He Dayı He!
Aybars Yanık


Eleştirinin anlamına ve istikametine dair, en azından okuryazar kesimde endişeler artıyor. Yazının -ve tabii sözün- anlamı sorgulanıyor. Aslında işlevi demek belki daha doğru: Yazıyoruz da ne oluyor, kim okuyacak ki benzeri yakınmalar bu endişenin işaretleri olarak okunabilir. Yazmanın bir şeyleri değiştireceğine dair varsayım erozyona uğruyor. Bu varsayımın en başından beri zaten geçerli olmadığına dair kötümser bir yanıt (yazarak çizerek, söyleyerek tartışarak ne zaman bir şeyler değişmiş ki?) bu endişeyi tatmin etmiyor –belki de etmemeli zaten.

Eleştirinin, yazıyla veya sözle eleştirmenin gündelik hayattaki pejoratif imasını, eleştirinin ancak “yapıcı” olması şartıyla tahliye edilmesinden biliriz. Apartman yöneticileri de dahil her yönetici yapıcı olması kaydıyla her tür eleştiriyi bağrına basacağını söyler. İdeolojik, dolayısıyla yıkıcı olmaması tercih edilir. Örneğin Fatih Terim’in basın toplantılarına bakın, eleştirel bir soru sorması muhtemel bir muhabirin, öncesinde “aslında ilk … dakika iyi de oynadınız” diye başlaması Terim’in hoşuna gider, sonrasını yüzünü ekşiterek dinlemez, hafif tebessüm eder. Eleştiri ile aramızın zaten genellikle hoş olmadığını söylemek istiyorum kısacası.

Gelgelelim, eleştirinin hakaretin bir türevi olarak algılanması, gayri-meşrulaş(tırıl)ması, kötü niyetle özdeşleş(tiril)mesi eleştirinin başka türlü kanallardan, farklı ifade biçimleriyle iletilmesini sağlayabiliyor.

Mizah, bu ifade biçimlerinden biri. Bilhassa politik baskının dozunun artmasıyla, eleştiri, aynı zamanda bir direniş biçimi olarak, baskın bir biçimde mizah kanalından akmaya başladı. Basit ve yalın ifadelerle, hep duyduğumuz, tuğla gibi kitabın bize söylediğini üç-beş kelimeyle aktarmasıyla bildiğimiz, “korkma la, bizizi halk” gibi yarı-alaycı ve sarkastik kalıplar…  Ana akım, ciddi, gri siyaseti de bir süreliğine askıya alıyor bu dil, makara yapıyor, o ciddiyetin temellerini sarsıyor. Bu dil, bu dili benimseyeni de iptal ediyor zaman zaman; kendi kendisiyle “geyik” yaptırıyor, bir anlığına içinde bulunduğu baskıcı ortamdan özerkleşmesini/uzaklaşmasını sağlıyor: “TOMA’yla 8 gündür beraberiz. Ciddi düşünüyoruz!” Yalın ve sarih mizahi üslup, sorunların aslında o kadar da karmaşık olmadığını söylüyor sanki, bir netliğe çağırıyor: “Çare Drogba!”, “Direniyoz la!”

***

Buradan, “bırakalım mizahı ciddi şeylerden konuşalım”a veya “mizah en hakiki direniş yöntemidir”e varacak değilim, ancak son günlerde sosyal medyada trend olan “OK, Boomer” çıkışının, mizah ile eleştiri ilişkini başka türlü düşünmeye bir davet olduğunu düşünüyorum.

“OK, boomer”, “he dayı he” ve “yav he he” diye çevrilebilecek bir ifade. “He dayı he” daha iyi bir tercih olabilir çünkü bu ifadenin bir jenerasyon (boomer) farkına işaret ettiğini biliyoruz. Urban Dictionary, “Ok boomer is an easy way to diss Old shit heads[1] diyor. Bir zihniyet farkına, geri ve kalın kafalılığa referans var. “Boomer”, II. Dünya Savaşı sonrası, 1946-1965 yılları arasında doğanları tanımlıyor. İfadenin muhatabı bu kuşak. İfadenin sahibi ise, ageism (kişinin yaşı ve yaşlılığı üzerinden hakarete ve ayrımcılığa uğraması) yapmakla itham edilen, millenials olarak da bilinen Y kuşağı (1980-1996 yılları arası dünyaya gelenler) ve Z kuşağı (1996-2015 arası doğanlar). Y ve Z kuşağı, boomer’larca, sorumsuz olmakla, abuk sabuk uğraşlar edinmeyle, boş işler peşinde koşmakla, kör aktivizmle, amaçsız meşgalelerle, büyüklere saygısızlıkla, gelenekleri elinin tersiyle itmekle, iş aramamakla, sorumluluk almamakla, nasihatlere tahammül etmemekle suçlanıyor. Y ve Z kuşağı ise tüm bu ithamlara ve sorumluluğa davete “he dayı he” diyor. İçine doğdukları dünyadan tamamen kendilerinin sorumlu olmadıklarını, suçlu aranacaksa, asıl kabahatin böyle berbat bir dünyayı onlara miras bırakan boomer’larda aranması gerektiğini, kapıdaki küresel ısınma ve otoriter siyasi iklimin yerleşikleşmesi gibi felaketlerin bu kuşağın eseri olduğunu öne sürüyorlar. Şarkıları bile var! Ebeveynlerinden, büyüklerinden, abilerden ablalardan gelen, telefonunla bu kadar vakit geçirme, bence git bir iş ara, dışarıya bu kılıkla çıkma, saçlarını öyle yapma gibi “saçma” istekleri, arka plana bu şarkıyı koyarak TikTok’ta paylaşıyorlar. Böyle böyle yaygınlaşan ve videoyla da sınırlı kalmayan, çeşitli sosyal medya platformlarındaki tartışmalarda da çok sık görülen bir “hazır-yanıt” (“eleştiri?”) biçimi oluyor “Ok, boomer”. Zaten önceden de, bu tür jargonların beşiği 4chan’deki bir forum tartışmasında cahillik ithamıyla kullanılmış.[2]

Bilhassa İngiltere’deki seçimlerden sonra oluşan tablo da “boomer”cı tayfaya meşru veriler sunmadı değil. Muhafazakâr Parti’nin 50 yaş ve sonrasındaki yaş grubunda dramatik yükselişi, başımıza ne geliyorsa bu yaşlılar yüzünden geliyor kanaatini pekiştirdi.

Türkiye’de de sosyal medya mecralarında alıcısı var (Nevşin Mengü kullandı geçenlerde) ama Yeni Zelanda’da meclise dahi girdi! Yeşil Parti’den 25 yaşındaki milletvekili Chlöe Swarbrick, Yeni Zelanda meclisinde küresel ısınma üzerine konuşurken sözünü kesen merkez sağ Ulusal Partili “ihtiyar” Todd Muller’ı “Ok, boomer” diye susturdu. Bir yanıyla yürek ferahlatıcı, taşı gediğine koyan bir tepki gibi görülebilir görülmesine ancak herhangi bir kamusal müzakere masasını, tartışma iklimini daha baştan men eden bir yanı da yok mu bu yanıtın? Arkadaş ortamlarında, dost meclislerinde kullanımından söz etmiyorum tabii ama bu siyasi üsluba, siyasi tartışmaya sindiğinde, o sinik ve boş vermiş ton çok da cazip görünmüyor açıkçası.

Belki daha önemlisi, eleştirel aklın dayandığı bir sürü çatışma eksenini, bir jenerasyon kavgasına bulamak ve “biz”-“onlar” cephesini “yaşçı” bir yerden, eski kafalılık-ilericilikten türetmek de manzarayı bulandırmıyor mu?

Yaşlılar-gençler ikiliğini kabul etsek dahi, gençliğin başlı başına tarihsel ve siyasal bağlamda ilericilik, iyiye gidiş alameti olduğu da koşulsuz kabul edilemez herhalde. Kaldı ki boomer denilen grubun İkinci Dünya Savaşı sonrasından “neoliberal evre”nin başlangıcı diye kabul edilen 80’lere dek pek çok toplumsal talebin ve siyasi kazanımın öznelerinden olduğunu da unutmamak gerekir. Şimdinin plazacı, inovasyoncu, teknoloji tutkunu, borsacı kılıklı girişimci genç tipinin boomer diye aşağıladığı jenerasyona rahmet okutacak pratiklerini de akılda tutmalı bir yandan.

“Ok, boomer” lafının keyif verici madde gibi cazip gelmesi anlaşılır olsa da, özcü ve verimsiz bir ikiliğe dayanarak verdiği kof doyum hissiyle eleştiri iklimine bir katkı sunmadığı da doğrudur. Siyasi eşitsizliğin, yolsuzluğun, yozlaşmanın, otoriter basıncın faturasının neden “yaşlılara” çıkarıldığıdır belki asıl soru(n).



[2] Aja Romano, “’OK boomer’ isn’t just about the past. It’s about our apocalyptic future”, Vox, 19 Kasım 2019, https://www.vox.com/2019/11/19/20963757/what-is-ok-boomer-meme-about-meaning-gen-z-millennials