Peyami Safa-Bir Portre
Barış Özkul

Peyami Safa kırk beş yıllık yazı hayatına, ağabeyi İlhami Safa’dan devraldığı Server Bedi imzasıyla yazdıkları da eklenirse, beş yüze yakın kitap, binlerce köşe yazısı, makale, fıkra ve tefrika sığdırmıştır. Hayatı boyunca yazı yazarak geçinmesine rağmen asla bir konu kıtlığı çekmemiş; edebiyat, siyaset, felsefe, psikoloji, tıp, ispiritizma, Doğu-Batı, Katolisizm ve Budizm, komünizm ve demokrasi, Kemalizm ve faşizm gibi farklı konularda kalem oynatmıştır. 

Düşünce alanındaki verimi genellikle “köşe yazısı” boyutlarını aşmasa da çok okuyan ve üretken bir yazardır.

Beşir Ayvazoğlu, kapsamlı bir biyografi[1] yazdığı için burada Peyami Safa’nın yaşam öyküsüne uzun boylu girmeyeceğim. Gene de düşünce akımları karşısındaki tavırlarının; romanlarında tekrar eden kimi temaların anlaşılması açısından önemli bulduğum birkaç “kişisel” özelliğinden söz edeyim: Bunlar son kertede kişisel olmakla birlikte birçok sanatçıda benzer nevrotik eğilimlere kaynaklık eden deneyimler...

Yazı hayatına başladığı yıllarda “yetim-i Safa” olarak anılan (Ahmet Haşim buna bir kalem kavgasında “yetim-i zekâ”yı eklemiştir) Peyami Safa’nın babası İsmail Safa, Abdülhamid’e karşı destek bulmak ümidiyle Britanya elçiliğine yaptığı bir ziyaretten sonra sürüldüğü Sivas’ta ölmüştür. Peyami Safa, babasının hazin sonunu unutamadığı gibi ilerleyen yaşlarda çocukluğunda ona kol kanat germedikleri için birçok kişiye alt alta kin beslemiştir (Prens Sabahaddin, Damad Celaleddin Paşa vb.). Zaman zaman kontrolden çıkabilen öfkesinin ilk nedenlerinden biri çocukluğundaki yalnızlık ve yetimlik duygusudur. Yoğun yaşandığı anlaşılan bu duygular çok erken yaşlardan itibaren onu bir dostlar-düşmanlar ayrımı yapmaya itmiştir.

Dostlar halkasındaki Abdullah Cevdet babasının vefatından sonra aileyi himaye ettiğinden (Safa’ya bir Petit Larousse hediye etmişti) onun gözünde hep ayrıcalıklı olmuştur örneğin.

Çocukluğundaki bir başka acı deneyimi kolundaki iltihabın onu çolak bırakmasıdır. Hastalık, Peyami Safa edebiyatında bir leitmotiftir; romanları fiziksel ve ruhsal açıdan hasta karakterlerle doludur. Hastalık (fiziksel marazın ağır bastığı disease) ile rahatsızlık (ruhsal marazın ağır bastığı illness) arasında bir ayrım yaparsak; Peyami Safa fiziksel bakımdan hasta karakterlerin zamanla içine düştükleri ruhsal bunalımları, çıkmazları, rahatsızlıkları konu etmiştir. Edebiyat dünyasında ilk kez adını duyurduğu  Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bir otobiyografik hastalık romanıdır. Peyami Safa; çocukluğundan beri sürekli tıp kitapları okumuş ve yaşlılığında onu muayene eden doktorlar tıp bilgisi karşısında hayrete düşmüştür.

Kalem kavgalarında sıklıkla yüzüne vurulan çolaklığı dışında dönemin “hakaret serbestisi”ne uygun olarak onun kısa boyundan, koca kafasından, kerkenez yürüyüşünden söz açanlar da olmuştur. Bu tür deneyimlerle bilenen beden ve hastalık takıntısı bir aşamada Peyami Safa’yı bedensel hazlardan nefret etmeye götürmüştür. Romanlarında beden-ruh, ispritizma-madde karşıtlıklarını işlerken bedensel hazza düşkün karakterlerini şehvetli, obez, pespaye-ahlaksız ve hedonist olarak betimlemiştir.

“Bedensel takıntı”ları dışında Peyami Safa bir ruhsal uçtan öbürüne kolaylıkla savrulabilen, asabi ve gergin bir mizaca sahiptir. Başlarda iyi anlaştığı birçok arkadaşıyla sonraları kanlı bıçaklı olmuştur: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun ilk baskısını ithaf ettiği Nazım Hikmet’i sonraları bir eroin kaçakçısıyla işbirliği yapıp ağabeyi İlhami Safa’yı dolandırmakla suçlamış; ardından Nazım Hikmet’in Babıali’yi karıştırmak üzere görevlendirilmiş bir Kremlin ajanı olduğunu iddia etmiştir.

Aynı durum Necip Fazıl’la ilişkisinde de tekrar eder: Necip Fazıl’ı araları bozulduktan sonra “intihalcilik”le, “tembellik”le ve “beyinsizlik”le” suçlar.

En başta övdüğü Aziz Nesin’i sonraları komünizm propagandası yapmakla ve subaylık yaptığı sırada keçi çalmakla itham eder. 

Ahmet Haşim’in “Araplığı”, Aziz Nesin’in “hırsızlığı”, Necip Fazıl’ın intihalciliğine yönelik eleştirileri Peyami Safa’nın hayli öfkeli bir polemikçi olarak tanınmasına yol açmıştır.

Kararlı Antikomünist

Peyami Safa’nın siyasî görüşleri yıllar içinde epey değişmiştir; erken Cumhuriyet’te “Atatürk mucizesini kavrama gereği”nden, “yalnız Türkiye değil bütün şark[ın], içi büyük rüyalar ve istidadlarla dolu uzun ve karanlık asırlardan beri Atatürk’ü bekledi”ğinden söz eden ve CHP’den milletvekili adayı olan Peyami Safa; 1950’lerin ikinci yarısında Adnan Menderes’in yanında yurt gezilerine çıkacak kadar Demokrat Parti’ye yaklaşmıştır. 1950’lerde Demokrat Parti’nin gönüllü basın müşaviri gibidir. Menderes ile aralarındaki yakınlık 27 Mayıs’tan önce Babıali’nin Halk Parti’li yazarlarının eleştiri oklarına hedef olmuştur.

Safa’nın faşizm ve demokrasiyle ilgili görüşleri de pek tutarlı değildir. Hiçbir zaman sistematik bir faşist olmasa da 1940’larda Nazi Almanya’sı ile Mussolini İtalyası’nı ideal korporatist rejimler olarak görmüştür. Hitler ve Mussolini, ona göre toplumsal hastalıklara doğru korporatist teşhisler koyan hekimlerdir.[2] 

27 Mayıs darbesinden sonra ise demokrasi taraftarıdır.. Menderes’in devrilmesi, Milli Birlik Komitesi’nin basına uyguladığı sansür ve subaylar tarafından ifadeye çağrılması onu Demokrat Parti yanlısı tutumunu sessizce terk etmeye sevk eder.

Siyasi görüşleri dışında adabımuaşeret, gündelik hayat, popüler kültürle ilgili görüşleri de çoğu zaman tutarlı değildir: Alaturka musikinin yasaklanmasını ilkin şiddetle eleştirirken zamanla desteklemeye başlamış (alafranga musikinin empoze edilmesini bir uygarlık hamlesi olarak selamlamıştır); yeni harflerin kabulüne ilkin karşı çıkarken Mustafa Kemal’in Sarayburnu nutkundan sonra tam tersi bir tutum takınmıştır. Köşe yazılarında ve Yalnızız, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Fatih-Harbiye gibi romanlarında püritenizm boyutunda ahlakçılık yaparak bedensel zevkleri boyuna yermesine rağmen örneğin 1930’lı yıllarda bir İstanbul bohemi olarak kokain müptelasıdır.*

Bu haliyle bir çelişkiler yumağını andırır. Ancak bir konuda başından beri tutarlıdır: Kararlı bir Aanti-komünisttir.

***

Peyami Safa’ya göre Türkiye’deki komünistler iki kategoriye ayrılır: “Mahutlar” ve “gafiller”. Mahutlar, doğrudan Sovyetler Birliği’nden para ve doktrin desteği alarak komünizmi yaymaya çalışan Kremlin ajanlarıdır. Türkiye’de tek hakiki Marksist’e rastlanmaz: “Marksist geçinenlerin hepsinin Kremlin ajanı olduklarını herkesten evvel anladım, gazetelerin çoğu Nâzım Hikmetler ve Sertellerle can ciğer dostken, ben onlarla yazı kavgası yaptım.”* Onun mücadelesi hakiki Marksistler ile değil “bel kemiklerine Karagöz çubukları takılmış, Kominform tarafından oynatılan bir sürü ajanladır.”* “Sovyetlerin hususi olarak yetiştirdikleri 150 bin ajan vardır ve dünyanın her köşesine dağılmışlardır.”*

Kremlin ajanları “sistemli olarak, yerleş[ik] fikir ve edebiyat otoritelerini yıkmaya çalışırken din, ahlâk ve millet aleyhinde şiir, nesir, roman ve hikâye yazmakta, Türk dilini bozmaya çalışmakta”dır.* Peyami Safa’nın “mahutlar/ajanlar listesi” hayli kabarıktır ve yıllar içinde genişler: Nazım Hikmet, Serteller, Sabahattin Ali; genç kuşaktan Mahmut Makal, Oktay Rıfat, Orhan Veli. Cahit Sıtkı’nın şiirlerini edebiyat çevresine ilk kendisi tanıttığı halde onda da “komünizm temayülü”nün baş gösterdiğini fark eder ve  mahutlar listesine ismini ekler.

“Allahçı, dinci, ruhçu, milliyetçi”* Türkler; Kremlin ajanlarının ellerinin kalem tutmasına karşı dikkatli olmalıdır: “Yıllarca Sabahattin Ali’yi korudular, savundular, bağırlarına bastılar… Ne oldu sonunda? Herif Bulgaristan’a kaçarken vuruldu.”* “Nazım Hikmet’i bile temize çıkarmak için vaveylalar kopardılar, dilekçeler imzaladılar. Herif şimdi demirperde arkasından Türkiye’ye sövüyor”.* “Bir komünist ölünce (Sabahattin Ali, Eluard, Matisse) Kerbela kıyameti kopartanlar bir Türk milliyetçisi (Remzi Oğuz Arık) öldüğünde sus pus olmaktadır[lar].”*

Bir de mahutlar tarafından kandırılıp komünist olan  gafiller vardır. Gafiller “dünyanın sola gittiğine kandırılmış birtakım fikir avareleridir”.* Böylece gençlik, gafillik ve isyankârlık arasındaki illiyet bağı kurulur: 

“Kendi mahrumiyetlerinin ve ıstıraplarının sebeplerini tam ölçüde bilmeyen, “milletçe geriliğin, iktisadi bünyenin, kötü şans ve tesadüfün ve kendi hatalarının karmakarışık halde birbirine girdiği[ni] […] soğukkanlılıkla tahlil edemeyecek derecede ihtiyaç ve isyan halinde olan” gençleri “kızıl teşkilat arar, bulur ve onları “Marx peygamberin dünyayı düzelteceğine inandırır.”*

Gafiller “soyu sopu melez, kanında çeşitli ırkların kanları çatışan veya bir aile disiplininden mahrum [kalmış] yahut cinsi sapıklıklar ve ahlaksızlıklar yuvası [olan] bir ailede yetişmiş, köksüz, imansız, idealsiz genç”lerdir. İdealsiz gençler kendi “fena kader[lerini] mazur gösterecek, milliyet ve ahlak düşmanı bir nazariye arar”ken “Marxçılık on[lara] istediği afyonlu şerbeti sunmuştur.”* 

Sıra Bab-ı Ali’deki rakiplerine geldiğinde, Safa’nın anti-komünist retoriği daha da bilenir: Kızıl teşkilat “bedbahtlar ve gafiller sürüsünü ele geçirmek için… mâhud solcu dergileri ve yazılariyle her gün sürek avına”* çıkıyordur. 

Tehlikeli komünistler listesinnin başını Nazım Hikmet, Serteller ve Aziz Nesin çeker: Peyami Safa bir zamanla*r ahbaplık ettiği bu yazarlara “lağıma düşmüş Rus köpekleri”, “Moskof hademeleri”, “şıllık ve acuze karı”, (Sabiha Sertel) “Rus kahpeleri” gibi ağır laflar eder.

Bir parantez: Peyami Safa; Cingöz Recai tipini yaratan, kalburüstü bir polisiye yazarıydı; Matmazel Noraliya gibi kasvetli romanlarına da polisiye heyecanlar sokuşturmasını bilmişti. Dönemin komünistlerini köşeyazılarıyla ihbar etmekten aldığı zevke bakılırsa ( “jurnalci Peyami”* lakabını kazandıracak kadar güçlü bir zevk) polisiye yazarlığıyla polislik arasında rahatlıkla mekik dokuduğy söylenebilir..

“Türkiye’de Hakiki Marksist Yoktur”

Solcu yazarlarla girdiği polemiklerde Peyami Safa’nın bir iddiasını sıklıkla tekrar eder: “Türkiye’de hakiki Marksist yoktur, yalnız Kremlin ajanları vardır.” 

Ona göre Marksizm “mideden ibaret bir primitif adam fikri”ni* temel almaktadır; oysa insanda “beslenme içgüdüsünden başka bir şey olmadığını veya bunun en kudretli içgüdü olduğunu söyleyemeyiz”.* Marksizm’e ve genel olarak materyalist felsefeye kelimenin düz anlamıyla bir “maddiyatçılık” atfedilmesi ve Marksizm’in insanda beslenme içgüdüsünü esas aldığının ileri sürülmesi dönemin anti-komünist metinlerinde sıklıkla rastlanan bir indirgemedir. Peyami Safa’nın da buna bel bağladığı görülür: “Biz kafadan ve kalbden mideye ve barsağa inmek isteriz, Marksistler mideden ve barsaktan kafaya ve kalbe çıkmak isterler.”* Komünizm “materyalizmin piçi, 19. yüzyılın eski maddeci nazariyeleri arasında kalmış, geri bir sistem”dir*

Ayrıca Marx’a “sosyoloji, ekonomi ve felsefe gibi aklı ermediği bilim alanlarına burnunu soktuğu ve yüksek planda fikir meselelerini ayağa düşürüp bugünkü dünyanın işlerini karıştırdığı”* için öfkelenir.

Mehmet Kaplan gibi o da psikanalizci Carl Gustav Jung’un fikirlerini destekler. Jung’un “şuuraltına kökleşmiş arketipler”ini komünizme karşı mücadelede yıkılmaz bir set olarak görür::

[Komünistlerin] “Allahsızlık ve dinsizlik propagandaları, aksine olarak halkta ve gençlikte din duygularını kuvvetlendirmektedir… Bunun sebebi Zürih’li profesör… Jung’un da izah ettiği gibi tarih öncesi devirlerden beri şuur altına kökleşen akıl dışı inançları kökünden sökmeye çalıştıkça onları büsbütün mıhlamış olmamızdır”.* 

Peyami Safa’ya göre komünistler birtakım içkin kötülüklerle maluldür: Allahsızlık ve dinsizlik propagandası yapan komünistler “materyalist oldukları için manevi ve ruhi değerlerin üstünlüğüne inanma[maktadır]lar”. [Komünistler] “geçmişin düşmanı, tarihin, geleneklerin düşmanıdırlar…” “Kendisi gibi düşünmiyen bütün yaşlılara… bütün eser sahiplerine düşmandırlar.” “Komünistler edebiyatta en değerli geçmiş değerlerin düşmanıdır[lar]. Divan edebiyatı, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, hatta ilk devre Cumhuriyet edebiyatı aleyhinde propaganda yaparlar.” “Komünistler yalancıdırlar. Muarızlarına iftira ederler…”*

“Komünistin ruh dibi yoklamalarında mutlaka bir kendini aşağı görme kompleksi”* olduğunu iddia eder: Bu, “bazılarında bir cinsi sapıtmanın yahut ailelerinde bir ahlâk yıkılışının verdiği gizli utançtır”. Bir yazısında Sovyetler Birliği’nden “kahbeler birliği”* olarak söz eder; bir başka yazısının başlığı ise “Rus Kahbeliği”dir.*

Komünizmden bunca yakınan Peyami Safa; sosyalizmi ise bir yönüyle -kamu yararı anlamında- sahiplenir: “Sosyalizm sinemada sigara yasağı, trafik memurunun işareti, istimlâk kanunu ve belediye nizamı”* ise “ben de sosyalistim,” der. Onun gönlünde yatan korporatist bir kamu düzenidir. Ziya Gökalp’ten başlayarak erken Cumhuriyet aydınını Kemalizm’in sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kitle ülküsü etrafında birleştiren korporatist toplum sevdasına Peyami Safa da tutulmuştur: “Sınıfların işbirliği sınıf mücadelelerinden daha umumi ve evrensel bir hadisedir. Hele insanlığın ilerlemesinde sınıf mücadelesinin dinamik bir faktör olduğu iddiası büsbütün yanlıştır”.* Ona göre “Doğru ve adil tevzi sistemi korporatizmdir”.* Ve korporatizmin müttefiki tavizsiz anti-komünizmdir.

Doğu-Batı Sorunu: “İspiritizma” Merakı

Gazete yazıları ve Türk İnkılâbına Bakışlar gibi eserlerinden Peyami Safa’nın Batı medeniyetine prensipte karşı olmadığı anlaşılır; Ziya Gökalp’in aksine onda bir hars-kültür ayrımı yoktur. Batı’nın yalnızca teknik kazanımlarının alınmasından yana değildir. Avrupa medeniyetinin tarihî bileşenleri olarak gördüğü Roma hukuk ve kent düzeni, riyaziye anlayışı (“riyazileşme ve siteleşme”), antik Yunan’ın “zekâsı ve pırıltısı”nı sahiplenirken bunların mütemmim cüzü olarak “Hırıstiyan Garp”ın Katolik öğretisinin “manevi tekamül”üne  işaret etmiştir.

Doğu sözkonusu olduğunda ise Peyami Safa iki farklı medeniyetten söz eder: İslâm ve Budizm birbirinden farklı medeniyetlerdir ve İslâm medeniyeti Farabi ve İbni Sina’dan ziyade Eşari ve Gazali’nin yolundan gitmekle Galilelerin, Keplerlerin, Newtonların memleketi olma şansını kaçırmıştır.

Ancak Peyami Safa’nın Doğu’ya ve Batı’ya yönelik yaklaşımını ortaklaştıran –daha doğrusu bitiştiren– bir yönü vardır: Batı düşüncesinde kendi Doğulu mistisizmine birtakım dayanaklar arar: Türk İnkilabına Bakışlar’da Kant, Hegel, Marx ve Meyerson’da cevaplar aramanın yanlışlığından bahseder. Batı medeniyetinde bir sağlamlık arayanlar “Allah’a ve onun yüksek manevi değerlerine inanan büyük şair T. S. Eliot’a, filozof ve romancı Aldous Huxley’e, İngiliz matematikçi ve fizikçi Whitehead’e” yönelmelidir. Ayrıca Bergson ve Heidegger’i de sever.

Bu sentez arayışının gerisinde Safa’nın 1940’larda mistisizme yönelmesi vardır ve onun mistisizm anlayışı dinî-İslâmî nitelikli olmaktan ziyade bugün telepati, telekinezi, teleplasti, metagnomi, medyumluk vb. isimlerle anılan, o yıllarda ise Türkiye’de “ispiritizma” adıyla yaygınlaşan bir metapsişizme yakındır. 1940’ların sonuyla 1950’lerin başında birçok yazar (Enis Behiç Koryürek, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Bedri Ruhselman vb.) evlerinde ruh çağırma seansları düzenleyip medyumluk becerilerini sergilerken Peyami Safa da romanlarında bu konuya girmiştir. İspritizma sevdasına uygun olarak romanlarını “premonition” yetisine sahip medyum karakterlerle doldurmuştur: Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda Zehra, işlenecek cinayeti önceden haber verir; Yalnızız’da Mefharet, gözlerindeki hummalı “tecessüs”le Meral’in intihar edeceğini hisseder, Naciye’nin kocasıyla bozuşup Adana’dan İstanbul’a kaçacağını rüyasında görür, Nazan’ın ölü çocuk doğuracağını aylar önceden anlar. Yalnızız’ın obez ve hedonist karakteri Besim “senin hissettiklerin hakikat olsaydı, bu ev felaketten felakete sürüklenirdi” diye Mefharet’le alay etse de en sonunda ev sahiden felaketten felakete sürüklenir. Yine Yalnızız’da Samim, Londra’daki “Ruhî Araştırmalar Cemiyeti”nin II. Dünya Savaşı’na dair tahminlerinin doğruluğundan, General Montgomery’nin taarruza hangi tarihte başlayacağının çok önceden –ispiritizma yoluyla– bilindiğinden söz eder.

Peyami Safa, kendi deyimiyle, “beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalmak istemediğinden”* mistisizme ve metapsikolojiye yönelmiştir. Ne var ki bunun ispiritizma yolunu tutanların birçoğunda görülen kalenderlikten uzak, çatık kaşlı bir mistisizm olduğu söylenmelidir. Peyami Safa’nın  ahlakçı ve “ruhiyatçı” mistisizmi bir beden-ruh karşıtlığı ve gerilimine bağlanıp romanlarında bir “kadın sorunu” yaratmıştır. 

Peyami Safa’nın Kadınları

Peyami Safa’nın erken dönem romanlarından Attilâ’da (1931) “kadın sorunu” bir “Türk cihangiri”nin gözünden aktarılır: “Yunanlara, Romalılara, Cermenlere ayakları ucunda diz çöktürerek hepsine ikâ ettiği büyük haşiyetle kiminin seyyielerini cezalandıran, kiminin şer ve fesadına mani olan büyük Türk başbuğu” (s. 9) Atilla; dünyayı sarsan yaratıcı tahripkâr meziyetlerine karşın kadınlar karşısında yelkenleri suya indirir: “Kalbinde en büyük emellerin ve kudretlerin hem halikı, hem de mahlûku olan üç kadın vardır: Gereka, İldiko ve Onorya.”

Bu üç kadın; romanda Atillâ’nın ayağını kaydıran, soylu davasında onu tökezleten engeller olarak yer alır. Romanın  “büyük çelişkisi” cihan hâkimi bir Türk hakanının “kadınlar karşısındaki zayıflığı” ve bir kadının batırdığı zehirli dikiş iğnesiyle ölmesidir.

Atilla, kadınların kaypaklığı ve güvenilmezliğine işaret eden pasajlarla doludur. Kadınlardan daima sakınılması gereken bir ayrı cins olarak söz edilir: “İnsanlığa karşı olan itimatsızlığı, kadınlara karşı birkaç misline çıkar ve bu irice kemikli, yumuşak etli, küçük kafalı mahlûkların, ekseriya hedeflerine desise ile vardıklarına zahip olurdu” (s. 94-95). “Kadınların vefasızlıklarını anlar anlamaz onlara karşı menfi kararını derhal veren büyük hakan, Onorya’ya karşı müstesna bir zaaf ve tereddüt hissediyor”du (s. 96). Kadınların romanda sıralanan “meziyetleri” şunlardır: Vefasız, desiseci, itimat edilmez, yumuşak etli, küçük kafalı.

Kadın sorunu Peyami Safa’nın daha yakın tarihlerde geçen romanlarında Doğu-Batı sorunuyla iç içe geçmiştir. Bir Tereddüdün Romanı’nda “köksüz ve kozmopolit” kadınlar bir nefret nesnesidir. Uzun süre Türk olduğu sanılan Vildan’ın gerçek adı Anjel olan bir Hıristiyan olduğu ortaya çıkar; Vildan, on sekiz yaşında bir Fransız’ı severek Paris’e kaçmıştır; annesinin mücevherlerini ve babasının evdeki paralarını da giderayak çalmıştır. Hırsızlık, evden kaçmak, Paris’e gitmek, fahişelik ve Hıristiyanlık bir nedensellik zinciri içinde Vildan’ın/Anjel’in bağışlanmaz günahlarıdır.

Bu vaziyet karşısında Peyami Safa, “kadının ebediyeti[nin] zekâsında değil, rahminde”* olduğunu; “Pirandelli mütercimi [olarak] değil, bir çocuk anası olarak ebedi”leşilebileceğini; analığa isyanın “Avrupa fikriyatının züppeliğine ait bir şaşkınlık”* olduğunu hatırlatır.

Peyami Safa’da kadının evden kaçması ağır bir kabahattir; fakat anavatanından kaçıp yabancı memleketlere gitmesi kabahatlerin en büyüğüdür. Örneğin Yalnızız’da Feriha, kendinden yaşça büyük bir adamla evlenip Paris’e yerleştiği ve Paris modasına ayak uydurduğu için yerilir:

“Fuhşun iktisadi mazeretleri var. Bu mahlûk onlardan mahrum. Karnını doyuran evini bırakıp kaçmıştır. Aşk gibi ulvi bir mazeretten de mahrum. Altmış yaşında kartaloz bir zamparanın kolları arasında… insanlık duygularını bütün ailesinin, dostlarının, gözü önünde çiğnemekten utanmamıştır.” (s. 259-260)

Feriha, Paris’e yerleşip kendinden yaşça büyük (“kartaloz”) bir adamla evlendiği için günah keçisi ilan edilir: “Bu şıllıktan daha mazur bir genelev karısıyla Galata meyhanelerinden birinde karşı karşıya otursaydın, daha az iğrenç olurdun” (s. 260). “Feriha’ya merhamet veya Paris’e muhabbet, hiçbiri münakaşaya değmez.” (s. 266)Feriha’nın Paris’e gitmesi, maneviyatın boşlanıp maddi hazların tercih edilmesi anlamına gelir. Yalnızız’ın erkekleri bu tercihi büyük bir ihanet olarak görüp endişelenir. Örneğin Meral’in Feriha’nın  peşinden Paris’e gitme ihtimali ağabeyi Ferhat’ın erkeklik damarını kabartır: “Su-ra-tı-nı dağıtırım, Paris’te beş tane estetik ameliyatı yapsalar, seni ömrünün sonuna kadar çirkin ve maskara dolaşmaktan kurtaramazlar” (s. 296). Paris  hayalleri kuran kadınlara yönelik fiziksel şiddet tehdidinden romanın “bağımsız anlatıcı”sı hiç rahatsız değildir. 

Paris tehdidine karşılık teselli olarak Meral’e Tophane’nin güzelliği hatırlatılır: “Tophane damları o kırık kiremitleri, ana sevgisi ve memleket hasretiyle karışarak onu ebediliğin güzel plânına birdenbire nasıl çekiverdi.” (s. 235)

Yalnızız bir Tophane-Paris romanıdır. Peyami Safa’nın ütopyası Simeranya’da Batı’nın ahlaksızlığı (!), tensel zevkleri ve modalarına kapılan “kozmopolit” kadınlara (Feriha gibi) yer yoktur: “Simeranya’da istediği kadar kalabilirdi. Orada bir tek Feriha ve onun hiçbir arkadaşı yoktu. Stratosfer kadar temiz bir manevilik havası içinde nefes alanların şeffaf vicdanı…[vardı]” (s. 266)

Geleneğin Sınırları İçinde

Peyami Safa, Matmazel Noraliya gibi romanlarındaki psikolojik derinlik vepolisiye edebiyata katkılarıyla kalburüstü bir edebiyatçı olmakla birlikte düşünce alanında erken Cumhuriyet aydınında çok sık rastlanan iki tutumu benimsemiştir: Son derece eklektik bir Batı karşıtlığı ve özellikle 1940’lı yıllarda giderek şiddetlenen bir anti-komünist retorik. Bu ikisini bir ispiritizma ve mistisizm paydasında birleştirmeye çalışmıştır.

Batı’nın teknik kazanımları dışında Roma’nın hukuk ve kent düzenini, antik Yunan’ın estetik ve zekâ anlayışını da örnek göstermesi onu çağdaşı milliyetçilerden farklı bir konuma yerleştirir.. Ne var ki 1930’lı yılların sonlarında başlayan ispiritizma merakı vemistisizmin etkisiyle beden-ruh karşıtlığını en temel mesele olarak görmeye başlamış ve Batı’nın hanesine bedensel hazları, hedonizmi ve “fahişeliği” yazarken Doğu’ya ruh derinliği, “manevi temizlik” ve iç huzuru atfetmiştir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye gibi romanlarında embriyo rüşeym halindeki bu Doğu-Batı karşıtlığı Yalnızız gibi son romanlarında baskın bir ahlakçı temaya dönüşmüştür.

Bu yönüyle Peyami Safa etkili bir anlatıma ve gayet kıvrak bir kaleme sahip olmasına rağmen Türkiye modernleşmesinin ezeli problemi olan Doğu-Batı karşıtlığına özgün bir yorum getirememiştir.

KAYNAKÇA

Beşir Ayvazoğlu, Peyami: Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı, Kapı Yayınları, 3. Basım, Ocak 2008.

Peyami Safa, Sosyalizm, Marksizm, Komünizm, Nevzat Kösoğlu (haz.), Ötüken Neşriyat, 9 Basım, İstanbul: Ekim 2017.

Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı, Ötüken Neşriyat, 32. Basım, İstanbul.

Peyami Safa, Attilâ, 11. Basım, Ötüken Neşriyat, İstanbul: 2018.

Peyami Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Ötüken Neşriyat, 35. Basım, İstanbul: 2018.

Peyami Safa, Yalnızız, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1989.

Vecdi Bürün, Peyami Safa ile 25 Yıl,  Yağmur Yayınevi, 1. Basım, İstanbul: 1978.


[1] Bkz. Beşir Ayvazoğlu, Peyami: Hayatı, Sanatı, Dramı, Kapı Yayınları, 3. Basım, Ocak 2008.

[2] Yakın arkadaşı Vecdi Bürün’ün aktardığı bir anekdot Peyami Safa’nın demokrasi karşıtlığını bir “hastalık-tıp” metaforuyla ifade etmesi açısından ilginçtir: Şükrü Hazım’ın demokrasiyi öven konuşmasından hemen sonra Peyami Safa profesörü yakalayıp şunları sorar: “-Kalbinizde bir rahatsızlık hissetseniz kime başvurursunuz? – Hiç şüphesiz kalp mütehassısına- Ya yüzünüzde bir sivilce çıksa?- O zaman bir cildiyeciye.- Ya gözünüzde bir görme zayıflığı bulsanız?- O zaman gözcüye, oftalmoji mütehassısına.- Memleket idaresi bütün bu aksaklıkların giderilmesinden daha mı az ehemmiyetlidir? Memleketin de şu veya bu mühim işleri var. Bunları kim daha iyi yürütür sorusunu, çoğunluğu hayatında bir kere bile düşünmemiş insanlara soruyorsunuz. İşte sizin istediğiniz düzen bu.” (Vecdi Bürün, Peyami Safa ile 25 Yıl, s. 80, Yağmur Yayınevi, 1. Basım, İstanbul: 1978) Peyami Safa; insanın “tekâmüle ermesi”ni ve toplumun “organik bütünlüğe” kavuşmasını anlatmak için “taazzuv” kelimesini kullanır; uzuvlar ve hastalıklar dünyasına özgü bu terminoloji onun edebiyata, hayata ve topluma bakışında belirleyicidir: “Hasta bir toplum ancak uzman hekimlerce tedavi edilebilir” diye özetlenen bir sosyo-tıbbi elitizmdir bu.

 

* Peyami Safa’nın 1930’lu yıllardaki kokain iptilası için bkz. Beşir Avyazoğlu, Peyami – Hayatı, Sanatı, Felsefesi, Dramı, s. 127-131 “Beyza Hanımefendi” bahsi, Kapı Yayınları, 3. Basım, Ocak 2008.

 

* Peyami Safa, “Bu Farka Dikkat,” Milliyet, 30 Ocak 1956,  Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 59, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017, İstanbul.

*A.g.y., s. 60.

* Peyami Safa, “Aldatıcı Propaganda”, Son Havadis, 10 Mayıs 1961, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 97, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017, İstanbul.

* A.g.y., s. 97.

* Peyami Safa, “Macar Destanı”, Milliyet, 30 Kasım 1956, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 116, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017. Ayrıca bkz. Peyami Safa, “Komik İftira”, Milliyet, 15 Eylül 1958, “Allahçı, dinci, ruhçu, milliyetçi Peyami Safa komünist….”

* Peyami Safa, “Şüpheleri Uyutmağa Çalışanlar”, Milliyet, 28 Mart 1955, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 136, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* A.g.y., s. 136.

* Peyami Safa, “Ajan mı Kukla mı?”, Milliyet, 22 Mart 1955. Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 137, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Bizde Sosyalizm,” Milliyet, 14 Ocak 1959, s. 58.

* Peyami Safa, “Bir Hayalin Son Günleri,” Milliyet, 10 Aralık 1956, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 64, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* A.g.y., s. 65.

* A.g.y., s. 65.

* Peyami Safa, “Vay, Kahbelerin Kahbesi,” Milliyet, 11 Mayıs 1955, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 217, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017, İstanbul ve “Bir Cadalozun İtirafları”, Milliyet, 12 Mayıs 1955, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 218, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa’nın ona jurnalci lakabı takanlara karşı cevabı için bkz. “Biraz Aydınlık : 3”, Hafta, 22 Temmuz 1935, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 202-203, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017, İstanbul.

* Peyami Safa, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 30, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* A.g.y., s. 30.

* Peyami Safa, “Teşhis Buhranı”, Ulus, 18 Temmuz 1950, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 82, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “İngiltere’de Komünizm,” Ulus, 7 Kasım 1951, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 154, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017

* Peyami Safa, Karl Marks ve Türkiye, Ulus, 15 Haziran 1952, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 69, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Din Eğitimi ve Devlet”, 19 Mayıs 1961, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 86, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Komünist Kimdir, Kim Değildir?”, Düşünen Adam, 24 Mayıs, 1961, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 86-87-88, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Komünistin Ruh Dibi”, Ulus, 23 Aralık 1950. Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 63, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Rus Kahbeliği”, Milliyet, 6 Kasım 1956. Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 114, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, Rus Kahbeliği,” Milliyet, 6 Kasım 1956.

* Peyami Safa, “Evet Sosyalizm”, Havadis, 3 Eylül 1960. Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 47, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu,“Sınıf Mücadelesi Fikrinin Sakatlığı”,  s. 34, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Peyami Safa, “Sosyal Adalete Dair,” Milliyet, 17 Ocak 1959, Sosyalizm-Marksizm-Komünizm içinde, haz. Nevzat Kösoğlu, s. 52, Ötüken Yayınları, 9. Basım, Ekim 2017.

* Akt. Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s. 405-406.

* Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı, s. 171, Ötüken Neşriyat, 32. basım.

* A.g.e., s. 172.