Kapitalizmin teknolojik gelişmesinin, yedek işçi ordusunu –askerî terminolojiyi kullanmayı sürdüreceksek– “çağdışı” bırakma yönünde bir seyir izlediğini biliyoruz.[1] Marx’ın öngördüğü tarihî çelişkinin kalbindeyiz: kapitalizm bizzat lüzumsuz hale gelmiş durumda, ama kendi rasyonelleri bakımından kitlesel “lüzumsuz nüfus” üretiyor. Neoliberal verimlilik ahlâkı, ‘fazla’ nüfusa vurulan “lüzumsuz” damgasını koyultuyor. Genetik, biyolojik, tıbbî müdahale imkânlarının, imkânı olanlarla olmayanlar (“geri, zayıf,” yoksul - yani “lüzumsuz” olanlar) arasındaki uçurumu aşılmaz kılacak sosyal mühendislik tasarımlarına zemin hazırladığını kestirmek için, Harari çoksatarlarını okumak yeterli. Sınıfsal bir ırkçılığa temel teşkil edecek yeni bir sosyal Darwinist ayrımcılığın ‘altın şafağı’ sökebilir buradan.
Faşizan popülizmler, bu vasatta, yabancı’ya, içimizdeki-düşman’a, göçmen’e ve her nevi öteki’ne veryansın ederek, büyük nüfusları insanlık kapsamının dışına sürüyorlar – en azından zihinlerde, gönüllerde… kimileyin de bilfiil. Bolsonaro’nun, Duterte’nin (temsilen sadece dünya rekortmenlerini sayıyorum) “bizden değil” addettikleri insan topluluklarına ve bizzat insan hakları kavramına gönül rahatlığıyla hakaret etmeleri, onlardan “gebertilebilir” diye söz etmeleri, zamanın ruhuna uygundur.
***
Geçen sonbahar Ege İnsan Hakları Okulu’nun “Uluslararası insan hakları rejiminin krizi” çalıştayında, biraz da tahrik için, “acaba bir çeşit insan hakları popülizminin manâsı olabilir mi?” diye sormuştum. Kastettiğim, insanları ve insan haklarını küstahça hakir gören, alaya alan barbar dile karşı, her insanın insanlığını, bütün insanlık halkı namına konuşmanın haklılığı ve otoritesiyle müdafaa etmekti. Irkçı-faşist hamasete, insaniyetçi bir hamasetle karşı durmaktı. Hak sahibi olma hakkının müdafaasını popüler-demokratik bir satha yaymak, da diyebiliriz. Bu yazı serisinin ilk bölümünde değindiğim, halk’ın demos yani yurttaş cemaati çehresini güçlendirme gayreti, diyebiliriz.
***
Kısacası, kapitalizmin geniş kitleleri “lüzumsuzlaştırma” meyline karşı, yeni bir sosyal Darwinizm meyline karşı ve faşizan popülizmlere karşı, global ölçekte solun popülist bir yordam olarak beynelmilel kara buduna sahip çıkmasından söz ediyorum.
***
Buradan, –tıpkı solun popülist yordamı sağa karşı panzehir olarak kullanıp kullanmayacağını tartıştığımız gibi–, “hak güçlünündür”cü sosyal Darwinciliğe karşı Darwinci bir solun manâsı olup olamayacağını sorgulamaya geçelim.
Malûm, Darwin sosyal Darwinci değildi, bulgu ve teorisinden bir siyasî ve sosyal etik türetmeye kapalıydı. Darwin’e sol bakış, öncelikle sosyal Darwinizmle ayrımını koyar. Nasyonal sosyalizmin teşekkülünde, milliyetçilikle sosyalizmi birleştirmeye dönük fikrî çabalar arasında, işte o ayrımı koymayanlar da yer almıştı. Umumiyetle, Darwincilikle solu bağdaştırmak riskler içerir.
Buna mukabil, zamanımızda yeni bir Darwinci sol akımı var. Zannedilebileceği gibi, yaradılışçılığa karşı cenge adanmış bir akım değil bu. İnsanın bir doğası olduğunu (isterseniz “hayvan –veya canlı– yanı” da diyebilirsiniz) inkâr etmemek gerektiğini vurgulamaya, solun iradeciliğini ve başka bir anlamda ‘akıllı tasarımcılığını’ sorgulamaya adanmış bir akım. İnsanın sandığımız kadar iradesine hâkim ve rasyonel bir varlık olmadığını, eylemlerinin kimyasal ‘tepkimeler’ ve içinde bulunduğu topluluğun ‘güdümü’ tarafından, ummak istediğimizden çok daha fazla belirlendiğini vurguluyorlar.[2]
Bu uyarıları dile getirenlerin başında, evrim psikologları yer alıyor. Onların en tartışmalı ve en üretkenlerinden biri, Steven Pinker, 2002’de çıkan İnsan Doğasının Modern İnkârı kitabında[3] insan zihninin boş bir kâğıt gibi olduğunu varsayan ampirisizme, insanın iyi ve masum doğup toplum tarafından bozulan soylu vahşi olduğuna inanan romantizme, bedenden-biyolojiden azade bir ruhu/‘tin’ veya zihne inananlara cevap yetiştirir ve insanın istendiği gibi şekillendirilemeyecek bir doğası olduğu fikrini savunur. Ama bundan bir değişmezlik, bir kader, bir karamsarlık çıkarmaz. Hatta insanlık tarihinde şiddetin ve barbarlığın gerileme sürecini anlattığı tuğla gibi kitabında, ‘garantisi’ yoksa bile, tarihin uzun seyri içinde medenileşme, özgürleşme ve adalet yönünde bir gelişmenin süregittiğini göstermeye çalışır.[4]
***
Darwinci evrim psikologlarının da meyli aynı ama Darwinci sol lâfını çıkartan, felsefeci Peter Singer’dir.[5] 1999’da, A Darwinian Left/Darwinci Bir Sol[6] risalesini çıkarttı.
Singer, bu risalede solun hayli geniş mezhepli bir tanımını yapar: Dünyadaki acıyı, derdi azaltmak ve insanlar arası eşitliği hedeflemek. Ölçü budur ona göre, dünya ve insan ahvaline “böyle gelmiş böyle gider” diyorsak, artık solun bir parçası değilizdir.
O da öncelikle insanın bir “doğası” olduğunu vurgular. Solun, öncelikle bunu kabullenmesi gerekiyordur. Sözgelimi insanların topluluk yaşamlarında hiyerarşi oluşturmaya yatkınlıklarının bir vakıa olduğunu, bunun insanın sosyal-doğasının bir parçası olduğunu söyler. Bu, hiyerarşiye rıza göstermek anlamına gelmemelidir. Fakat hiyerarşik ilişki yatkınlığının pattadanak’ aşılamayacağını da bilmek gerekiyordur. Sol açısından zaaf teşkil eden bu doğal yatkınlığın, sabırla, sebatla, uzun vadeli ama kalıcı etki yaratacak özendirici müdahalelerle tedricen aşılmasına bakmaktır Singer’e göre yapılması gereken.
Singer, insanın doğasının ‘sağcı zaaflardan’ da ibaret olmadığı ikazında bulunur. İşbirliğine, dayanışmaya meylin de o doğanın parçası olduğunu bilmek gerekiyordur. Keza diğerkâmlık, lakin neticede zımnen karşılıklı faydayı –aslında bir bakıma armağan döngüsünü– gözeten, karşılıklılık beklentisini sulayan “etkin diğerkâmlık”,[7] doğamızın parçasıdır. Singer, bizzat evrim teorisiyle meşgul olan bilim insanlarının, evrimde bu ‘hasletlerin’ rolünü ihmal ettikleri kanısındadır. Darwinci bir solun, doğamızın bu yapı taşlarını teşvik etmeye yönelmesi gerektiğini savunur.[8]
Darwinci sol, Singer’e göre mükemmeliyet idealini bırakmalı, değiştirilebilir olanı değiştirmeye bakmalı. Yine radikal olunabilir, ama bu çerçeve içinde. Singer, zaten ‘sadece’ pragmatizmi değil faydacılığı da sol için kullanışlı kılmaktan yana. Onun önerdiği kavram “tercihli faydacılık”tır (preference utilitarism); aslında daha doğru karşılıkla “rüçhan faydacılığı,” bir ilişki ağı içindeki azamî ortak faydayı gözeten faydacılık. Kısacası, Darwinci solun yolu faydacı-pragmatist bir “yeni gerçekçilik”tir. Veya, –tıpkı sol-popülizm gibi–, bir çeşit yeni sosyal demokratlık...
***
Sol popülizm de, bir çeşit yeni sosyal demokrasi olarak tanımlanmıyor mu? Sol popülizm tartışmaları ile Darwinci sol fikri arasında bir bağıntı, bir alış veriş, bildiğim kadarıyla yok. Kurulabileceğini düşünüyorum. “Halk”ın ethnos (millî cemaat) – vulgus (avam) – demos (yurttaş topluluğu) cepheleri arasındaki gerilimlerin ve ethnos ile vulgus’un çıkartacağı ‘müşkülâtın’ farkında olacak eleştirel bir popülist sol, Darwinci solun o “zor değişir insan doğası” sabrıyla aynı tedricîciliğin ve faydacılığın yolcusudur.
[1] Kemal İnan ile söyleşi: “Teknoloji, bilgi toplumu, kapitalizmin geleceği, işsizlik, eşitsizlik üzerine”, Birikim, sayı 357 (Ocak 2019), s. 7-29.
[2] Amerikalı solcu felsefeci Thomas Nagel, evrim psikologlarının da psiko-fizikî indirgemeciliğe ve böylece bir çeşit ‘kaba materyalizme’ meyledebildikleri ikazında bulunuyor. Zihin ve Evren. Çev. Özge Çağlar Aksoy, Jaguar Kitap, 2015.
[3] Çev. Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2010.
[4] Türkçeye yeni çevrildi: Doğamızın İyilik Melekleri, çev. İlkay Alptekin Demir. Alfa Yayıncılık, 2019.
[5] Peter Singer siyaseten çok tartışmalı bir kişilik. Avustralya yeşil hareketinde aktif rol oynadı, hayvan hakları ve veganizmin öncü düşünürlerindendir (bu konudaki kitabının Türkçesi: Hayvan Özgürleşmesi. Çev. Hayrullah Doğan. Ayrıntı, 2005). Beri yandan, embriyoda genetik tanı teknolojilerine, (“post-kişi” dediği, yani şahsiyet bütünlüklerini kaybettiklerini söylediği) demans hastalarıyla ilgili ötenaziye serbesti yanlısı olması gibi nedenlerle tepki de görüyor. (Bu konudaki fikirlerini içeren, ta 1979 tarihli kitabının Türkçesi: Pratik Etik. Çev. Nedim Çatlı. İthaki, 2015). Adam neticede Darwinci!
[6] Türkçesi yok, ben Almancasından okudum: Peter Singer: Völker, hört die Signale! Reclam Verlag, Ditzingen, 2018.
[7] 2015’te çıkan kitabının adıdır: Effective Altruism.
[8] Mustafa Arslantunalı da, insanlığın geleceği hakkında hem endişe hem ‘ütopyacı arzu’ ile tirildeten kitabında, “insan doğası”nın bu işbirliği ve dayanışmaya yatkın meylini konu ediyor: Teknopolis, İletişim Yayınları, İstanbul 2019, s. 208-210.