Birkaç günden beri hem yurtdışında hem Türkiye’de aynı konuda yazılar, yorumlar, röportajlar art arda yayınlanmaya başladı. Hepsinin ortak konusu, dünyanın dört bir köşesinde, görünüşte farklı nedenlerle başlayan, halk isyanları. Şili ile Hong Kong’un, Cezayir’le Ekvator’un, Barselona ile Beyrut’un, Bağdad ve Konakri’nin ve daha birçok ülke ve kentin şahit olduğu barışçıl ama yer yer son derece kanlı biçimde bastırılmaya çalışılan bu sokak gösterilerinin ortak noktalarını farklı bakış açılarından ele almak mümkün. Neoliberal küreselleşmenin yarattığı sosyal yıkıma ve büyüyen eşitsizliklere, adaletsizliğe, iktidarın etrafında serpilip gelişen hiziplerin yolsuzluklarına, kötü yönetime, iktidara yapışıp kalan ve bunun için her türlü kumpası devreye sokan yöneticilere tepkiyi dile getiriyor bu halk hareketleri.
Aralarındaki önemli farklara rağmen, bu halk hareketlerinin hepsi ortak bir ruh halini ifade ediyor: “Yeter Artık!”. 2014’te Buteflika’nın yeniden ve dördüncü defa Cezayir cumhurbaşkanlığına aday olmasına karşı başlayan “Barakat” hareketi, “yeter artık” sözcüğünü bir muhalefet hareketinin adına dönüştürmüştü. Beş yıl sonra Cezayir’de Buteflika beşinci kez aday olmaya kalkınca, barışçıl halk ayaklanması aynı sloganla rejimi temellerinden çatırdatmaya başladı. Aynı slogan geçtiğimiz günlerde Bolivya’da Evo Morales’in anayasayı ve halk oylaması sonuçlarını çiğneyerek, dördüncü kez başkanlık seçimine aday olmasına karşı da kullanılıyordu. Seçimin birinci turunu, seçim sonuçlarındaki bir puan farkla ve muhtemelen sayım sırasında yapılan son an müdahalesiyle kazanan Morales’in taraftarlarıyla bu duruma isyan edenlerin arasında başlayan sokak çatışmalarında da slogan, “Evo, Basta!”. Ekvator Ginesi’nde başkan Alpha Conde’nin, anayasal kuralı çiğneyerek üçüncü kez seçilmek için manevralar yapmaya başlamasını protesto eden, ülke nüfusunun (1,2 milyon) belki üçte birini oluşturan göstericiler de başkent Konakri’de Susu dilinde “Amulanfe!” (≠Amoulanfe) diye bağırarak yürüyorlar. Amulanfe, yani “bu artık yürümez!” Çıkan çatışmalarda şimdilik sekiz gösterici öldü.
Elbette her ülkenin kendi öznelliği içinde kendini ifade ediyor bu Yeter Artık isyanları. Haiti’de yoksulluk; Şili’de Pinochet ve Şikago çocuklarının ülkede yarattığı büyük sosyal tahribat ve diktatörlük devrildikten sonra bu tahribatın kurumlaşmasına devam eden hükümetlerin zengin dostu politikaları; Lübnan’da yolsuzluk ve cemaatler dengesine dayalı siyasal sistemin yarattığı koyu akraba/yandaş kayırmacılığı (nepotizm); Katalunya’da Kastillanların kibir, horgörü ve bürokratik savurganlığı; Cezayir’de petrol gelirlerinin başına çöreklenmiş asker-bürokrat-iş insanı kliğinin on yıllardır devam eden tahakkümü; Irak’ta kukla yönetimlerin yolsuzluk, kayırmacılık ve yağmacılık sarmalı (Irak’ta 2003’ten beri yolsuzluğun toplam maliyetinin dört yüz milyar dolardan biraz fazla, iki yıllık ulusal gelire eşit olduğu tahmin ediliyor)…
Eşitsizliklerin giderek arttığı bir dünyada, haksızlıklara, yolsuzluklara, yönetimlerin çapsızlığına ve çapulculuğuna, yöneticilerin değiştirilememesine karşı yeter artık diyen bir ses, özellikle kentli kesim içinde giderek yayılarak yükseliyor. Irak’ta olduğu gibi iki yüzden fazla göstericinin öldürülmesi, gösterileri yatıştırmıyor. Sudan’da, ekmek fiyatının artmasının bardağı taşıran son damla olduğu halk hareketi, Tayyip Erdoğan’ın dostu diktatör El Beşir’in tutuklanmasını sağladıktan sonra, yüzden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan sokak gösterilerinin ardından yeni bir rejim kurulması için sivil-asker ortaklığından bir geçiş dönemi başlatılmasını başardı.
Yeter Artık hareketlerinin hepsi, farklı biçimlerde ifade etseler de, bir demokrasi talebini öne çıkartıyorlar. Siyaset sınıfı ile finans sınıfının iç içe geçmesinin yarattığı yolsuzluk, kamu kaynağı yağması ve yürütülen iktisat politikalarının alternatifinin olmadığı ideolojik saplantısına karşı tepki büyüyor. Diğer taraftan, piyasa ve finans güçlerinin tahakkümünün bir sonucu olarak siyasal alanın özerkliğini kaybetmesi, siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri gibi siyasal-toplumsal ara kurumların da temsil kapasitelerini yitirmelerine yol açıyor. Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi de, aynı ideolojik tornadan çıkmış, her şeyi bilir ve cumhurbaşkanı Macron’da cisimleşen siyasetçilerin kibrine karşı “Yeter Artık!” tepkisini dile getirirlerken, aynı zamanda bütün bu ara kurumlara şiddetle mesafeli durmayı da ön planda tutuyorlar.
Şili’de on yıllardır devam eden, sağlıktan eğitime bütün ihtiyaç alanlarının özelleştirilmesinin yarattığı sosyal yıkıma ilaveten, büyüyen ekonominin giderek daha fazla bir avuç zengine yönelik çalışmasına karşı bardağı taşıran damla, metro biletinin fiyatının biraz artması oldu. Ayrıca bunu Şili’nin en zengin birkaç insanı arasında yer alan milyarder başkan Pinera hükümetinin yapması, özellikle gençlik kesiminde bir provokasyon olarak algılandı. Şili’de yirmiye yakın insanın ölümüne yol açan son ayaklanmalardan önce, 2018’de kadınlar egemen maçizme karşı “Basta Ya!” diyerek sokağa dökülmüşlerdi. Bugün başkan Pinera tam yol tornistan yapsa, “güçlü bir düşmanla karşı karşıyayız” dediği için özür dilese, bakanlarının hepsinin istifasını istese de, artık Yeter Artık! isyanında ok yaydan çıkmışa benziyor.
Şili’de de halk hareketi, muhalif siyasal parti ve örgütlere karşı da şüpheci ve mesafeli bir duruş sergiliyor. Bu da bu tür hareketlerin yatay örgütlenmeye kendiliğinden yönelmelerine ve büyük önem vermelerine yol açarken, iktidarın müzakere masasına oturacağı bir muhatap bulamamasına da sebep oluyor.
Aynı durum Lübnan için de geçerli. Lübnan nüfusunun dörtte birinden fazlası günlerdir sokağa dökülmüş durumda. Sadece başkent Beyrut değil, kuzeyinden güneyine bütün Lübnan’dan, istisnasız bütün yöneticilere karşı, Şii Hizbullah ve Emel örgütleri için olduğu gibi, başta cemaatlerin üyeleri tarafından dile getirilen “Hepiniz gidin” çığlığı yükseliyor. Başbakan Hariri bir dizi reform önerse, kendisi dâhil bütün bakan ve milletvekillerinin maaşlarını yarı yarıya hemen azaltmayı vaat etse de, sokaktan yükselmeye devam eden ses ısrarla “Hepiniz, yani He-pi-niz-!” diye haykırıyor. Bu baskı karşısında Lübnan Başbakanı Hariri istifa edeceğini ilan etmek zorunda kaldı.
Fransa’da, Cezayir’de, Lübnan’da, Sudan’da, Hong Kong’ta, farklı yoğunlukta olsa da, sokağa aynı ruh hali hâkim: “Hepsi gitsin!” Bu toptan süpürme arzusu, bazı yerlerde iktidarın geri adım atması, reform vaadinde bulunması gibi çabalarının halkı yatıştırmamasına, protesto eylemlerinin devam etmesine yol açıyor. Lübnan veya Şili’de halen olduğu gibi veya Cezayir’de yarım ağızla dile getirildiği gibi, yönetimdekiler reformdan bahsederlerken, “Yeter Artık!” hareketleri ise köklü bir değişim, bir altüst oluş, yer yer dile getirildiği gibi bir “devrim” beklentisi içindeler. Burada da ara siyasal kurumlara karşı duyulan güven kaybı kadar, inandırıcı alternatif siyasal programların olmayışının yarattığı bir boşluk söz konusu ve bu yatay örgütlenmelerin bir iktidar alternatifi oluşturmalarını da çoğu yerde imkânsız kılıyor. Bu konuda bir istisnaya, Sudan’da Meslekler Birliği’nin başını çektiği muhalefet koordinasyonunun bir temsil gücü elde ederek, İslâmcı-askerî iktidarla bir geçiş dönemi pazarlığını başarıyla sonuçlandırmış olmasına işaret etmeliyiz.
Bu toplumsal hareketlerin bir kısmı küresel ısınma ve çevre yıkımına karşı yükselen hareketlerle de eklemleniyorlar. Bunun en anlamlı sloganlarından biri olan “ay sonu, dünyanın sonu, aynı mücadele” sloganı. Branko Milanovic’in yaptığı hesaplara göre, 1980-2016 arasında dünyada en zengin %1, dünya ekonomisinin toplam büyümesinin %2’sini ele geçirirken, en yoksul %50 bu büyümenin sadece %13’ünü elde etmiş. Bu büyümenin de artık tökezlemeye başlaması, neoliberalizmin giderek daha fazla otoriter yöntemlere sarılmasına da yol açıyor. Önümüzdeki yakın dönemde Brezilya’da proto-faşist Bolsonaro yönetimine karşı, Şili ve Ekvador’daki gelişmelerden etkilenen bir benzer Yeter Artık! hareketi başlaması ihtimali zayıf değil.
Kadınların çoğu yerde en ön saflarda yer aldıkları bu barışçı Yeter Artık! hareketlerinin, gelişmiş ülkelerde giderek büyüyen çevre hareketleriyle ve dünya ölçeğinde uzun vadede en büyük toplumsal devrim olan kadınların eşitlik ve özgürlük mücadeleleriyle eklemlenmeleri, iktidar payandası olmayan emekçi örgütlerinin yeniden dirilmeye başlamaları, solun artık tarihte kaldığı iddialarını da yalanlıyor. Geleneksel sol partiler, örgütler bu hareketler karşısında kenarda kalabiliyorlar ama buna karşılık tabandan katıksız bir sol dalga yükseliyor. Kurumlaşmış ve kalıplaşmış sol örgütleri marjinal konuma düşüren, sol tahayyülün ana temalarını benimseyen ve bunların ışığında harekete geçen sol halk hareketleri, yöneticileri sorgularlar, “sistem”i eleştirir ve çarpıklıklarını teşhir ederlerken, yeter artık sloganını da farklı dil ve biçimlerde haykırıyorlar. Yöneticilerin serbest ve temiz seçimlerle seçilmeleri ilkesiyle yetinmeyip, başarılı olsalar da yöneticilerin belli aralıklarla değişmesini istiyorlar.
Bunlar sol hareketler çünkü eşitliği, haysiyetli bir yaşamı ve çalışma ortamını, daha fazla sosyal adalet ve dayanışmayı, kısacası dünyada sosyalist tahayyülün iki yüzyıldan beri ifade ettiği ideal ve ilkeleri, yaşanmış deneyimler ışığında güncelleyerek, savunuyor, talep ediyorlar. Bazı yerlerde açıkça solcu olmasalar, sol jargonu kullanmasalar, hatta yerel sol örgütlere bazı yerlerde mesafeli dursalar bile, Yeter Atık! hareketleri hiç şüphesiz solda yer alıyorlar.