Korku Çatlağı
Polat S. Alpman
Ruh kemiren, bulaştığı herkesi çaresizliğe ve inançsızlığa zorlayan, her şeyi ve neredeyse herkesi korku-komplo dilinin içine kapatan, hafızaları bulanıklaştıran, yeni-yalan anılar yaratan, değişim ihtiyacına saldıran, sözü anlamsızlaştıran, kaba-kalabalık şiddeti siyasal alanın bileşenlerinden biri haline getiren, her değişim talebini -hatta isteğini bile- öcüleştiren, vatandaşlığın gerektirdiği sorumluluk ve haysiyetten vazgeçmeyi dayatan korkunun milliyetçilik ve popülizm sayesinde siyasal alanda elde ettiği egemenlik, yatağın altındaki canavarlara aldırmazlık etmeyi zorlaştırıyor. 

Türkiye’deki siyasal alandaki ilişkilerin düzenlenmesinde ve seçmenlerle temasta etkili olan faktörlerden biri olan korku, bir yönetim ve iletişim tekniği olarak devletin ve bürokrasinin gizli müfredatının bir parçasıdır. Korku, yönetmeyi ve aklı askıya almayı kolaylaştırır. Siyasal bilincini gelişmemiş ya da çeşitli aygıtlarla manipüle edilmiş toplumlarda korkuları organize edip yönlendirmeyi başarabilen, gerçek gücü ve iktidarı ele geçirmiş olur. Bu nedenle korku, kelimenin gerçek anlamıyla siyasaldır.

Türkçede bu durumu özetleyen bir tamlama da var; Korku Cumhuriyeti. Egemen devlet aklının ve eylemlerinin toplumun önemli bir kesimi üzerindeki tesirini göstermek için kullanılan bu ifade, 12 Eylül darbesinden sonra toplumdaki normalleşme talebi tarafından işaret edilen bir kötülüktü. Epey kullanıldı ve anlamlı bir karşılığa sahipti. Korku Cumhuriyeti ifadesinin gösterdiği birçok şey var ve bunlara son yıllarda yepyeni şeyler eklendi.

Korkunun bulaşıcı bir tarafı var. Zihni ve duyguları felç eden, benliğin en ham yerlerini dışarı çıkartan ve sadece o anın baskısından kurtulmaya odaklanan bu duygunun siyasal alandaki karşılığı birçok otoriter rejimin sürdürülebilmesi için gerekli bir araç. Bir siyaset tekniği olarak sıklıkla söylemlerin içine enjekte edilen, parmakla gösterilen, oyun hamurundan imal edilmiş korku nesnesinin meydanlarda teşhir edilip manipülasyon malzemesi olarak iktidarların ellerinde tuttukları kozlardan biri olması tesadüf değil. Özellikle siyasal bilinci henüz gelişim aşamasında olan toplumların korkuyla yönetilmesindeki kolaylık, siyasetçilerin tıkandıkları her yerde buna başvurmasını kolaylaştırıyor.

Toplumu korkuyla yönetecek kadar gerileyen bütün iktidar aygıtları ve Türkiye’deki mevcut iktidar bloğu açısından, toplumun sinesinde kökleri olan bu duygunun manipüle edilmesinde şaşılası bir şey yok. Türkiye’de korkunun birçok yüzü ve yönü, tarihsel, siyasal, ekonomik ve kültürel nedenleri var. Türkiye’de yaşayanları korkutmak kolay ve vatandaşlar korkmakta haklılar. Belki de asıl hayretle karşılanması gereken şey korkmasına rağmen siyasal alandaki varlık mücadelesini bir biçimde sürdürme iradesi gösterenlerin, korku rejimine teslim olmamak konusundaki ısrarlı tutumudur. Bu, demokrasi namına dile getirilen ne varsa, onun zeminini kuran biricik tutumdur. Bugün ve hemen sonuç vermese bile bu topraklarda yeşermiş olması başlı başına değerlidir.

Korkunun, siyasetçiler tarafından sosyo-politik alana çağrılması, yaşadığımız çağın ‘korku çağı’ olarak tanımlanmasına neden oldu. Korkunun nesnesi ise egemen kimlik ve iktidar bloğuyla uzlaşmayan herkesi içerecek şekilde genişletildi. Mülteciler, kadınlar, işsizler, öğrenciler, solcular, özetle içinde zerre kadar farklılık barındıran ve hak talep eden herkes, kendisinden korkulması gereken birer öcü haline dönüşme tehdidi altında yer alıyor. Yirminci yüzyılda faşizmin bir siyaset tekniği olarak kullandığı bu durumun sayısız örneklerinin günümüzde de devam etmesinin birçok nedeni var.

Burada değişmeyen şey iktidar karşısında gittikçe zayıflayanların, her an öcü haline gelmesi muhtemel kesimlerin, toplumdaki egemen kimliğin ve siyasal iktidarların korku nesnesine getirilmeleri; ve aynı zamanda gerçek ve haklı korkuyu onların tecrübe etmesidir. Belki de korkunun zihne ve bedene sirayet eden bütün bulaşıcılığına rağmen iktidarların karşılarına aldığı ezilenlerin değişime olan ihtiyacı, bütün korku cihazlarının seferber edildiği korkunç düzene teslim olmalarının önüne geçiyor. Burada bir umut var. Korkunun müsebbibi olan egemenlik biçiminin ve onun cihazlarının dehlizlerinden sızan, onun içindeki kırılganlığı, çaresizliği, sapkın istenci görmeyi sağlayan bir umut. Değişime olan ihtiyacın bir temenni değil, mümkün olduğunu hayal etmeye vesile olan bir umut.

Umut… safça bir iyimserlik olarak değil, neyi talep ettiğini bilen bir eylem hali olarak umut. Ahmaklığa varan bir kadercilikle değil, değişimin yaşamın içindeki derin giz olduğu bilgisine yaslanan eylem halindeki umut. Küçümsenmeyecek kadar kararlı, yaşanan her yıkıma rağmen iradesinden ve varlığından vazgeçmeyecek kadar sahici bir umut. Korkutuculuğun cesareti boğan, onu küçümseyen ve korkunun nesnesine dönüştüren kibrine ve cesareti türlü eza ve cefa ile bastırıp her eşik aşımında yeni korku eşikleri inşa edebilen nobranlığına karşı korkunun surlarındaki her gediği genişletme iradesi olarak umudun siyasal alanda varlık gösterebilmesi kıymetlidir. Çünkü umut, katılaşmış korkunun çatlaklarından süzülmekte olan geleceğin bir ihtimal olarak hala var olduğunu gösterir.