Toz: Kelimeler ve İnsan
Derviş Aydın Akkoç

Michael Marder’ın leziz kitabı Toz şu sakin cümleyle açılıyor: “Sözcükler, gündelik hayatın oluklarında oraya buraya dağılmış mücevherlerdir.”[1] Yazarın da belirttiği üzere, çoğun bu mücevherlerin farkına varılmaz; kâh kayıtsızlıktan kâh küçümsemeden ötürüdür bu ilgisizlik. Öte yandan, gerek felsefi-edebi söylemlerde gerekse konuşma düzleminde bu dağınık mücevherler bakışları kendi üzerlerine çekseler de, bazı kelimelerin parıltısı diğerlerine nazaran daha cılız ve soluktur: bu durumda niteliksel ayrımlar iş görür; mevzu hayatın izahı, varoluşun anlamı gibi girift meseleler olunca çokça işlenmiş, parıltıları göz kamaştıran yığınla kelime vardır. Yüklü, doğurgan, anlamlarla donatılmış, iri kıyım bu kelimelerin, hatta kavramların ışıltısı daha silik ve kıyada köşede kalmış mücevherlerin ışıltısını bastırır, siler, hiç değilse tali hale getirir... Tıpkı beşeri dünyada olduğu gibi kelimeler dünyasında da, gaddar hiyerarşiler ve eşitsizlikler söz konusudur; şairleri meşgul eden, filozofları zorlayan, reel-politikacıları alıklaştıran hiyerarşiler ve eşitsizlikler... 


***

Felsefeci Michael Marder, çok ince yerlerden işleyen, müthiş nazik bir eleştirel bakışla hayatın keşmekeşinde genellikle unutulan, ama bir şekilde herkesin dilinde olan bir kelimeyi, bir mücevheri çekip alıyor söyleminin odağına: isim olarak “toz” ve onun fiil hâlleri olarak “tozunu almak”, “tozlanmak.” İsim ve fiil arasında bir gerilimin, bir çelişkinin olduğu muhakkak: Marder’a göre, varlık olarak toz aslında hiçbir surette yok edilemez, onu imha etmek için kullanılan araçlar esasında onu bir yerden başka bir yere taşıma dışında bir işleve sahip değildir: “Toz zerreleri zamanın, uzayın ve anlamın enginliğinde dolanıp duran safiyane göçebelerdir.” Yoğun, kadim ve derin anlamlara, güç bela erişilen yahut yaratılan hakikatlere, zamanın ve uzayın sonsuzluğuna savrulmuş bu göçebe varlıklarla ilişkisi üzerinden eğiliyor Marder; kendi söyleminin de toz olup boşluğa karışıp gitmesini arzulayan bir tavırla: “toza yazmak.” Kendi silinişini bir tür hayatta kalma çabasına dönüştüren, toz denli hafif ve görünmez hareketlerle bir düşünceden diğerine yol alan yazma enerjisi, özü itibariyle “olumlu bir toz fenomenolojisi” yaratma derdinde. Bu dert uyarınca Tevrat’taki “çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin” sözünden Shakespeare’in Hamlet’indeki “Nedir ki bu toz zerresi?” sorusuna bir göçebe edasıyla dalıp çıkılmakta... 


***

Bir “göçebenin” edası hâkim Michael Marder’ın stratejisine: Abartıdan ve gösterişten uzak bu stratejiye yaslanarak “derinliklere” ulaşmak değil, daha ziyade “yüzeylere” dokunmak amacında Marder. Tevrat’taki dramatik söze atıfta bulunurken de aynı tutum yürürlükte. Ama bu tutum zihinsel çabayı salt fenomenoloji alanıyla sınırlı tutmakta, toz kelimesinin sözgelimi siyaset düşüncesindeki çağrışımları ve içerikleri ihmal edilmekte. Marder’ın temas etmediği, yine Tevrat’ta geçen, Hz. İbrahim’in yüce bir otorite makamı olarak Tanrı’nın karşısında “ben toz ve külüm, bir hiçim” diye söz alması mesela. Toz zerresi olarak insan: sonsuz bir büyüklük karşısında sonsuz bir küçüklük, ama mutlak hiç-lik olmayan bir küçüklük... İnsan sonsuz bir büyüklük ve kudret karşısında belki de sahiden tozdur, küldür, ama tam da toz olarak kalıcıdır, yok edilemezdir. Üstelik toz ve kül olmasına rağmen “ama seninle konuşma yürekliliğini göstereceğim” ısrarı da caba: bu garip çıkış toz ve kül olmanın hem zayıflığından hem de kuvvetinden alır meşruiyetini. Konuşma, kendini ifade etme bahsinde gerek teolojik gerekse dünyevi iktidar odaklarının karşısında yüreklilik gösteren toz insan... Demek “nedir ki bu toz zerresi?” sorusu iki farklı yöne doğru açılıp genişler: Sıfıra yakın bir konumda, türlü çeşitli araçlarla silinip süpürülmesi, gözlerden ırak tutulması, poşetlere, toplama kamplarına doldurup gömülmesi, hesaptan düşülmesi hayli olası bir varlık olarak toz insan; ama aynı zamanda onu silip süpürmeye, varlığını inkâr etmeye, değersiz kılmaya niyetli güç odakları karşısında da kendi sözünü ve eylemini kurma cesaretini gösteren, Tanrı karşısında, devlet karşısında, para karşısında “konuşma yürekliliğini” kuşanan, bir haysiyet varlığı olarak toz insan...

***

Bilindik ve yaygın kelimelerin “tozunu almak” niyetinde Marder, buna “toz” kelimesi de dahil: böylece kelimeler onca sık kullanımlarına rağmen, muhataplarına kendilerini ilk kez gösteriyormuş hissi verir. Toz almak özünde mütevazi ama gerekli bir eylemdir, bir yüzey-işlemidir. Toz alma sayesinde kelimeler ve işaret ettikleri nesneler arasındaki perdeler hafiften aralanır, bulanıklık yerini “berraklığa” bırakır ve düşünce bir berraklık zemininde yola koyulur: “derinliklere”, yani kelimelerin tarihsel ve politik veçhelerine de ancak toz alma işlemlerinden sonra geçilebilir. Tam da bu fasılda, kelimelerin sadece tozunu almayan, aynı zamanda tozunu da attıran Tanıl Bora’nın bu topraklardaki ve bu dildeki uzun erimli muazzam çabası... Fenomenolojinin eksik bıraktığı siyasi bakışı da yedeğine alan, bir tür arkeoloji çalışması olarak Tanıl Bora’nın fenomonolojik bakışla siyasi bakışı kaynaştıran, “zamana-çağa” da bu hattan ilişen jesti: Bora’nın kelimeleri bilhassa faillerinin söyleminde yakalayan, ifşa eden, arşivleyen, panorama çıkaran, nüanslara işaret eden; ayrıca kelimelerin olumsuz tasarruflarının yanına mutlaka olumlu içeriklerini de ekleyen kıvrak ve canlı, şimdiki “zamanın kelimeleri”ni gözler önüne seren yazıları.[2]

***

Marder’ın kitabı sadece teolojiyi, sanatı yahut felsefi meseleleri gündemine almıyor: toz gibi gündelik hayatın sıradan bir kelimesinden hareketle insanın eşyayla, evle olan alelade ilişkilerine de uzanıyor, bir “yüzleşme” çağrısıyla:

“Evdeki toz büyük ölçüde bedenli varoluşumuzun maddi izlerini barındırdığından, bunu ortadan kaldırma girişimi, epey bilinçdışı olarak, kendimizin izlerini silme çabasıdır. Elde bezle, ölümlülüğümüzün ve öldükten sonra çevreye karışmamızın kanıtlarını silmeye çalışırız. Evi düzene sokma derdiyle, onu el değmemiş haline döndürme arzusuyla toz alma, konukluk ettiğimiz yerleri biraz steril, bir parça ölü hale getirir, bunu da yaşam adına yapar.”

Toz, eşyayla insan arasında durur, nemle teması yoğunlaşınca “kire” dönüşür; toz ya da kir her durumda eşyayı kaplar, tozun dışsal boyutuna içsel, yani ruhsal bir boyutun eşlik etmesi anlamına gelir bu da: “Fiziksel olarak bir şeylerin tozunu almak çoğu kez psişik toz almanın yerine geçer.” Eşya gibi insanın zihni de toz tutar, fakat zihni kaplayan tozların üstesinden gelmek eşyada olduğu kadar kolay değildir; zamanın nemi insan zihnindeki tozları –deneyim artıklarını- hafıza kirlerine, tortularına dönüştürür, geçmiş saplantılı bir hal alır. Zihnin kireçlenmesinin önüne geçmek, şimdiye yerleşmek ve devam etmek için; Marder’ın yerinde ifadesiyle “zihni dünya karşısında pirüpak bir hayret haline taşımak” için zihinlerdeki tozlara, tozlanma süreçlerine dikkat kesilmek, bu dikkatin yakıtı olarak da kışkırtıcı ve cesur sorular sormak, toz gibi neredeyse hükümsüz kelimelerin tazyikiyle “düşünceyi uyandırmak” gerekmektedir...

***

Felsefenin, psikanalizin yahut harici söylem tarzlarının salt soyut kavramlar, yüklü ve hantal kelimelerle değil, ucu bir şekilde yaşama dokunan sade ve basit kelimelerle de icra edilebileceğini iddia eden bu kitabı daha fazla didikleyerek okuma zevkini sabote etmemek lazım galiba...

[1] Michael Marder, Toz, çev. Öznur Karakaş, İstanbul: İthaki Yayınları, 2019, s. 11. Editörlüğünü de üstlendiği bu güzel kitabı bana ikram ettiği için Erkal Ünal’a teşekkür ederim.

[2] Tanıl Bora, Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasî Dili, İstanbul: Birikim yayınları, 2018. “Toz” kelimesi vesilesiyle, Ahu Öztürk’ün yönetmenliğini yaptığı 2015 tarihli “Toz Bezi” filmini de anmak gerek: “toz” ve “bez” kelimelerinin sınıfsal ve etnik boyutlarının eleştirel bir optikten yansıdığı güçlü bir filmdi bu...