Zorla Kucaklamak
Polat S. Alpman

Türk siyasetinde kucaklama, öpme, sarılma şampiyonlarının başında Hasan Celal Güzel’in geldiği söylenir. Elini yakaladığı seçmeni kendine doğru çekerek ensesinden tutup yanaklarına iki küçük buse konduran Güzel hızla yoluna devam ederken neye uğradığını şaşıran seçmen olan biteni anlamaya çalışarak olduğu yerde kalakalırmış.[1] Güzel ile sınırlı olmayan bu hercai ve yıpratıcı sevgi gösterisi, Türk sağının kucaklama metaforuna yüklediği anlamlarla bir arada düşünülebilir. 

Kucaklama söylemi eşitsizliği norm olarak kabul edenlere yönelik samimi bir ilişki teklifidir. Kucaklananların eşitsizlik, sömürü, görünmez hale getirilme biçimleriyle yapılandırılan milli kimliğin ve kolektifin faydanın neresinde duracağına ilişkin yer belirlemeyi kolaylaştıran bu teklif, yaşam iradesinin ve haysiyet hakkının egemene devrini içeren bir ilişkidir, analojiyi zorlama pahasına da olsa buna, ‘devlet baba’ ifadesinden mülhem, baba kucağı denebilir.

Kucaklamak, kucak açmak, kucak kucağa olmak, kucağına almak, kucağında bulmak, kucağında taşımak, kucağına düşmek, kucağına oturmak ve biraz argo haliyle kucağa oturtmak. Eskilerin tabiriyle aguş kelimesinin işteş halinin herhangi bir kullanımı var mı, bilemiyorum, ancak kucak kelimesinin var, kucaklaşma. Kucaklaşma kelimesindeki işteşlik yanıltıcı olmasın. Türkiye’deki sağ siyasetin söylemindeki kucaklaşma, kucaklayan ile kucaklanan arasındaki mesafenin hatırlatılması için var. Sahiplenmeyi talep eden egemenin bedensel performansına ilişkin bir betimleme, kollarını iki yana açarak göğsünü işaret eden ve sığınmak için egemenin kendisini, bedenini işaret eden bir jest olarak kucaklama.

Eşitler arasındaki muhabbetin ifadesi olan kucaklaşma ile egemenin siyaset tekniği olan kucaklama arasında bir türlü bitemeyen, bitmesi istenmeyen Tanzimat'ın sündürülmesi var. Bugün de devam eden eşitlik meselesinin kucaklamak ile çözülmek istenmesinin nedenlerini anlamak zor değil. Bu nedenle eşit olmama, eşitlik talebini tehdit olarak kabul etme tavrı, siyasal görüşlerden bir görüş olarak değil, Türk siyasal naturasının sine-i sûzânı olarak tasvir edilebilir.

Türkiye’nin siyasal naturası kucaklama/kucaklaşma gibi kelimeleri istismar etmeyi siyasetin amentüsü gibi dile getirme alışkanlığa sahiptir. Partiler, isimler ve hatta rejimler değişse bile iktidarı ele geçirenler ihtiyaç hissettikçe kucaklamak isteğini dile getirmekte serbesttir. Kucaklamak egemenlere has bir imtiyaz olduğu için onlar tarafından dile getirilen kucaklama, ilişkinin muhataplarına kimin egemen olduğunu hatırlatır. Mevcut ilişkiler ağına eşit olarak dahil olamayanlar, egemen kimlikten ve siyasal alandaki mücadeleden sürülenler yeri geldiğinde kucaklanabilirler.

Kucaklanmak arzusu gözle görülme, varlığı fark edilme, güçlünün gücünden az da olsa nasiplenme talebidir. Egemenin şiddetinden ve onun şiddet tekelinden sakınmak, onun kanatları altında yer almak, onunla birlikte övmek, onunla birlikte sövmek, o kahrederken kahretmek, o merhamet ettiğinde şefkate uğramak kucaklanmış olanların maharetidir. Siyasal bir talep olarak dile getirilen kucaklamak kadar kucaklanmak da siyasal ilişkinin bir parçasıdır. Egemenin kucaklamak talebine karşılık vermeyenler ise egemenle müzakerenin ve mücadelenin yollarını arayan, eşitlik talebinden iktidar talebine kadar uzanan bir yelpazede farklılaşan taleplerin sosyo-politik temsilcileridir. Kucaklanmayı ve egemenin hırpalayıcı sevgi gösterisini reddetmek eşitlik talebine varamamış olsa bile muhatap olarak kabul edilme talebini içerir.

Kucaklaşmak eşitler arasındaki muhabbetin bir ifadesidir, ancak siyasal alandaki ilişkiler söz konusu olduğunda bir strateji olarak da düşünülebilir. Egemenlik mücadelesi veren tarafların, siyasal alanda dağınık halde bulunanları kendi yörüngesinde toplamak için geniş bir kucak açması ve dağınık haldeki güçleri kendi merkezinde toplamak için gayret etmesi, kucaklaşma olarak tarif edilebilir. Türk sağı içerisinde bunu uzun süre ve etkili biçimde icra eden AKP’nin kucaklaşmadan kucaklamaya doğru izlediği güzergah bunun bir örneğidir. AKP’nin uzunca bir süre birçok kesimle kucaklaştığı, zaman geçtikçe bu kucaklaşmanın önce kucaklamaya, sonra boğmaya ve boğuşmaya dönüştüğü söylenebilir. Bazı kesimler kendilerini bu ilişkiden kurtarmayı başarırken bazılarının başaramaması ve bir kısmının da kucaktan düşmesiyle ilerleyen bu süreç AKP’yi bambaşka kucaklaşmalara zorladı.

Günümüzde kucaklaşmayı bir siyaset tekniği olarak icra edebilen bir siyasal hat ortada olmasa bile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun bu konuda iyi bir sınav verdiği söyleniyor. İmamoğlu kucaklamak ve kucaklaşmak istiyor, öyle üstün körü değil, büyük bir tutkuyla kucaklaşmak istiyor. Türkiye’deki siyasal gelişmelerden dolayı görece sersemlemiş ve dağınık halde olan seçmenlerle birleşmek, onlarla kucaklaşmak ve bu dağınıklığı kendi çevresinde hizalamak istiyor. Bunu o kadar sık dile getiriyor ki, bazen korkutucu bir hal alıyor. Örneğin Özal’ın ölüm yıldönümündeki anma törenine davet edilmeyen İmamoğlu, Binali Yıldırım’ı görünce onunla karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “… [Yıldırım’ın] yürüdüğünü görünce arabamdan indim ve ‘merhaba’ deme ihtiyacı hissettim. Biraz daha duraksasaydı, kucaklardım da açık söyleyeyim. Çünkü milletin kucaklaşmaya ihtiyacı var. … Onlar kucaklamasa, ben kucaklarım. Kucaklamada iyiyim yani. Hiç kimse kaçamaz kucaklayışımdan" [2]. Kucaklanmadan kaçamamak ürkütücü, bilhassa kucaklanmak yerine muhatap olmayı talep edenler için.

Türkiye’nin ihtiyacı olan şeyin kucaklaşmak olduğu yönündeki yaygın söylemin üstünü örttüğü gerçek, Türkiye’deki başlıca meselenin eşitsizlik olduğudur. Başta siyasal alan olmak üzere toplumsal alanlarda var olma hakları gasp edilenlerin, muktedir ve tek merkezli söylem dışında kalan görüşlerini dile getirmeye cüret ettikleri için başlarına olmadık fenalıklar gelenlerin, işinden, aşından, evinden, yurdundan edilenlerin, taleplerini dile getiremeyenlerin aradığı şey bir kucak olsaydı, onu bulmakta pek zorlanmazlardı. Bugün en vasat haliyle demokrasi talebine bile sağır siyasal hareketlerin Türkiye’deki ezilenlere teklifinin bir kucaktan öteye gidememesi, demokrasi gereğinin sahici bir teklif haline dönüştürülememiş olmasının bir sonucu. Eşitlik, özgürlük, adalet, medenilik talebini çoğaltacak arayışın bir kucağa değil, hakların tanınmasına ve korunmasına yönelik müdahaleye ihtiyacı var. Bu çağrıya duyulan ihtiyaç bu yüzyılda da devam ediyorsa, bunun nedeni kucakta oturmanın verdiği imtiyazlar sayesinde elde edilenler ile kaybedilenler arasındaki farkın üstünün örtülebilmesidir.



[1] Şurada Hasan Celal Güzel’in seçmenle kurduğu samimi ilişkiyi gösteren kısa bir video var, link: https://youtu.be/kS4aSztvuiU [17.06.2019].

[2] Haberin ayrıntısı için bkz. “Ekrem İmamoğlu, Binali Yıldırım’la tokalaştı”, link: https://bit.ly/2XZaF0S [17.06.2019].