Koronavirüs salgını şu sıralar sıkça söylendiği gibi zihnimizde yeni ufuklar açmıyor bence. Ama bir şey de yapıyor. Nedir o yaptığı “şey”? Eskiden beri zihnimizde olup da söylemediğimiz bazı sözlerin “bayat”, “gereksiz” v.b. damgası yemeden yeniden söylenebileceği bir ortam yaratıyor. Ve belki, söylendiği zaman ikna edici sözler olarak kulağa çarpmasına imkan veren bir zemin yaratıyor.
“Kapitalizm iyi bir sistem değildir” sözünün “yeni” bir söz olduğunu kimse düşünmez. Ama ne zamandır bunu ya da bunu akla getirecek şeyleri söyleyemez durumdaydık. Söylesek, “Daha iyisini söyle” cevabını alıyorduk. Reel-sosyalizmin geride çok az olumlu iz ya da anı bırakarak çökmesinden sonra genel bir “nutku tutulma” psikozuna girmiştik. Doğa gibi tarih de “boşluk” dinlemediği için bu cenahtan çıkmayan sesi öbür cenah çıkarıyordu. Oldukça pervasız bir kapitalizm, gürültülü bir hegemonya kurdu.
Bugünlerde çıkan bir tartışma da böyle beklenmedik bir genel afet durumunda “özgür” toplumların mı, yoksa “otoriter” toplumların mı tehditle daha başarılı mücadele verdiği konusundaydı. Böyle bir “konu” olmasının nedeni de hastalığın bazı Asya toplumlarında gösterdiği manzaraydı. Virüsün çıktığı yer olduğunu düşündüğümüz Çin kısa süreli bir sendeleme döneminden sonra toparlanmış ve salgını denetim altına almayı —görünüşte— başarmıştı. Ama Asya’da başarı yalnız Çin’in değil, onunla hiçbir yakınlığı olmayan Taivan’da, Hong Kong’da ve Güney Kore’de de elde edilmişti. Bu ülkelerin Çin’le yakınlığı olmasa da “otoriter” olmakta hepsi ortaktı. Bu durumda, başarı “otoriter model”de miydi? İşte özgür, demokratik modele uygun İtalya!.. İşte öteki Avrupa toplumları, İspanya, Fransa v.b...
Yakın gelecekte A.B.D.’nin bayrağı ele alıp öne geçeceği söyleniyor. Yani bir demokratik toplum daha.
Demokratik? İyi de, Amerika’nın demokratik tarihinden hiç de hoşnut olmayan Donald Trump karar veriyor Amerika’nın hangi durumda ne yapacağına. Verdiği kararlar da ortada. Önce bunun bir “Demokrat yalanı” olduğuna karar verdi, sonra “Çin virüsü” diye tutturdu. Ciddi tedbir alınmasını alabildiğine geciktirdi. Bunu neye dayanarak Amerikan demokrasisinin yetersizliği olarak yorumlayabiliriz? Şu olabilir tabii: Trump gibi birinin başkan seçilmesi Amerikan demokrasisinde bir zaafın sonucu olarak değerlendirilebilir.
Bu makul, incelenmesi gereken bir konu. Ama Trump’ın saçma sapan davranışlarını Amerikan demokrasisiyle özdeşlemek doğru değil. Epey “dolaylı” denecek bir ilişki var iki konunun arasında.
Ayrıca Trump dünyada yalnız da değil. Yani, “demokratik dünya” yalnız virüse karşı değil, popülizme karşı da “geçirimli”. Şu anda “otoriteryanizm”e karşı başarısız çıkan da demokrasiden çok bu popülizm. Örneğin Boris Johnson’ın Britanya’sı da ilginç evrelerden geçti. “Sürü bağışıklığı” diye hümanizminden geçilmeyen bir kavram ve bir stratejiyle yola çıktı Johnson. Buna mı “özgür toplum” ideolojisi diyeceğiz? Zaten tarihin şu döneminde (ya da “dönemecinde) kapitalist (Batılı) toplumlarda “demokrasi” nedir, neyi belirler?
Toplum, yukarıda sözü geçen Asya toplumlarında olduğu gibi bireyi ezen bir varlık olmamalı. Sözgelişi Çin gibi bir ülke, böyle bir olayda kendini geri kalan dünyanın parmak salladığı ülke konumunda bulunca, sadece Çin’in itibarının korunmasını düşünüyor. Bunun için şu kadar bin kişinin adam yerine konmaması umurunda değil. Nasıl olsa nüfus bol. Bunları rahatlıkla gözden çıkarabiliriz. O tip toplumlarda mantık böyle çalışıyor.
Buna karşılık Batı toplumlarında bireyin dokunulmazlığının geçerli olduğunu varsayıyoruz. Ama bu her zaman çok tartışmalı bir ilke olmuş. Henry Ford adında bir bireyin sahip olduğu servete sahip olmasının tartışılamayacağını söylüyorsak, bu servet birikimi “öbür bireyler”i nasıl etkileyecek, bunu tartışmaktan da vazgeçmemizi gerektiriyor.
Ayrıca, “bireyin özgürlüğü” bir “total sorumsuzluk” anlamına gelmez. “Birey” diyoruz, “toplum” diyoruz. Bunların biri olmazsa öbürü de olmaz. Birini öbürüne egemen kılmak da akıl kârı değil. Sorun, makul dengeyi bulmakta. Onun için koronavirüs bağlamında “otoriter rejim” mi daha başarılı, “demokratik toplum” mu tartışması daha baştan yanlış bir tartışma oluyor.
Ne yazık ki dünya nüfusunun çoğu ne yapmanın doğru olduğunu, olacağını, aklın gösterdiği yoldan değil de, koronavirüsün verdiği dersten öğrenmeyi tercih etti—hâlâ da ediyor.