Türkiye’de 2019 Ağustos ayında 49 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Canilerin büyük çoğunluğu öldürülen kadının yakından tanıdığı biri, eşi, ayrıldığı eşi, şimdiki sevgilisi veya eski sevgilisiydi. Geri kalan katiller de öldürülen kadının babası, kardeşi, akrabaları, çocuğu, vs. idiler. Büyük çoğunlukla kadınlar evlerinde öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun derlediği verileri topladığımızda, 2019’un ilk sekiz ayında 394 kadının bir veya birkaç erkek tarafından öldürüldüğü gerçeği ortaya çıkıyor. Bu cinayetler iktisadi kriz, kişisel bunalım, aile dramı, ağır tahrik, tutku cinayeti vb. nedenlerle genellikle açıklanmaya çalışılıyor. Hâlbuki bunların sistemik cinayetler olduklarını her şeyden önce kabul etmek gerekiyor. Bu cinayetlerin kaynağı toplumun örf ve adetleridir. Sorun erkeklere verilen ataerkil eğitimde, erkeklere kadınların ve kız çocuklarının hayatlarına sahip olma, bu hayatı söndürme hakkı tanıyan veya bunu ima eden geleneklerde yatıyor. Kadın hareketlerinin haklı olarak işaret ettikleri gibi, söz konusu olan ataerkil bir terörizmdir.
Kadınların kadın oldukları için öldürülmeleri, bu cinayetlerin bu özellikleriyle tanımlanmalarını gerekli kılar. Tek veya toplu işlenen bu cinsiyet farkı temelli cinayetler, birer kadınkırımıdır. Çok istisnai olarak kadınların da katiller arasında yer aldığı bu cinayetler dünya ölçeğinde bir toplu kırım boyutuna varıyor. Bu nedenle bunları bir kadın kırımı, bu öldürme eylemini de kadınkırım olarak tanımlamak gerekir. Türkiye’de kadın hareketleri on yıldan beri (benim izleyebildiğim kadarıyla) bu cinayetleri kadınkırımı olarak tanımlayarak mücadele ediyorlar.
Kadınkırım tabiri ilk kez 19. yüzyıl ortasında, İngiltere’de kullanıldı: femicide. Ama yaygın kullanımı 20. yüzyılın sonunda gerçekleşti. Bu konuda J. Radford ve D.E.H. Russell’ın 1992’de yayımladıkları Kadınkırım: Kadın Katli Politikası (Femicide: the Politics of Women Killing) öncü oldu. Daha sonra hem Birleşmiş Milletler hem Dünya Sağlık Örgütü kadınkırım (femicide/feminicide) kavramını benimseyip, bunu tanımladılar. Birleşmiş Milletler 2016’da yayımlanan raporunda, kadınkırımını şöyle değerlendiriyor:
Kadınkırım kadınlara karşı şiddetin en aşırı biçimidir ve kadın-erkek eşitsizliğinin en büyük tezahürüdür. Kadınlar öldürüldüğünde bu neredeyse her zaman onların erkeklerle mahrem ilişkileri içinde ve/veya bir erkek cinsel şiddeti sonucunda olmuştur. Kadınların maruz kaldıkları cinayetler erkeklerin maruz kaldıkları cinayetlerden yapısal olarak farklıdır. Erkekler, tanış oldukları veya tanımadıkları erkekler arası şiddetin mağdurudurlar.
BM verilerine göre, dünyada katledilen kadınların yarısı eşleri, sevgilileri veya aile üyelerinden biri tarafından öldürülüyor. Dolayısıyla kadınkırım, daha önce belirttiğimiz gibi, kadınların yakın çevresinde ve özel hayatı içinde ilişkide olduğu erkeklerin, kadını öldürme hakkına/iznine sahip oldukları inancıyla gerçekleştirdikleri cinayetleri esas olarak içeriyor.
Kadınkırım, dünyanın dört köşesinde az veya çok her gün gerçekleşen, çok uzun zamanlardan beri var olan ama kadınların eşitlik mücadelesi ilerledikçe hem yoğunluğu hem görünürlüğü artan, cinsiyet merkezli cinayetlerdir. BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UNODC) 2019 Küresel Cinayet Raporu’nun alt başlığı “Cinsiyet temelli kadın ve kız cinayetleri”. Bugün dünyada üç kadından biri fiziki veya cinsel içerikli şiddet mağdurudur. Kadınkırım oranının dünyada en yüksek olduğu ülkelerin arasında Güney Afrika ön sıralarda yer alıyor. Kadınların kadın oldukları için kasıtlı biçimde öldürülmeye devam edildiği günümüzde, dünya kadınkırım ortalamasının yılda yüz bin kadında 2,6 olduğu tahmin ediliyor. Güney Afrika’da bu oran 12,1! Ama bu konuda utanç birinciliği yılda ortalama yüz bin kadından 32,7’sinin kadınkıyıma kurban gittiği Honduras’ta. Onu 15,5 ortalama ile Jamaika izliyor. Güney Afrika dördüncü sırada. Senegal, Kongo, Ekvator Gine’si onu izliyorlar. 2019 yazından itibaren Güney Afrika kentlerinde kadınlar “kadınkırım salgını”na (feminicide epidemic) karşı düzenli kitlesel sokak gösterileri düzenlemeye başladılar.
Gelişmiş Batı demokrasileri de kadınkırımdan azade değiller. Fransa’da son on yılda, ortalama her yıl 140 kadın kadınkırıma kurban gitmiş. Bu sayı 2019’un ilk sekiz ayında ( son veri 8 Eylül 2019) 102’ye ulaşmış durumda. Son yılın ortalamasına göre bir artış söz konusu. Almanya’da aynı dönemde 109 kadınkırım kurbanı tespit edilmiş. Finlandiya, Danimarka, Fransa ve Almanya’da şiddet gören kadın oranı zannedildiğinden çok daha yüksek. ABD’de ise kadınkırımın günde ortalama dört kadının canını aldığı tahmin ediliyor. Bu ülkelerde kadın cinsinden olduğu için öldürülen kadınların katillerinin ezici çoğunluğu maktulle eş veya sevgili ilişkisi içinde olan veya olmuş olan erkekler. Boşanma veya ayrılma kararı cinayeti tetikleyen nedenler arasında ilk sırada yer alıyor. Bu tanış erkeklerin gerçekleştirdiği kadınkırım boşanma veya ayrılmayı izleyen altı ay içinde yoğunlaşıyor. Bu kadınkırım girişiminden sakat kalarak kurtulan veya tehdit altında oldukları için koruma altına alınan kadın sayısı elbette çok daha yüksek.
Son yirmi yılda kadınkırımla mücadele birçok ülkede acil eylem planları belirlendi. Kadınkırım suçunu, cinayet suçunu ağırlaştıran bir neden olarak ceza yasasına dâhil edenler arasında Latin Amerika ülkeleri ön sırada yer alıyorlar. Halen Bolivya, Arjantin, Kosta Rika, Şili, Salvador, Guatemala, Meksika ve Peru’da, ceza yasasında kadınkırımını ayrıca cezalandıran hükümler mevcut. Kadınkırımla mücadele konusunda son yirmi yılda en fazla yol alan ülke ise herhalde İspanya. 2003’ten 2018’e kadar İspanya’da kadınkırım mağduru sayısı yarı yarıya azalmış. Sosyalist Zapatero hükümetinin en önemli başarılarından biri bu. 2004’te yayımlanan temel yasada kadınkırımla mücadele büyük ulusal amaç olarak nitelendikten sonra, bu konuda yüz civarında uzman ceza mahkemesi kuruldu. Diğer taraftan, kadına yönelik erkek şiddetinde mağdur sessiz kalsa bile, savcıya res’en kamu davası açma yetkisi verildi. Eşi veya sevgilisine yaklaşmama kararı verilen bin iki yüzden fazla erkek elektronik bilezikle yaşıyor İspanya’da. Tehdit altındaki on bin civarında kadında da acil tehlike çağrı telefonu var. Kadın sığınma evleriyle birlikte, hükümetin bu konuda harcadığı yıllık bütçe, 200 milyon avro. Nüfusu İspanya’dan daha büyük olan Fransa’nın bu amaca tahsis edilen kamu bütçesi 70 milyonu geçmiyor. Fransa’da kadınkırım sayısında son dönemde yaşanan artış, Cumhurbaşkanı Macron’u 6 Eylül 2019’dan itibaren üç ay sürecek bir ulusal müzakere süreci başlatmaya sevk etti. Bu arada Fransa’da 2018’de, mevcut veya eski eşi/sevgilisi tarafından öldürülen 149 kişiden 28’inin erkek olduğunu belirtelim.
Dünya Sağlık Teşkilatı kadınkırım suçunun kapsamını genişleterek, kadının eş/sevgili tarafından öldürülmesinin yanında, bir aile ferdi tarafından öldürülmesi (namus ve başlık parası cinayetleri) ve tanımadığı bir erkeğin cinsel saldırısı neticesinde öldürülmesini de kadınkırım olarak tanımlıyor. BM’nin tanımı daha da geniş kapsamlı. Avrupa Parlamentosu Kadın Hakları Komisyonu da 2007’de “kadının cinsel kimliği nedeniyle öldürüldüğü bütün cinayetleri kadınkırım olarak tanımlayarak, bununla mücadele için uygun hukuki çerçeve oluşturulması” önerisini kabul etmişti. 2011’de İstanbul’da kabul edilerek imzaya açılan, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin esas amacı da, kadınkırım kavramını kullanmasa da, bunu da içeren, kadına karşı şiddeti engelleme, ortadan kaldırma politikasına üye ülkeleri teşvik etmekti.
Kadınların eşitlik mücadelesi yerleşip güçlendikçe, kadınkırımla mücadele politikalarından rahatsız olan bir çevre de giderek daha fazla ses çıkarmaya başlıyor. İspanya’da kadınkırıma karşı yürütülen politikalar muhafazakâr, sağcı, yobaz, Franko dönemi nostaljisi yapan çevreleri açıkça rahatsız etmiş olmalı ki, birkaç yıl önce birden ortaya çıkan ve hızla büyüyen aşırı sağcı Vox Partisi’nin önde gelen taleplerinden biri, kadınları korumaya yönelik politikalarda geri adım atılması oldu! Aynı şekilde bugün Türkiye’de de bağnaz dinci, ataerkil tahakküm savunucusu, sağcı ve aşırı sağcılardan oluşan bir çevre, kadın kıyımı sayısı ve buna karşı gelişen tepki arttıkça, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekmesini talep ediyor. Sözleşme TBMM’de onaylanarak, 2014’te iç hukuka dâhil olmuştu.
Türkiye Aile Meclisi adına konuşan bir bağnaz ataerkil tahakküm savunucusu kadına, Fatma Gülşen Koçak’a göre, kadınkırımla mücadeleyi merkezine alan bu sözleşme, “toplumsal cinsiyet eşitliği projesi olduğu için insanlığa ve geleceğimize düşman bir projedir.” Ama Koçak esas bir sonraki cümlede baklayı ağzından çıkarıyor:
Türkiye bu anlamda İslâm ülkeleri içerisinde rol model olarak gösterilmek suretiyle, yapılan operasyon Türkiye’nin şahsında İslâm dünyasına yönelik bir tehdittir. Bu saldırı aynı zamanda kadın haklarını savunur gibi görünmesine rağmen kadına da bir saldırıdır. İffete, ahlaka, kutsala karşı saldırıdır. Bu dünyayı büyük ölçüde insansızlaştırma operasyonudur. İnsan nesline karşı şeytani bir saldırıdır.
Kadınların erkeklerin şiddetine ve tahakkümüne mahkûm alt yaratıklar olduğunu ve bunun iffet, ahlâk ve kutsal yasalar gereği olduğunu iddia eden bu zihniyet, şecaat arz ederken sirkatini söylemenin herhalde en mükemmel örneklerinden birini veriyor. Aileyi koruma adı altında Yeni Akit’ten Türkiye Yazarlar Birliği’ne, Anadolu Gençlik Derneği’nden Memur-Sen’e ve bazı AKP’li milletvekillerine uzanan bir bağnaz ataerkil örf ve gelenek savunucusu cephe, Sözleşme’ye atılan imzanın geri çekilmesini talep ediyor. Bu arada artan kadınkırımının nedeninin de bu Sözleşme olduğunu iddia ederek, kadınların erkekler tarafından dövülseler de, aldatılsalar da, sürekli tahkir ve taciz edilseler de, yerlerinin erkeklerin dizinin dibi olduğu inancını ahlâk, iffet ve dinin gereği olarak sunuyorlar.
Son yüzyılda dünyada yaşanan en kapsamlı devrim kadın eşitliği dalgasıdır. Bugün İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de, ABD’de ve başka ülkelerde sağcı, muhafazakâr, yobaz gerekçelerle yürütülen bir ataerkil tahakküm savunuculuğu, bütün toplumları az veya çok etkisi altına alan bu büyük toplumsal dip dalgasını durdurmaya, bastırmaya çalışıyor. Erkekler kadınları cinsiyetleri nedeniyle öldürmeye devam ettikçe, bu karşı-devrim savunucusu bağnaz ataerkil örf ve gelenek savunucuları timsah gözyaşları döküyorlar. Kadınkırımı kadın sorunu değil, erkeklerin erkeklik safsatalarının yüzkarası olan bir erkek sorunudur.