“İkisi yan yana hoş bir tablo oluşturuyorlar. İyi de anlaşıyorlar. Marijana yemek yaparken kızın çörek ya da zencefilli bisküvi pişirmesine yardım ediyor. Mutfaktan tekdüze mırıltıları geliyor. Ana-kız: Kadınlık protokolleri iletiliyor, nesilden nesile.”
J. M. Coetzee
Baba merkezli bir teori oluşu (dolayısıyla da ödipal anlatının kaçınılmaz olarak baba-oğul ilişkisine odaklanması) Freudçu psikanalizin belki de en temel açmazıdır. Ya da şöyle söyleyelim: Her ne kadar tek boyutlu, tek katlı bir mesele değilse de (daha sonra, bu karmaşıklığı kendimce ele almaya çalışacağım), Freud’un teorik serüveninin başından sonuna ısrar edip duran söz konusu baba meselesi teorinin bir tür zayıflık, dengesizlik, aşırılık noktasıdır sanki. Her yerde babalar vardır çünkü: Kimi zaman bizzat Freud’un kendi babasıdır bu, kimi zaman (psikanalizin kuruluşuna müthiş katkılarda bulunan) kadın histerik hastalarının babaları, kimi zaman da “Totem ve Tabu”nun ilksel babasıdır, vb. Kadınlık/kadın/kadınsı (dolayısıyla anne, kız çocuk, anne-çocuk ilişkisi) ancak çok sonraları (1930’lardan sonra) ve cılız bir biçimde ele alınacaktır Freud tarafından.
Nitekim sonraki psikanaliz okullarının (Nesne ilişkileri okulu -Klein-Bion-Winnicott hattı-, bağlanma teorisi), bu sefer çubuğu iyice öbür tarafa bükerek neredeyse yalnızca anne-çocuk ilişkisine yoğunlaşmasını, Freudçu tek yanlılığın karşıt kutbu gibi düşünebiliriz demek ki. Burada da baba, babasal (paternal) işlev neredeyse hiç dikkate alınmaz çünkü. Daha temel düzeyde gözlerden kaçan ve teorik ilginin konusu olmaktan çıkan şey ise, dürtü ve cinsiyet farklılaşması süreçleri olur. Dahası, kadın/kadınsı/kadınlık konusu da güçlü bir biçimde gündeme alınmış, düşüncenin konusu yapılmış değildir henüz. Dolayısıyla erkek/erkeksi/erkeklik konusu da daha baştan epeyce güdük bir çerçevede ele alınmış olur. Belki şöyle denebilir: Cinsiyetler/cinsel farklılık, cinsiyetimizin nasıl ve hangi süreçlerle kurulduğu, nasıl cinsiyetli hale geldiğimiz konusu, demek psikanalitik teorinin daima yaklaşmaya çalıştığı en temel eksen, etrafında dolanıp durduğu bu merkez, tuhaf biçimde altından nasıl kalkacağını tam olarak bilemediği bir konu olarak kalmaya devam etmiştir. Cinsiyetli hale gelmemizin, bir kadın ya da erkek olmamızın başlangıçtan beri ancak ve en nihayetinde bir aşk/sevgi ilişkisi içinde edimselleşen bir şey olduğu içgörüsüyle parladığı anlara sahip bir disiplin için ironiktir bu. Belli bir açıdan, anneliğin de ıskalanmış olduğu bile söylenebilir: annelikten sıradan bir bakım ve besleme işi/meşguliyeti bağlamında söz eden Freud’dan sonraki teorisyenlerin çalışmalarında ise, “psikanaliz, anneliği anlamak için yeni bir yol olarak kullanılmamış, bilakis annelik, psikanalizi anlamak için kullanılmıştı. Psikanalistler ne yapmaları gerektiğini sanki annelerden öğrenebileceklermiş gibi yazmaya başladılar. Savaş sonrası İngiltere’de kısa sürede psikanalitik araştırmaların odağı haline gelen anneler ve bebekler üzerine inceleme, psikanaliz incelemesinin matrisi olmuştu … Freud’un, Charcot’nun histeriklerinin sergilediklerini görerek ilk başta çok şey öğrenmiş olmasına benzer şekilde, şimdi de hevesli analist anne ve çocuğunun sergilediklerini izleyebilirdi. Fakat daha sonra Freud, sadece dinleyerek tümüyle farklı bir şey öğrendiğini bulmuştu. Psikanalizi öncüllerinden ayırt eden şey rüyanın gösteriden (spectacle) daha iyi bir model olarak düşünülmesiydi.”[1]
Phillips aynı yerde “Winnicott’un tutma/kucaklama/kapsama (holding) kavramıyla Bion’un düşlemleme/tefekkür/sindirme (reverie)* kavramı -İngiliz Okulu’ndaki analitik tekniğin iki temel paradigması- psikanalitik rehber (mentor) olarak Oedipus-öncesi (pre-Oedipal) annenin bir versiyonunu kullanır” diye yazar. Yine, Winnicott’un “Birçok şey annenin bebeği nasıl tuttuğu/kucakladığı/kavradığına bağlıdır ve şunu da vurgulayalım ki bu öğretilebilir bir şey değildir” sözlerini aktardıktan sonra, “yine de annelerde gözlemlediği biçimiyle tutma/kucaklama, Winnicott için, psikanaliz sürecinin gücül (virtual) bir tanımıydı” diye ekler. Nitekim Winnicott şunları söyleyecektir örneğin:
“Analitik bir tedavide doğru ve tam zamanında iyi-zamanlanmış bir yorum, insana fiziksel olarak tutulduğu/kucaklandığı duygusu verir; ki bu, gerçek bir tutma/kucaklama ve bakımdan (psikotik olmayanlar için) daha gerçektir.”[2]
Biraz abartarak söylersek: kadınlığın annelik tarafından yutulması ve gölgede bırakılması, bu kadim gelenek/ayartı psikanalitik teoriye de musallat olmuş durumdadır. Bir de demek ki, anneliğin psikanalizi anlamak için kullanılması meselesi vardır. A.Phillips’in uyarısı önemli:
“Aktarımı menetmek için annelere ilişkin -başlangıca ilişkin- bir fantaziyi kullanmak, psikanalizi sapıklığa dönüştürür; terimin biricik anlamıyla sapıklığa: yani, kişinin istediği şeyi tam tamına bilmesi, olumsallığın inkarı, zamanın atlatılması olarak her şeyi bilme özelliği. Anne, bizim için neyin en iyi olduğunu bilmesi nedeniyle, hiçbir katkıda bulunamaz.”[3]
[1] A. Phillips, On Kissing, Tickling and Being Bored, Faber and Faber, 1993, s. 111 (Türkçesi: Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine, çev. Fatma Taşkent, Ayrıntı, İstanbul, 1996).
* Reverie kavramını, kısaca, bebeğin tahammül edemediği/gerilim yaratan duygusunu anneye yansıtması ve annenin kendisine yansıtılan bu duyguyu metabolize etmesi, yumuşatması ve bebek için tahammül edilebilir hale getirmesi, ve bu yeni biçimin sonra yeniden bebek tarafından içe yansıtılmasına izin vermesi, ve de bunları mümkün kılan bir anne-bebek ilişkisinin toplamı olarak düşünmeli. Genellikle kullanıldığı biçimiyle Maternal reverie örneğin, annenin bebeğin sözkonusu ilkel-gelişmemiş duygusunu bir anlam üretmek üzere metabolize etmesi.
[2] D. Winnicott, Human Nature, Free Association Books, 1988, s. 61-62.
[3] A. Phillips, a.g.e., s. 116.