"Her Şey Çok Güzel Olacak"
Tanıl Bora

Aman yanlış anlaşılmasın, salgınla ilgili iyimserlik telkin etmek, haddime değil.

İyimserliğin bir hatırasından bahsedeceğim. Yakın hatıra. Bir yıl önceyi hatırlatacağım: -“toplumun bir bölümünde,” diyelim-, bir iyimserlik meltemi estiren 31 Mart yerel seçimini… İstanbul’da tekrarlanan seçimde (orijinal bir Türk seçim hukuku kurumu olarak “tekrar-seçim”) Ekrem İmamoğlu’nun sloganı: “Her şey çok güzel olacak,” bu iyimserliğin sembolü olarak toplumsal hafızada yerini aldı. Şüphe yok, Cumhuriyet tarihinin en ‘sıkı’ sloganlarından biri olarak tarihe geçti, Her şey çok güzel olacak.

***

Şeker bir lise öğrencisinin Ekrem İmamoğlu’na “Her şey çok güzel olacak Ekrem abi,” diye seslenmesi, sloganın tekerini yuvarlamıştı. Fakat evveliyatı da vardı, 2018 cumhurbaşkanlığı kampanyasında Muharrem İnce “her şey güzel olacak,” demişti, orada burada başka ‘siyasîlerin’ teskin mahiyetinde bu sözü sarf ettikleri çok olmuştur. Cem Yılmaz ile Mazhar Alanson’un pek sevilen Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) filmi var. ‘Sivil hayatta’ da çok kullanılan bir iyimserlik püskürteci değil midir Her şey çok güzel olacak; biraz ‘üzme canını,’ biraz ‘güven bana’ makamından, bazen küçük bir doz ‘bildiğim bir şeyler var’ imâsıyla.

Ama İstanbul tekrar-seçiminde, başka bir güç kazandı bu naif lâf. Naif, yani herkese hoş gelecek (güzel!), masum, zararsız, nazik bir lâf. Rebecca Solnit, “naif ve utangaçlık şeklinde dışavurulan… emin olmama hali de, sıklıkla güzellik kabul edilen şeyin bir parçasıdır,” demiş.[1] İşte, öylesi bir güzellik duygulanımına oynayan bir lâf bu.

Naif ve boş bir lâf. Boş; güzel’le neyi kastettiği belirsiz çünkü. Kaybının on beşinci yılında Kâzım Koyuncu’ya selâmla analım; “Güzeller çok var ama meyil birine olur,” diyor ya türkü; “Her şey çok güzel olacak,” her meyle göre bir lâf. Siyasetler-üstü, ideolojiler-üstü olma efektine oynayan bir lâf. Boşlukları doldurmayı işitenin gönlüne bırakıyor. İşte, bu müphemliğin açtığı bir imkân da var. Boşlukları doldurmayı muhataplarına bırakmanın açtığı, onları boşlukları doldurmaya çağırmaya açılan bir imkân.

Gezi’nin “Kahrolsun bağzı şeyler”ine eş koşulabilir. “Her şey çok güzel olacak” da, bağzı şeylerden ne anladıklarını, onları nasıl tabir edeceklerini ‘katılımcılara’ bıraktı zira, farklı tabirleri ortaklaştırmaya açıktı. Yanısıra, -tıpkı “Bağzı şeyler”deki gibi-, bir ad, bir sıfat kullanmamakla beraber, “Gözlerime bakın, anlarsınız” tesiri yaptı. Kuşdilinin hâkim dil olduğu vasatta, ‘güzel’ kullandı kuşdilini, genişletti.

Kuşkusuz bu lâfın icadıyla olmadı her şey. Güzel olacak şey’le ilgili bir derdi, bir tasavvuru, bir umudu olanların seferber olmasıyla oldu. Boş lâf, emeğiyle, eylemiyle onun içini, boşlukları, dolduranlar olmasa, boş lâf olarak kalırdı.

***

Peki, 31 Mart seçim “sürecinin” birinci yılında, “her şey değilse de bari bağzı şeyler güzel oldu mu?” muhasebesine girişmeyeceğim. Sadece ‘büyük’ ve yerel siyasetle ilgili bir iki güzel olmayan şeye kısaca dokunacağım.

‘Büyük’ siyasette, 31 Mart, muhalefet partileri arasında bir diplomasi deneyiminin gelişmesi bakımından hayırlı oldu. Ancak ilişki artık daha az diplomatik, daha fazla siyasî bir çerçeveye otursa, daha güzel olacak. Muhalefet partilerinin enerjilerinin önemli bir bölümünü birbirlerine markaj uygulamaya hasretmesi; HDP’nin olmazsa olmazken resmen yokmuş gibi davranılması; bağzı şeylerle ilgili (Parlamenter sisteme dönüş? Güvenceli bir hukuk devleti? Geçiş dönemi ilkeleri?) açık seçik, veciz bir ortak platform ortaya konmaması gibi işleri kastediyorum.

Yerel siyasette, sadece şu “Başkan” kültüne değineceğim. Her alanda “reislerin” ve reis modelinin hüküm sürmesinden yakınılır dururken, bunun gerçekten mesele edildiğine dair pek bir alâmet yok. Kazılan üç metre kare kaldırımın üstüne “başkan” tebessümlü-selâmlı bir tabela muhakkak yine dikiliyor. CHP’nin son birkaç yıldır benimsediği “yeni toplumcu belediyecilik” şiârının kaynağındaki 1977 tarihli Toplumcu Belediyecilik program broşürünü bilir misiniz? İmzası: “Ankara Belediyesi Başkanlık Uzmanları”dır. Bu siyasetin öncülerinden, dönemin gayet kuvvetli ve hırslı bir siyasetçisi olan Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer –bırakın fotoğrafı- hiç anılmadığı gibi, o uzmanların da adı geçmez. Zamanın ruhunun değiştiğini söyleyeceksiniz. İyi ama, içinde debelendiğimiz zamanın ruhundan memnun değilsek, “başka türlü bir şey” aramak, bunun için de eski tecrübelerden güç ve ilham almak, ‘güzel’ olmaz mı?

Corona virüs salgınıyla içine girdiğimiz, dünya-tarihsel diyebileceğimiz kriz, dayanışmayı, istişareyi, ortak akılları, kolektif eylemi hayatî hale getirirken, hiç lüks, hiç naif değildir o başka türlü bir şeyi, öyle bir ‘güzeli’ aramak.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, salgınla ilgili geçen haftaki konuşmasında bir “güzellik” vaat etti. Çin’deki salgın, “tüm dünyayı üretim konusunda alternatifler aramaya itmiş” idi; “üretimde alternatif denince de ilk akla gelen yerlerden biri Türkiye olmakta” idi; “ayrıca virüs salgını ve petrol fiyatlarının düşüşüyle yaşanan gelişmeler ülkemize ilave avantajlar yaşatacak” idi;  “birkaç haftalık dönemi iyi yönetir, hastalığı sıkı şekilde kontrol altında tutabilirsek, umduğumuzun da ötesinde güzel bir tablo bizi bekliyor” idi. İnsanlar, memlekette ve bütün dünyada insanlar, tüm insanlık, canının derdine düşmüşken, düşmesi gerekirken, böyle bir “güzellik” tasavvuru… güzel mi?

*

Türk Dil Kurumu’nun “güzel” maddesindeki tanımlarda 3. sırada şu var: “Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran (güzel fırsat).” 7. sırada, şu: “okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı”.

Sözlükteki diğer anlamlara odaklanalım biz:  “Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı; ve bilhassa, “soyluluk ve ahlâkî üstünlük düşüncesi uyandıran.” İyimserlik, kendi muradının üzerine kapanmıştır, medeti dışarıdan bekler, pasiftir. Umut, Ernst Bloch’un tabiriyle “faal beklenti”dir; hayal ve tasavvur ettiğini, öngörüyle ve yapıp ederek oldurmaya çalışmaktır. Umuda yakıt vermek için, felâketin ortasında bile, iyi-doğru’yla beraber bir güzel imgesine de ihtiyacımız var galiba.


 

[1] Rebecca Solnit, Yol Aşkı, çev. Elvan Kıvılcım, Encore, İstanbul 2016, s. 344.