İsmet Özel: Haşin Partizanlığın Sağ Portresi
Polat S. Alpman

Hüseyin Etil’in yazdığı ve Küre Yayınları tarafından yayımlanan İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü isimli kitap, [1] Türkiye’nin siyasal hikayesini İsmet Özel’i merkeze alarak anlatmayı hedefleyen bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Kitap, Carl Schmitt’in ‘partizan teorisi’ bağlamında iyice örülmüş bir İsmet Özel portresi çiziyor ve Özel’in savrulma gibi görünen ‘yürüyüş’ünün istikametini, niyetini, hedefini ve bir şiddet aracı olarak şiirle buluşmasını anlatıyor.

Yılın son demlerinde yayımlanan kitabın kurucu iddialarından biri Özel’in soldan sağa ve daha da sağa doğru yürümediği, başından itibaren hep aynı yolda yürümeye devam ettiği önermesine dayanıyor. [2] Soldan İslamcılığa ve oradan Türkçülüğe geçerken yaşanan ayrılışlar ise Özel’i partizan kılan sebeplere olan bağlılığının bir gereği olarak sunuluyor. Devrimci olmak yerine partizan olmayı tercih eden Özel’in yerli-milli olma kaygısı, kendi ifadesiyle ‘üzerinde yaşadığı toprakla kaynaşmadığı takdirde varlığına anlam veremeyecek’ olması, partizanlığı tercih etmesinin başlıca nedenidir. Onun için “ben” Türkiye’nin kendisidir, ben dediği her yerde aslında Türkiye demektedir. Bu nedenle ona yönelik her eleştiri, Türkiye’nin devamından yana olmamak anlamına gelir.

Etil, Schmitt’in partizan teorisi ile birlikte okuduğu Özel’i içerden anlamanın yollarını ararken politik olan ile poetik olan arasındaki ayrımın ne anlama geldiğini de gösterir. Bu ayrım, Özel’in ya da herhangi bir şairin kabul edebileceği bir ayrım değilken, söz konusu Özel olduğunda sıklıkla dile getirilmektedir. Etil’e göre Özel’in şairliği, ancak onun partizanlığı ile birlikte okunduğunda anlaşılır olacaktır. “Şiirleri iyi ama fikirleri kötü” klişesinin Özel gibi bir şairin öyküsüne şaşı bakmak anlamına geldiğini düşünen yazar, Özel’in tavizsiz partizanlığını şiirlerinin ve bu şiirlere vesile olan fikirlerinin de nedeni sayar. Özel her şeyden önce partizan sonra da ne isterse o odur.

Aslında İsmet Özel’in şairliği ile siyaseti arasında bir fark gözetme eğilimi soldan daha çok Türk sağı içerisinde yaygındır. Türkiye solu, Özel ile hesaplaşmasını uzun zaman önce görece tamamlamış, onu taraf olduğu dünyanın makbul üyelerinden biri olarak kabul etmiş, kendi hatırasındaki Özel’i ise ihtiram ile öfke arasında bir yerlere sıkıştırmış gibi görünüyor. Oysa Türk sağı İsmet Özel bahsinde tuhaf bir çaresizlik duygusu içerisindedir. Bir yandan onu alıp göklere çıkartmakta, orada durmasını ve kalmasını istemekte diğer yandan onun tarafından benimsenmeyeceğini, muhakkak onun nefret nesnesine dönüşeceğini bildiği için gözünden ırak olmayı tercih etmektedir. O, kendisine “gerçek Müslüman kim” diye sorulduğunda “bazen aynaya baktığımda görebiliyorum” diyecek kadar mahzun, Türklük bahsinde kalınlık arayacak kadar umutsuzdur. [3] Müslümanlardan da, Türklerden de umudu kalmamış, bütün varını yoğunu adadığı İstiklal Marşı Derneği de büyük komplolar neticesinde boşa düşmüştür.

Türk sağındaki özcülüğü politik retorikten nefret ve öfke diline dönüştüren etno-dinsel duygunun ve tutumun mimarlarından biri olan Özel’i görmezden gelmek ile onu araçsallaştırmak arasında bir salınım arasında kalan sağcılık açısından Özel’in düşünsel etkisi zayıf olsa da, hazırladığı parolalar, sağcı siyasal elitlerin sıkıştıklarında kullandıkları tılsımlar gibi iş görür. Henüz hayatta olduğu için ikonlaştıramadıkları Özel’in parolalarını kendi dillerine tercüme ederek ve biraz da bozmayı göze alarak bunu yaparlar. Oysa Özel bu parolaları partizanca bir duyguya raptettiği militarist titizlikle işlemektedir. Her kelime, gösterdiğinden çok daha büyük anlamları taşıyacak şekilde genişler ve kullananın istediğini gösteren malzemeye dönüşür.

Bu siyasetçilerin yakın zamandaki örneklerinden biri de Erdoğan’dır. 2015 sonrasında birçok kişinin dikkatini çeken şeylerden biri Erdoğan’ın konuşmalarındaki İsmet Özel etkisiydi. Bunun en açık hali, Kut’ül Amare’nin yeniden keşfedildiğinde ve yapılan kutlamadaki konuşmada görüldü, ancak bununla sınırlı olmadığını ifade etmek gerekir. Büyük olasılıkla Erdoğan’ın konuşmalarını yazan kişilerden bir kısmı Özel’in yazılarını takip ediyor ve konjonktüre uygun olanları seçip Erdoğan’a veriyordu. Belli ki Özel, Türk sağı içerisindeki etkisini, onlara tümüyle muhalif olduğunda bile, göstermeyi başaran bir partizan olma imtiyazını taşımaya devam edebiliyor.

Özel’in partizanlığının anlatılmayan bir diğer boyutu komploculuğudur. Burada iki yönlü bir komploculuktan söz ediyoruz, hem Türkiye’nin çıkarları için komplo kurmaya hem de Türkiye’ye kurulan komploları deşifre etmeye hazır bir cevvaliyet halinin öfkesiyle yoğrulmuş bir komploculuk. Bu nedenle biraz dikkatli bakılırsa, İsmet Özel, şiirlerinden daha çok dile getirdiği komplolarla gündeme gelen biridir. Şiirlerinden çok komplolarına rağbet edilir, denemez ama onu bir ‘mesele’ haline getiren şey komploculuktur. Örneğin 19 Ocak 2007 tarihinde, Hrant Dink, İstanbul’da katledildiğinde Özel’in aklına gelen şey Dink’in kendi ölümünü bilerek ve isteyerek hazırladığı, üzerine düşen bir sorumluluğun gereği olarak kendini feda ettiği, böylelikle Türkiye’nin devamının tehlike altına atmaya hizmet ettiğidir. [4] Bu tür komploculuğun Türkiye’de bir kariyer haline geldiğini de unutmamak lazım. Haliyle Özel’in komploculuğu Türk sağının aşina olduğu komplo anlatılarına şairane ve nefret suçunun incelikli örneklerini gösteren numuneler olarak değerlendirilebilir. Ancak Özel’i bununla sınırlandırmak doğru olmaz. O her zaman bir şeylerden daha fazlasıdır.

Tanıl Bora Cereyanlar'da Necip Fazıl’dan bahsederken “[H]ayat = taarruzdur Necip Fazıl'a göre; Sosyal Darwinist bir beka davası olarak ‘taarruziliğe’ düşkünlüğü Nihal Atsız'a çok benzer” der. [5] Bu tespit İsmet Özel için de geçerlidir ve ona göre “dünyaya gelmek saldırıya uğramak”tır. Saldırıya uğradığı dünyaya saldırmak gerekir ve bunu yapana partizan denir. N. Fazıl’da Müslüman – Türk, N. Atsız’da Türk oğlu Türk ve İsmet Özel’de KalınTürk şeklinde ifade edilebilecek bu saldırganlık motifi, lirik bir aşk şiirinden sokakta yakaladıkları birini linç etmeye kadar varan geniş bir eylem havuzunun bir parçasıdır. Bu nedenle İsmet Özel, sıklıkla muhbirliğin kıymetinden söz eder, takip edilmesi, hakkında bilgi toplanması gereken iç mihrakların her daim hesap edilmesi gerektiğini söyler. Çünkü bu memleket, bütün dünyanın el birliği edip ortadan kaldırmak istediği bir memlekettir. Bu nedenle herkesin, her an hain olabileceği bir ülkede yaşadığının bilincinde olunmalıdır. Özel de bu bilinçle yürümeye devam ederken çevresine ‘çalımlı çelim’ler atmayı partizanlığa giriş kılavuzunun önsözü yapar.

İsmet Özel, kendi kuşağının bu mühim şairi, Etil de maharetli ve çelebi bir üslupla gösterdiği üzere, dil oyunları yapıp şirin kafiyeler dizmek yerine şiirini kınından çekip önüne gelene sallamaktan sakınmayan ve bunu bir iman davası haline getiren son partizan. Gördüğü canavarlara karşı büyük bir şevkle salladığı kılıcın kimsede herhangi bir yara açamamış olmasının kederini taşıyan şair, alelade fikirlerine beklediği kadar yüce kıymetler biçilmemesine kırgın ve kızgın. Etil’in çalışması büyük vazgeçişleriyle konuşulan ama vardığı hiçbir menzili cazip hale getiremeyen, kitleler üzerinde arzu ettiği ilgiyi uyandıramayan Özel’in politik ve poetik varlık muhasebesini anlamak için bir kılavuz olarak kabul edilebilir.



[1] Hüseyin Etil, İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü, Küre, İstanbul, 2019.

[2] ‘Hiç değişmeyen İsmet Özel’ meselesi üzerine daha önce Birikim’in “İslamcılık” dosyasında bir yazı yazmış, soldan İslamcılığa ve Türkçülüğe uzanan öyküyü tartışmaya çalışmıştım. İsmet Özel’in kendisiyle ilgili kanaatini ve değişmemek üzerine yaptığı vurguları içeren bu yazıda, onun siyasal merakını ve motivasyonunu belirleyen bazı hususlardan söz etmiştim. Ayrıntılar için bkz. “Neyi Kaybettiğini Hatırlayan Şairin Krizi: İsmet Özel” Birikim, 303-304 (Temmuz-Ağustos), 2014.

[3] İsmet Özel solcu olduğunu düşündüğü zamanlarda kendini solculardan ayrışmaya özen gösterir. O diğerleri gibi “nankör militan” değil, halkın dostudur.

[4] Şöyle der Özel: “Benim izlenimim, Hrant Dink’in de bu işin içinde olduğu şeklinde. Yani Hrant Dink’in, içinde öldürüleceğine dair imalar olan bir yazı yazdığını hepimiz biliyoruz. Bu bir hissi kablel vuku muydu, yoksa bir enformasyon muydu, bunu düşünmek lazım. Hrant Dink kendini feda etti mi, etmedi mi? Ya da zaten üzerine düşen bir yük müydü bu onun, görev miydi? … Bu büyük bir plan ise Hrant Dink kendi ölümüne razı olmak zorunda kalmış olabilir. Eğer Hrant Dink kuş gribinden ölmüş olsaydı, Patrik Mutafyan 10 gün yas ilan edecek miydi?” Ayrıntılı bilgi için bkz. “Türkiye'yi Türkler Yönetmiyor” Nokta Dergisi (Sayı 21), 22-28 Mart 2007. Link:
https://heg.tc/MyXl [28.12.2019].

[5] Tanıl Bora, Cereyanlar, İletişim, İstanbul, 2017, s. 444.