakarak ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır. Dönem, kızgın demiri soğutma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir” [1] sözlerinin başlangıçta pek ilgi uyandırmadığı söylenebilir. Bu nedenle Erdoğan’ın gündem belirleme gücünü yitirdiği ve inandırıcılığını büyük ölçüde kaybettiği şeklinde yorumlar yapıldı. Buna MHP Genel Başkanı ve Cumhur İttifakı’nın sadık savunucusu Devlet Bahçeli’nin İttifak'ın tabanının bir kısmında gittikçe artan etkisi ve sürekli el arttıran söylemleriyle mevcut hükümetin yerini doldurma azminin de eklenmesi gerekir. Bugün Erdoğan-Bahçeli ikilisi arasındaki gündem belirleme rolünün Bahçeli tarafından üstlenildiği ve bunu seçimler öncesinde ayyuka çıkartılan şiddet diliyle sürdürdüğü söylenebilir. Bu durum, Yeni Türkiye’deki rejimin ne olduğu hakkındaki belirsizliklerin de Bahçeli tarafından giderileceği anlamına geliyor.
Yeni Türkiye’de uzunca bir süredir ve bizzat etkili-yetkili isimler tarafından kızdırılan demirin artık soğuması gerektiğine karar verenler “Türkiye İttifakı” [2] isimli bir başka ittifakın gerekliliğini işaret ettiklerinde kastedilenin Türkiye’nin yüz yıldır çözmeyi başaramadığı sorunları çözme iradesine yönelik bir arayış olmadığını söylemeye gerek yok. İktidarın siyasal bileşenlerinin ve üst sınıfın farklı fraksiyonlarının iktidar bloğuyla mutabakatının şimdilik sıkı örüldüğü düşünüldüğünde “Türkiye İttifakı” tamlamasıyla kastedilen büyük ihtimalle iktidar nimetlerinden ötelenenleri görece kapsamayı hedefleyen bir hamle olarak yorumlanması mümkün.Hem AKP-MHP tabanındaki memnuniyetsizleri hem de iktidar bloğu dışında kalan ve bizzat devlet eliyle siyasal alanın dışına sürülmek istenenleri tekrar içermeyi hedefleyen bu söylem siyasal alanın demokratikleşmesini içermiyor. Örselenmiş ve haysiyetine tasallut edilmiş muhaliflerin etki gücünü yeniden düzenleyerek saha kenarına dizmek, iktidarın mutsuz tabanını da biraz neşelendirmek için yeni bir alan düzenlemesini içeren bu söylem, Erdoğan’ın şahsında cisimleşen iktidarın yeniden üretilmesini içeriyor.
Kızgın demirin soğutulması gerektiğine ilişkin kanaatin oluşmasında bu sürecin bir payı olsa gerek. Çünkü Yeni Türkiye’deki vatandaşları kızdırmak-soğutmak, oyun hamuru kıvamına getirilmiş seçmenlere sürekli değişen şekiller vermek iktidar bloğu açısından epey kolaylıkla icra edilen bir siyasal iletişim oyunu. Memlekette yaşanan rezilliklerin bu kadar kolay üstünün örtülmesini, savunulmasını, mazur ve hatta makul, kimi zaman da meşru gösterilmesini sağlayan siyaset tekniğinin dayandığı bir yenilik varsa, o da bu işlerin eskisine nazaran daha pervasız ve kolayca sergilenmesindeki performans olsa gerek.
Türkiye’deki seçmenlere her araçla ve her fırsatta ilan edilen Yeni Türkiye vaadinin eskisini arattığından bahsedildiği vakitlerde bunun bir süreç olup olmadığı hususu epey tartışıldı. Yeni Türkiye lafzı bu geçişe mührünü vuran bir ifadeydi ve bazen bir tehdit gibi kullanıldı bazen de emsalsiz bir müjde. Kendinden nefret etmek ile kendine aşık olmak arasındaki geçirgenliğin içerisinde karşılığını bulan bu ifadenin çöküşü, yükselişinden daha hızlı oldu.
Bugün Yeni Türkiye ifadesinin pek alıcısı olmadığı gibi ma’şeri vicdanda eskisi kadar karşılık bulmuyor. Bunun nedenleri arasında Türk sağının, özelde ise AKP’nin, kavramlar ve kelimelerle kurduğu ilişkideki meşum sündürmecilik ve kasten çarpıtmak mahareti sayılabilir. Bunun bazı nedenleri var. Türk sağı kavramları ve kelimeleri sündürmek zorunda; bu sayede ağızlarından çıkan hiçbir sözle bağlanamayan kişiler olarak siyaset yapmaya, yönetmeye ve yönetime talip olmaya devam edebiliyor. Çarpıtmak zorunda; bu sayede hak söylerken bile batıl murad ediyor. Kelimelerin ve kavramların sündürülmesi ve çarpıtılması Türk sağının siyaset tarzı olarak ifade edilmiş olsa da onunla sınırlı değil, dünyadaki diğer sağ siyasetler için de benzer durumlardan sıklıkla söz edildiği biliniyor. Bazıları Sofistlere kadar giderek siyaseti retoriğin kötü kullanımına indirgeyen açıklamalar yapıp mevcut durumun olağan olduğunu iddia etse de, bu durum siyaseti yeni kavramlar ve değerler ile düşünmenin meşruiyetini ortadan kaldırmıyor. Yine de Türkiye’deki siyasal alan ve ilişkiler düşünüldüğünde bu tür tartışmalar şimdilik epey lüks, kaybedilen medenilik halinin siyaset eliyle nasıl kazanılacağı ise koca bir muamma.
Bu nedenle Türkiye’de bir şeye ‘yeni’ demenin muhakkak yeni bir şeyle ilgili olmak zorunda olmadığı biliniyor. Siyasetçiler tarafından seçmenlere belletilen ve dillerine pelesenk edilen birçok kelimenin uğradığı akıbetin Türkiye’nin makus talihiyle ilişkisini anlamak için uzun boylu analizlere gerek yok. Sadece gündelik siyasette her an değişmekte olan söylemlere ve ilişkilere bakılarak da anlaşılabilecek bu durum, Türkiye’de yaşayan vatandaşların yaşadıkları yeri tanımlamaları, dahası ona yükledikleri anlamları biçimlendiren bir sapmanın olağanlaşmasıyla açıklanabilir. Yaşadıkları memleketle ilgili deneyimledikleri cinnet halinin ve dilinin siyasal olduğu kadar sosyal ilişkilere de hakim olması, sosyo-politik alanı ve ilişkileri düzenleyen bir işleve sahip ve asıl önemi bu düzenleyici işlevden geliyor.
Yanı başındakinden nefret etmeye, onu yok etmeye ve ondan tiksinmeye neden olan motivasyonların adalet, celadet, cesaret, hakkaniyet, hamiyet, merhamet, sadakat, şefkat, şeref ve benzeri değer yüklü kelimelerin ardına saklanmasında bu kelimelerin işaret ettiği hikmetlerin zerresi yok. Böylesi bir hikmet arayışı ya da ona ihtiyacı da yok. Dilini ezberlediklerinin duygusunu taklit etmeye ayarlanmayı kendisi için değer bildiği sürece elinden, belinden, dilinden çıkacak fenalıkları hayırlı hamlelerden saymaya hazır. Kısa Türkiye tarihi bu yeniliklerle dolu. 6-7 Eylül de orada, Hrant Dink de, Sivas da orada, Ankara Garı’ndaki katliam da… ve daha niceleri.
Burada alenen bayağılık, pespayelik halinde kolektif narsizm, tümüyle özcülüğe batmış çarpık zihniyetle deveran eden güruhlaşmayı yeniden üreten siyaset tekniğinin yetmiş yaşındaki bir adama olanca gücüyle saldırmayı sertlik ya da yiğitlik makamına yazabilecek bir yenilik var. Hani neredeyse saldırganları, çığırtkanları, zorbaları savunmaya varacak, onların akıllarına gelmeyen savunmaları, mazeretleri, bahaneleri ve gerekçeleri onlar için hazırlamaya yeltenen yepyeni bir kadirşinaslık! Oysa bu yenilikte de yeni olan hiçbir şey yok. Kızgın demiri kızdıranlar, kızdırılmış demirle dağlananlar, acılarıyla kendi içine çökenler de hâlâ aynı.
Hükümetin ve iktidar bloğunun kelimenin tam anlamıyla muktedir olduğu, bütün kurumlara ve bürokrasinin kılcallarına varıncaya kadar her yere ve her şeye tek elden hükmettiği Türkiye’de kızdırılması için epey gayret gösterdiği demiri nasıl soğutacağını bilip bilmediği önemli bir soru. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti bu demirin soğutulması konusunda ciddi bir kararlılık gösterecek olursa, iktidar bloğu olarak hararetini yükselttiği tabanının kontrolünü Bahçeli’ye kaptırabilir. En azından Bahçeli’nin blok olarak dayandıkları tabanı ele geçirmek için balıkçı ağını bir süredir örmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ancak kızgın demir metaforunun gösterdiği bir başka husus daha var. O da Türkiye’de yaşayan vatandaşların dövüle dövüle şekil alıp almadığı sorusuyla ilgili. Bu ülkedeki vatandaşların demir misali tavında dövülüp dövenin arzusundaki şekli alacağı, almaya zorlanacağı, almaktan başka çaresi olmadığı konusundaki ham devletçiliğin halen sürdürülüyor olması, bu konunun bir vakitler bizzat AKP elitleri tarafından eleştiri konusu yapılması ve nihayetinde bir milim bile yol alınmamış olması, Yeni Türkiye’nin eski Türkiye’nin bizzat kendisi olduğunu göstermesi bakımından yeterli değil mi? Bu meselenin çoğulculukla, demokrasiyle, temel hak ve hürriyetlerle değil, medeni olup olmamakla ilişkisi var. Hiç değilse bu kadarına varabilmek için yanı başındakini gözeten bir medeniliği, Türkiye’de reayanın ya da kulların değil, vatandaşların yaşadığını hatırlatmaya ihtiyaç var.
[1] Haberin ayrıntısı için bkz. “Erdoğan: Dönem, kızgın demiri soğutma, musafahalaşma dönemidir”, link: https://www.milligazete.com.tr/haber/2470805/erdogan-donem-kizgin-demiri-sogutma-musafahalasma-donemidir [19.04.2019].
[2] Haberin ayrıntısı için bkz. “Seçim tartışmalarını geride bırakalım diyen Erdoğan'dan 'Türkiye İttifakı' vurgusu” https://tr.sputniknews.com/politika/201904191038813330-erdogandan-yerel-secim-mesaji/ [20.04.2019].