Geçen yılın ikinci yarısında, 90’lı yıllarda pek moda olan “sağda yeni oluşum” kulisleri yeniden popülerlik kazandı. Aylarca süren hareketliliği takiben 2019 bitmeden Davutoğlu’nun Gelecek Partisi kuruldu. Kuruluşu defalarca ertelenen Babacan’ın partisi DEVA ise geçtiğimiz günlerde siyasi hayata katıldı. Böylece 2015 yılında fiilen kurulan iki partili iktidar ittifakı, Ekim 2017’de kurulan İyi Parti’yi de hesaba katarsak tam üç tane yeni parti üretmiş durumda. Artık bir siyasi kulüp vasfını bile taşıyamayan BBP’yi, zaman zaman hülle formüllerinin adresi olan DP’yi ve Saadet Partisi’ni de ekleyince, meclis civarındaki “sağ parti” toplamı bir hayli kalabalıklaşıyor. Hâlâ gücünü koruduğu iddia edilen iktidardaki Cumhur İttifakı’nın, bu iddiayla paralel olarak beş yılda oy tabanı ve siyasi etki açısından ciddiye alınabilecek üç yeni parti yaratmış olması bile sahici bir hareketlilik işareti sayılmalı.
Yenili eskili bu parti kalabalığı, “sağda siyasi oluşum” ve temsil sıkıntıları meselesini zorlama bir mevzu olmaktan tek başına çıkartmaya yeter. Fakat özellikle iktidara yakın çevreler, gerçekte bir siyasi boşluk olmadığını öne sürerek bu hareketliliği yapay buluyor. Her şeyin bağlandığı uluslararası komplolar, epeydir unutulmuş “siyaset mühendisliği” tartışmaları yeniden canlandırılıyor. Erdoğan bu oluşumları AKP’ye ihtiyacı artıran, gösteren ve sonuçsuz kalacak gelişmeler olarak işaret ediyor. Muhalefet çevrelerinde destek bulan yaygın yorumlara da “sağın alternatifinin sağda aranmasına” duyulan alerji damgasını vuruyor. “Al birini vur ötekine” kızgınlığına, bu girişimlerin AKP’yi veya iktidar ittifakını tazeleme komploları olduğu fikri eşlik edebiliyor.
Bundan dört ay önce Birikim Haftalık’ta yazdığım “Kime Göre Yeni, Kimin İçin Yeni?” yazısındaki cümleleri tekrarlamak zorundayım:
“Yeni olma iddiasındaki partiler size hiç hitap etmeseler bile birilerinin ihtiyaçlarına cevap verebilir, onları etkileyebilir, mevcut etkilenmeleri değiştirebilir. Ayrıca söz konusu siyaset olunca, yarattıkları bu etkiler, doğrudan veya dolaylı olarak hayli uzakta görünenleri de fazlasıyla ilgilendirebilir. Babacan ve Davutoğlu’nun parti girişimlerine ilişkin muhalefet çevrelerindeki yaygın yorumlar, daha çok ‘yeni’ sıfatını hak edip etmedikleri veya eskiye dair ‘affedilmez’ sorumlulukları hakkında. (...) Oysa bir siyasi hareketin veya aktörlerin politik pozisyonunu eleştirmek ile onun yaratacağı sonuçları tartışmak biraz ayrı meseleler.”
DEVA Partisi etrafında açılan ve süreceği görülen tartışmalara da bu pencereden bakmak daha doğru gibi geliyor. Kurucular kurulunda özel bir pırıltı bulunmaması, parti programında şaşırtıcı çıkış veya sarsıcı bir iddianın yer almaması, partinin peşinen yüksek heyecan yaratmasının pek mümkün olmadığını gösteriyor. Kuruluş sürecinin hayli yavaş ilerlemesi ilgiyi fazlasıyla zayıflatmıştı. Lideri, kadrosu ve programı açısından sıkıcı bir ihtiyatlılıkla ilerlemeyi seçen ve sakin durarak -bunun altını çizerek- siyasi bir alternatif olma iddiasını ortaya koyanları, yarattıkları veya sürdürebildikleri heyecan açısından değil de şimdilik bu iddiaları çerçevesinde değerlendirmek daha isabetli.
DEVA Partisi programına ve programa giren vaatlere bakıldığında da, kısa vadeli siyasi pozisyonun, -partinin adıyla da uyumlu biçimde- “revizyon” öncelikli olacağı anlaşılıyor. Zaten bunun pek saklanma gereği duyulmadan asıl güçlü taraf olarak ortaya konulduğunu görüyoruz. Zaman zaman “reform” veya restorasyon imalı öneriler dikkat çekse bile asıl vurgu, aksayanın, bozulanın tamir edilmesinde, çıkılan sapılan yola geri dönülmesine veya rotanın tazelenmesine yapılıyor. Bir sapma (hata) olarak işaret edilen başkanlık hevesinden parlamenter sisteme dönüş, hak-hukuk-demokrasi anlayışının AB sürecindekine yakın biçimde yeniden ihyası gibi siyasi hedefler bu yaklaşımla gayet uyumlu. Göçmenler ve Türkiye’deki Suriyeli nüfus gibi meselelerin özel başlık haline gelmesi, anadil hakkı gibi konularda “hakları vermek” yerine, “hakların teslimi” gibi bir dil tercih edilmesi ayrıca dikkat çekici.
Özellikle Ali Babacan’ın şahsında partinin en iddialı yönü olarak kurgulanan ekonomi meselesinde de, yapısal ve yaklaşım yenilikleri yanında, kısa vadeli ve hızlı revizyon önerileri daha çok dikkat çekiyor. Temel ekonomik tercihler konusu fazla tartışmaya açılmadan, sorun yaratan dertlere hızlı “deva” formülleri sıralanıyor. İhale yasalarından şişirilmiş kentsel rantlara, yapısal reformlardaki yavaşlamadan güven sorunlarına kadar çeşitli alanlarda “bozulma” milatları veriliyor. Babacan’ın Medyascope’ta Ruşen Çakır ile yaptığı röportajda Türkiye’nin durumunu 2001’e benzetmesi, deva aranan dertler konusuna yaklaşımını gösteriyor. Babacan bu benzetmeyi hem ekonomik hem siyasi konjonktür açısından kullanıyor.
DEVA Partisi’nin Türkiye’nin yaşadığı dertler için önerdiği çözüm reçetesinin, bunun için ortaya koyduğu kadro ve programın inandırıcılığı ve yeterliliği, hatta samimiyeti konusundaki tartışma elbette devam edecek. Türkiye’nin ve daha spesifik olarak muhalefetin ihtiyaçlarına ne kadar deva olacağı da öyle. Ancak başlangıç noktasında, çıkışta ortaya konan ve fark diye işaret edilen tercihlerin, anlamlı bir siyasi etki yaratacak karşılıklar bulup bulamayacağına biraz daha yakından ve iki başlık çerçevesinde bakalım. Birincisi, Babacan’ın ahlâki bir zorunluluk olarak da tarif ettiği, giderek genişleyen siyasi boşluğu doldurma iddiası. İkincisi ise çok da derine gitmeyen hızlı revizyon programının ne kadar ciddi siyasi destek temin edebileceği.
DEVA Partisi’nin dolduracağını iddia ettiği gibi bir siyasi boşluk gerçekten var mı? Özellikle bu kadar çok parti tarafından temsil edilen sağ seçmen bloku için bir temsil açığı söz konusu mu? İktidara yakın yorumcular DEVA Partisi’ni de işaret ederek ortada bir boşluğun, ihtiyacın olmadığını iddia ediyor. Muhalefet cephesinde de, envaiçeşit sağ temsil formu ve siyasetin her yönden yoğun sağa çekme hali nedeniyle, aslında bir eksiğin olmadığı görüşü yaygın. İster sınıfsal hatlar açısından ister kültürel kimlikler üzerinden bakılsın, sağ siyasi temsil iddialarında önemli bir boşluk olmadığı doğru olabilir. Fakat temsil iddiasında boşluk olmasa da, iktidarın kendi tabanıyla yaşadığı çıkar ayrışması ve abartılan kutuplaştırma dili yüzünden temsil edilme biçiminde rahatsızlık genişletiyor. Bu yüzden DEVA Partisi’nin iddia ettiği gibi bir dil değişikliğiyle mevcut boşluğu doldurmaktan önce, boşluğu belirginleştirme, büyütme fonksiyonu çok daha önemli.
Revizyonist yaklaşımın ve hızlı sonuç vaat eden ara dönem reçetelerinin yaratacağı siyasi cazibe konusundaki şüphelerin tamamı da son derece haklı. Ortaya çıkan sorunların asıl sebebi olan tercihleri değiştirmeden, hatta bunların bazı sorumlularının da aralarında bulunduğu bir ekipçe halli pek inandırıcı değil. Fakat muhalefet seçmeninde de giderek yükselen bir başka eğilim bu handikabı dengeliyor: Bugüne kadar iktidar etrafında kümelenmiş seçmenin sonuç oluşturacak biçimde hareketlenmesi için ikna edici bir geçit açılması gerekiyor. Muharrem İnce ve Meral Akşener’in denediği iktidarı yerinden edebilecek rüzgâr yaratma gayretleri çok başarılı sonuçlar almadı. Bu yüzden rüzgâr gibi girmek yerine sert rüzgârı kesme iddiasızlığı sonuç alıcı olabilir. Yapılabilirliğine inanılan bir revizyon programı, deva olmasa bile gri alana doluşan seçmen ve zorlanan bazı iktidar ortakları (destekçileri) için daha akıl çelici olabilir.