Siyasetle yakından ilgilenen birçok kişi Türkiye’deki iktidar bloğunun ve siyasal hegemonyanın zayıfladığı ve iktidar değişiminin yaklaştığıyla ilgili yorumlar yapıyor. Bir yandan iktidar bloğunun tarafları arasındaki tuhaf ilişkinin neden olduğu uyumsuzluğun, diğer yandan yeni kurulacak partilerin bu hegemonyayı parçalayacağı öne sürülüyor. Yerel seçimler sayesinde seçmenlerin gittikçe iktidar bloğundan uzaklaştıklarının gözle görülür hale gelmesi ortada göz ardı edilemeyecek bir gerilemenin olduğunu, toparlanması neredeyse imkansız bir sürecin geliştiğini iddia etmeyi kolaylaştırıyor. Bu gelişmeler kadar önemli olan meselelerden biri de iktidar bloğuna uzun zamandır destek veren seçmenlerin fütuhat coşkusu, egemenlik arzusuyla beslenen duygusal motivasyonlarındaki enerji kaybı olsa gerek. Desteklemeye devam etseler bile iktidar bloğuna güvenini kaybeden seçmenlerin sayısının gittikçe arttığı öne sürülebilir. Güven kaybının neden olduğu inançsızlığın en büyük etkisi ise gerçek sorunlarla yüz yüze gelirken aradaki ideolojik ve hamasi filtrenin etkisini yitirmesi. Uzun süredir bu coşku ve arzuya seslenen iktidar bloğu için böylesi bir gerilemeyi durdurmak kolay olmasa gerek.
Peki, muhalefeti temsil eden partilerin bu süreçteki payları nedir? Birçok yorumcuya göre iktidar bloğu, muhalefet tarafından geriletilmedi. Özellikle muhalefetin temsilcisi olan CHP’nin bu gerilemede özel bir başarısından söz etmek yerine yerel seçimlerdeki aday tercihlerindeki başarısından söz ediliyor. Yani etkili bir muhalefet pratiği, gerçekçi ve ikna edici bir politika ya da program vesilesiyle elde edilmiş bir başarıdan ziyade iktidar bloğunun başarısızlıkları nedeniyle parlayan bazı isimler üzerinden yakalanan rüzgarın CHP’yi yerelde güçlendirdiği öne sürülüyor. Elbette buna Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul seçiminin Yüksek Seçim Kurulu marifetiyle iptal edilmesi rezaletini de eklemek gerek.Şimdilerde pek hatırlanmıyor ama yaklaşık altı sene önce bu vakitlerde Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin “IV. Devrim” ismini verdikleri bir manifestoyla siyasal alana müdahale edeceğini anlatıyordu. Ona göre CHP, ilk devrimi Cumhuriyet’i kurmakla yapmıştı. İkinci devrim, İsmet İnönü döneminde çok partili hayata geçilmiş olmasıydı. Üçüncü devrim Bülent Ecevit ile partinin sosyal demokrasiyi benimsemesiydi. Şimdi de dördüncü devrim dönemiydi, özgürlük ve demokrasi devrimi. Bahsi geçen dönem Türkiye’de “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan dönemin bahar mevsiminde gerçekleştiği için Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı pek önemsenmedi. O dönemde CHP’nin Çözüm Süreci’ne destek vermediği, hatta karşı olduğu, Türkiye’deki Kürtlerin hakkını, hukukunu gözetmediği, çatışmaların devamını istediği, hatta terörden beslendiği gibi yorumlar yapılıyordu. Kılıçdaroğlu ise bu iddialara açık ve net cevap vermek yerine konuyu bilmediklerini, neye destek istendiğine ilişkin bir bilgilerinin olmadığını, sordukları sorulara cevap alamadığını söylüyordu. Şimdilerde unutulan, neredeyse bir asır önce yaşanmış gibi duran bu tartışmalar, çok değil, beş-altı öncesinde yaşanan gelişmelerdi.
CHP, o günlerde açıkladığı IV. devrim manifestosuyla bir gündem oluşturamadı, ancak içinden geçtiğimiz süreç özgürlük ve demokrasi meselesini Türkiye’nin değişmez ve kıyıcı gündemi haline getirdi. Buna rağmen, başta CHP olmak üzere, Türkiye’deki muhalefet seçmenlerin çoğunluğunda hüsn-ü kabul görmedi. Birikim’in 347. sayısında Emek Yıldırım ile birlikte yazdığımız “Çürüyen Eski ve Bir Türlü Ortaya Çıkamayan Yeni Arasında Kemalizm, Sol ve Türk Sağı” isimli makalede anlatmaya çalıştığımız meselenin bir boyutu da buydu. Her konuda başarısız olan, her icraatı eleştiri konusu edilen, kurumsal yapıların ortadan kalkmasına neden olmakla suçlanan ve otoriterlikten totalitarizme geçen iktidar bloğuna karşı yeni olanın ortaya çıkmamasının sorumlusu seçmenler değil, Türkiye’deki değişime direnen siyasal alan ve oradaki temsilcilerdi. Belki iktidar bloğu hegemonik olamıyordu ama seçmenlerin dönüp bakabileceği, toplumun farklı kesimlerine umut veren bir muhalefet hareketi de ortaya çıkamıyordu. Bugün konjonktürün değişmeye başladığı, siyasal alanın yeniden kurulmaya çalışıldığı bir evreye girildiği iddia ediliyor. Muhalefet için iyimserlik içeren bu yorumlara hak verilebilir, ancak muhalefet bu gelişmelerin neresinde duruyor, sorununu atlamamak gerek.
Görünen o ki, bugünün iktidar bloğunun yerine gelmeye aday olan partiler, yine o iktidar bloğunun içerisinden çıkacak. CHP ise yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı pekiştirmek için erken seçim talep etmek yerine, yerelde etkili olmaya ve yerel icraatlara odaklanmayı tercih edecek. Bu stratejinin makul olduğu öne sürülebilir, ancak CHP’nin IV. devrim konusunda gerçekçi olması şartıyla.
Eğer CHP bu devrim konusunda samimi ve gerçekçi adımlar atacak olursa, Türkiye’deki değişim rüzgarını arkasına almasını engelleyecek hafızanın aşındığını söylenebilir. Belki de sadece iktidar bloğunun başarısızlıklarının değil, CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nden bu yana aşamalı olarak geliştirdiği tutarlı stratejilerin etkili sonuçlar verdiği de söylenebilir. Bu nedenle yerel seçim sonuçları, AKP’nin nakış nakış ördüğü kötü/despot CHP imajının silikleştiğini ve eskisi kadar işe yaramadığını gösteren en önemli gelişmelerden biri değil mi? Ancak Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda “İnsanın iktidara karşı savaşı, hafızanın unutmaya karşı savaşıdır” der, Milan Kundera. O hafızanın silikleşmesinin ilk koşulu, belki de IV. devrimin gerçekten gerçekleşmesidir. Önce CHP’de.
Ne de olsa devrim önce içerden, içinden, kendinden başlaması gereken bir değişimi ve dönüşümü içerir. Sadece köhnemiş olan dışardakini değil, içindeki eskiyi de yıkmayı gerekir. Belki III. devrimle içindeki baba otoritesini yıkmaya azmetmiş CHP’nin kurtuluşu, şimdi de CHP’den kurtulmakla mümkündür, bunu da IV. devrimin hanesine yazabiliriz.