Kime Göre Yeni, Kimin İçin Yeni?
Kemal Can

Türkiye’deki siyaset tartışmalarında aynı anda söylenmesi zor, en azından tuhaf olacak cümleler kolayca birbiri ardına sıralanabiliyor. Taban tabana zıt iddialar, aynı dönemde farklı konular vesilesiyle dile getirilebiliyor. Açıkça birbirini yalanlayan önermeler aynı paragraf içinde kullanılabiliyor. Yerleşik ve kuvvetli bir siyasal kültürden yoksun olmanın, siyasetin son derece dar algılanmasına neden olan tarihin, bu duruma önemli katkısı olduğu kuşkusuz. Neredeyse kırk yıldır, belirleyici kavramlar ya kendiliklerinden ya da sistemli gayretlerle anlamlarını, etkilerini kaybetti. Siyasetin sığlaşması, siyasi alanın daralması, diğer siyasi aktörleri de peşinden sürükleyen AKP öncülüğünde daha da belirginleşti. Kafalar karıştı, iddialar saçmalaştı, ezberler kökleşti. Bu tür dönemlerde kafalar karışırken –belki bunu dengelemek için- kanaatler de aşırı keskinleşiyor. Son yıllardaki en çarpıcı tutarsızlıklarından biri, “siyasetçiler yenilensin” ile her şey için kullanılan “yeni bir şey yok” arasında gidip gelen sarkaçta kendini gösteriyor. 

Epey uzun bir zamandır siyasette yenileşme, gençleşme ihtiyacından bahsetmek, neredeyse “eğitim şart” kadar yaygın bir kalıp haline geldi. Lafa böyle başlamayana, donanımı veya öngörüsü eksik, eskide takılı kalmış ya da çağ dışı muamelesi yapılıyor. Buna karşılık fetiş seviyesine varan “yeni” ihtiyacının, tam olarak ne önerdiği, “eski” olandan farkının ne olacağı ise hala belirsiz ya da herkes başka bir şey anlatıyor. Galiba biraz bu belirsizliğin sonucu olarak yeni diye ortaya çıkanlar kimseyi tam tatmin etmiyor. Ortaya çıkan seçeneklerin “beklenen” vasıfları taşımaması, bu güveni verecek bir çıkış yapamamış olması elbette mümkün. Ancak verilen tepkiler, “yeni bir şey yok” sözünün soğukkanlı bir değerlendirmeden çok “yeni lazım” kalıbının otomatik simetrisi gibi. Yeni şart ama hiçbir şey yeni değil; öyleyse yeni bir yeni şart... Son günlerde AKP içinden çıkan parti girişimlerinin etrafında da, kalıplar ve kanaatlerle bezeli bu döngü işlemeye başladı.

Herkesin siyasi girişimler ve aktörler için fikir yürütmeye, kanaat oluşturmaya, çok istiyorlarsa bunları açıklamaya elbette hakkı var. Herhangi bir gelişmenin yaratacağı etkiyi hislerle açıklayana, “içime öyle doğuyor” diyene de kimse karışamaz. Sevmemek, güvenilir bulmamak gayet haklı kişisel tercihler. Fakat kişisel kanaatler ve sadece aktörlere ilişkin değerlendirmelerle, herkesin kabul edeceği hakikatlere varılabilmesi, siyasi öngörülerin çok isabetli olması biraz zor. Bir grup insan yeni siyasi girişimleri, sanki kendisine kuruculuk teklif edilmiş de ona cevap veriyormuş gibi yorumluyor. Kendisini etkilemeyen veya negatif etkileyen noktaları bir çırpıda sıralıyor. Sahiden herkesi kucaklayan parti olabilirmiş, görünce de herkes ona koşarmış gibi bir hikaye kuruluyor. İdeal parti kurulmadığı için farklı partiler, herkesin beklediği kusursuz lider çıkmadığı için bu kadar siyasetçi varmış gibi davranılıyor. Oysa partilerin, siyasi aktörlerin, siyasi programların nasıl etki yaratacağı, hedefledikleri ya da ilişki kurmaları muhtemel çevreler açısından değerlendirilmeli.

Yeni olma iddiasındaki partiler size hiç hitap etmeseler bile birilerinin ihtiyaçlarına cevap verebilir, onları etkileyebilir, mevcut etkilenmeleri değiştirebilir. Ayrıca söz konusu siyaset olunca, yarattıkları bu etkiler, doğrudan veya dolaylı olarak hayli uzakta görünenleri de fazlasıyla ilgilendirebilir. Babacan ve Davutoğlu’nun parti girişimlerine ilişkin muhalefet çevrelerindeki yaygın yorumlar, daha çok “yeni” sıfatını hak edip etmedikleri veya eskiye dair “affedilmez” sorumlulukları hakkında. Meseleye bu girişimlerin hangi ihtiyacın üzerine oturacağına göre değil, bu ihtiyaçla pek ilgisi olmayan kriterleri karşılayıp karşılamadığı açısından bakılıyor. İyi Parti’nin ilk zamanında olanın tersi yaşanıyor. İyi Parti’ye muhtemelen oy vermeyecek çok sayıda isim, bu girişimin ne kadar kıymetli olduğunu anlatıyordu. Şimdi de yine bu partilere oy vermesi zaten beklenmeyecek olanlar, ne kadar önemsiz oldukları hakkında yorumlar yapıyor. Oysa bir siyasi hareketin veya aktörlerin politik pozisyonunu eleştirmek ile onun yaratacağı sonuçları tartışmak biraz ayrı meseleler.

AKP içinden çıkacak partilerin, “yeni” sıfatını hak edip etmediği ucu açık bir tartışma. Bu girişimlerin kendilerinin yeniliği değil de, siyasette yaratabilecekleri yenilikler hakkında ise daha soğukkanlı konuşmak mümkün. Anketlerde var olmayan bir partiyi ölçmenin zorluğuna rağmen iki girişimin toplam oyu yüzde 8 ile 16 arasında gösteriliyor. Potansiyel oy ölçüldüğünde rakam daha yukarılara çıkabiliyor. Bu oy oranının -Davutoğlu’nda daha fazla olmak üzere- yarısından fazlasının da iktidar ittifakından geleceği söyleniyor. Bu basit aritmetiğin (iktidar ittifakından daha başlangıçta yüzde 7-8 aralığında oy kaybı demek) dikkate alınması gereken yeni bir durum yaratma olasılığı çok yüksek. Olası yeni aritmetik üzerinden konuşulmaya başlayacak ikili veya üçlü ittifak formülleri daha şimdiden diğer aktörleri de hareketlendirmiş görünüyor. Hem iktidar cephesinde doğacak açık hem muhalefet cephesinde oluşacak ivme üzerine her iki cenahta da hesaplar yapılmaya, stratejiler kurulmaya başlandı. Son 8-9 yıldır aynı oy oranlarını korusa da siyasal desteği belirgin biçimde gevşeyen AKP’nin tabanındaki ihtiyaç, Türkiye’nin gereksinmelerinin önüne geçebilir.

Kurulacak partilerin yaratacağı bir başka yeni durum, iktidar muhalefet dengesindeki propaganda içeriğinin değişmesi olacak. En başta Erdoğan açısından çok kolay formüle edilebilen karşıtlıklar epey karmaşıklaşacak, dil kurmak zorlaşacak. Yeni durum, Akşener’in gönüllü olarak mevcut karşıtlık şablonuna yerleşmesine ve daha çok muhalefet blokunda etki yaratmasına benzemeyebilir. Üstelik yeni partilerin AKP’yi karşılarına alırken çok koyu farklar göstermekten kaçınmaları, onlara karşı geliştirilecek taktikleri de zorlaştırıyor. Yani bu partilerin haklı olarak “yetersiz” kaldıkları için eleştirilen tarafları, Erdoğan’ın balansını bozma açısından geçici olarak güçlü tarafları haline gelebilir. İmamoğlu kampanyasındaki “iktidarı gerilimde yalnız bırakma” stratejisi gibi. Özellikle Babacan ve ekibinin bu yaklaşımı bilinçli olarak öne çıkarttığı izlenimi var. Buna karşılık Davutoğlu, AKP’den umudunu kesmiş, AKP’nin devamı olmaktan kaçınmayı biraz sert uygulayan Babacan’a istedikleri kadar yanaşamamış ama siyasete devam hevesindeki AKP’lileri daha kolay topluyor. Bu haliyle de başlangıçta AKP içinde hareket yaratma potansiyeli daha yüksek görünüyor.