Eric Fromm İnsan Yıkıcılığının Kökenleri’nde bireyler gibi toplumların da hastalanabileceğini, Nazi Partisi’nin iktidar olma sürecini ve olduktan sonra yaşanan gelişmeleri aktararak göstermeye çalışır. Ulus Baker de Beyin Ekran’da Godard’ın filmlerinde yalnızca bireylerin değil toplumların da hasta olarak gösterildiğini söyler.
Hastalık, birçok yere gönderme yapabilmeye olanak sağladığı için güçlü bir mecaz, metafor. Gerçek anlamıyla kullanıldığı yerde ise tehlikeli ve tehditkâr, tıpkı vebâ gibi. Fromm ya da Baker’in hastalık ile kastettikleri veba gibi bir şey değil, belki daha tehlikelisi. İkisinin de farklı yönlere bakmalarına rağmen aynı şeyi görmelerini sağlayan ‘hasta toplum’ imgesi, toplumdaki iktidar düzeninin işleyişi ile ilgilidir. İktidar hasta eder. Buradaki hastalık mecaz gibi dursa da gerçek anlamıyla da hasta eder.Hastalık metaforunun siyasal alandaki ilişkilerle, yani iktidar ile ilişkili bir biçimde kullanılmasının nedenlerinden biri iktidarı bir bünye, yekvücut bir beden gibi yorumlamanın birçok konuyu açıklamaya elverişli olmasıdır. Siyasal ilişkilerin dışında bir iktidar varmış gibi düşünmek ve onunla ilgili analizleri tıbbi terimlerle açıklamak, analitik olarak zayıf olsa da retorik olarak işlevsel kabul edilebilir. ‘İktidar mikrobu’, ‘iktidar/güç zehirlenmesi’ siyasal ilişkileri tümüyle tek bedene hapsetmenin tipik ifadesidir. Bir de müzminlik var. Müzmin, eskimekle yerleşmiş hastalık, anlamında kullanılıyor, kronik. Bunun siyasal ilişkilere transfer edilmiş hali ise önce ‘müzmin muhalefet’ sonra ‘muhalefet hastalığı’ halinde karşımıza çıkıyor.
Hastalık metaforu, “Avrupa’nın hasta adamı” olarak tanımlanan Osmanlı için de kullanılmıştı. Osmanlının siyasal ve iktisadi bağımsızlığını yitirip ağır bir çöküş dönemine girmesi, hastalık olarak tanımlanmıştı. Bu ‘hasta adam’ nitelemesi Cumhuriyet’in kurulma gerekçelerini temellendirilirken kullanılacak malzemeden biriydi. Pek haksız bir niteleme de değildi, ne de olsa Osmanlı önce askeri gücünü yitirmiş, sonra da kendi çeperinde toplandığı desteği ve gücü kaybetmiş bir devletti. O kadar hastaydı ki, devletin devam etmesini sağlayan şeylerden biri, belki de en önemlisi İngiltere’nin dış politikada Osmanlı devletinin hamiliğini yapmasıydı.
Hasta Osmanlı isnadı sadece Avrupalılara ait bir iddia değildi. Said Nursi de içerden biri olarak devletin hasta olduğunu öne sürenler arasında yer aldı. Said Nursi, Sünuhat isimli kitapçıkta şöyle der:
“… İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat [kendi iradesiyle hareket eden] değiliz, bilvasıta müteharrikiz [başka araçlarla hareket edeniz]. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.* Mademki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir.” [1]
Said’in “İspanyol hastalığı” ile kast ettiği İspanya’da ortaya çıkan ve milyonlarca kişinin ölümüne neden olan bir grip hastalığı, ‘İspanyol Nezlesi’ idi. Said, Saltanatın siyasal kararlarının bir hezeyan içerdiğini ve bu hastalıktan muzdarip olduğunu söylerken, iktidarın herhangi bir iradesinin kalmadığını, siyasal ve ekonomik varlığının hiçbir işe yaramadığını, bütünüyle Avrupalı devletlerin iradesine teslim olduğunu ima ediyordu.
Siyasal ilişkileri hastalıkla ilişkilendirmek bugün de devam eden bir analoji değil mi? 2013 öncesinde, bunu bazı açılardan kolaylıkla 2015’e kadar da uzatabiliriz, doğrudan AKP’li olmayan, ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi için AKP’nin en güçlü seçenek olduğunu düşünen görece kalabalık ve çeşitlilik içeren bir kesim vardı. Bu kesimin içerisindeki bir grubun Türkiye’deki Kemalistleri ve ulusalcıları hastalıklı ruh haline sahip olmakla itham etmeleri epey yaygındı. Bu muharrirlere göre Kemalistler ve ulusalcılar kendilerini Türkiye’nin sahibi olarak görmekteydi ve bu kesimler AKP eliyle yaşanan dönüşümden dolayı duygusal, ruhsal çöküntü içerisine girmiş, gerçeklik algılarını bozulmuştu.
Bu dönemde, bu ve benzeri içerikte birçok köşe yazısının yazıldı ve toplumun bir kesiminin ‘hastalıklı’ bir bünyeye sahip olduğu sıklıkla öne sürüldü. Dahası tedavinin hâlihazırda iktidar olduğu da söylendi. İktidarın yaptığı kimi zelleleri, ayak sürçmelerini ise demokrasiye ulaşmak uğruna görmezden gelmek ve iktidarı doğru yola sevk etmek için inatla desteklemek, sağlıklı bir zihne sahip olmak anlamına geliyordu. Yaşanan gelişmeler bu muharrirlerin bir kısmını partizan haline getirirken bir kısmının büyük bir hayal kırıklığı yaşamasına neden oldu. Belki aynı kesimler, bugünlerde iktidarı çepeçevre saran hastalıktan dem vuruyorlardır, olamaz mı?
Perinçek bir yazısında muhalif olmayı hastalığa benzetmiş ve “[M]uhalif olmak, CHP’yi, İyi Parti’yi ve çevrelerini saran bir hastalık haline gelmiştir” diye bir cümle lütfetmişti. [2] Aslında muhalefetin, iktidar tarafından hasta olmakla itham edildiğine çok defa şahit olduk. Bunu dile getirmek için yaygın kullanılan kalıp ise ‘muhalefet hastalığı’. Her şeye muhalefet etmeye koşullanan, takdir duygusunu yitirmiş, sadece itiraz etmeye motive olmuş kişiler için kullanılan bu kalıp, muhalif olma hakkının istismar edildiği anlamında kullanıyor. Vasat standartlara sahip demokrasilerde iktidara muhalif olan bazı kişilerin, buna benzer tutumları eleştirilebilir. Ancak bizimki gibi ülkelerde ve böylesi bir düzen altında ‘muhalefet hastalığı’ ifadesini kullanmak, olsa olsa muhalefet imkânlarının daha da daraltılmasını teklif etmekten öte bir anlam taşımaz.
Bu senenin başlarında, Mart ayında, ABD Başkanı Trump, Kongrenin Demokrat üyelerini hasta olmakla itham etmişti. Trump, başkanlıktan azledilmesi için uğraşan demokratları milletine şikayet ederken “bunlar hasta insanlar” demişti. Aynı Trump, geçen gün de Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Adam Schiff ile ilgili “Onun manyak olduğunu düşünüyorum. O meczup bir insan. Onun birçok kompleks ile büyüdüğünü düşünüyorum. Çok hasta bir adam" dedi. [3] Azledilmesi gerektiğini düşünenlerin iddialarına ve argümanlarına ikna edici yanıt vermek, şeffaf bir biçimde hesap vermeyi kabul etmek yerine muhaliflerini hasta olmakla itham etmek daha pratik bir çözüm gibi görünüyor olmalı. Belli ki siyasal meseleleri hastalık üzerinden açıklamaya çalışmak kıtalararası dolaşıyor.
Bireyler gibi toplumlar da hastalanır mı sorusunu cevaplamak zor değil. Bunun böyle olduğunu gündelik deneyimlerimiz sayesinde bildiğimiz gibi toplumların tarihsel hikâyelerinde de izleyebiliyoruz. Toplumun hastalanmasının, yani toplumdaki sıradan kişilerin görme biçimlerinin, idraklerinin, anlama ve yorumlama becerilerinin bozulmasının, gerçekliği ve medeniliği yitirmelerinin ve böylece kolektif bir hastalığa tutulmalarının nedeni iktidarlardır. Siyasal iktidar pratikleri kadar siyasal-olan dışında gerçekleşen iktidar pratiklerinin örgütlenerek kurdukları ‘iktidar düzeni’nden söz ediyorum. İktidarın düzeni, sosyal alanlarda kurulan ilişkileri siyasal ilişki haline getirmeyi başardığında hastalanmamak, hastalıktan kurtulmak ve sağlıklı kalmanın yollarını aramak ciddi bir mücadele gerektirir.
Lord Acton’dan ilhamla iktidarın hasta ettiğini, mutlak iktidar mutlaka hasta ettiğini söyleyebiliriz. Bunu bir yandan havayı, suyu, sokağı, sofrayı, haneyi, gıdayı zehirleyerek yapabildiği gibi zihinlerimiz ve bedenlerimiz, duygularımız ve davranışlarımız üzerinde kurduğu tahakkümler aracılığıyla da yapabilir. Belki bu yüzyılın mücadelesini belirleyecek olan şey iktidarın kendisi ve diğerleri için hastalıktan başka bir şey üretmeyen ilişkiler sistemine müdahale etmenin araçlarını ve yollarını aramaktır. Korkunç ve giderek daha korkutucu hale dönüşen bu yüzyılın neden olduğu hastalıkların kaynağını kurutmanın yollarını aramak, bu siyasetin imkânları üzerine düşünmek ve bunun ilişkilerini geliştirmek bile başlı başına bir şifa belirtisidir.
*Sanırım Said’in bu cümlesini şöyle tercüme edebiliriz: “Avrupa uyutarak telkin eder, bu telkinleri kendi kararlarımız zannedip, kendi yıkımımızı sağırcasına bu telkinin sonuçlarıyla gerçekleştiririz.”
[1] Said Nursi, Sünuhat (Yeni Tanzim), İstanbul Düşünce Okulu, 2013.
[2] D. Perinçek, “Muhalefete muhalefet suçlamasındaki muhalefet hastalığı”, Aydınlık, 03.02.2019, link: https://goe.gl/gd7Se
[3] Haberin ayrıntısı için bkz. “Trump: G7 Zirvesini Camp David'de yapacağız”, Hürriyet, link: https://goe.gl/8n2bt