Korona Teorileri
Kemal Can

Korona virüs dünyada hüküm sürmeye başlayalı yaklaşık dört ay oldu. Tıp ilmi açısından virüsün görüldüğü tarih biraz daha geriye götürülse de, Çin’in sakladıklarını açıklamaya mecbur kaldığı ve salgın olasılığının fark edilmesinin üzerinden üç ay bile geçmedi. Bunun lokal bir sorun olmadığının anlaşılması önce İran’a sonra Avrupa’ya sirayet etmesiyle idrak edildi ve onun süresi de aşağı yukarı iki ay. WHO’nun küresel salgın ilan etmesi, tehlike ve tedbirlerin alarm seviyesine çıkması için de son bir ayı düşünebiliriz. Yani olayın devamı için yapılan projeksiyonları önümüze koyunca, büyük bir krizin sadece içinde değil epey başında olduğumuz açık. Yaşadığımız gerçeğin, mevcut durum ve olabilecekler açısından herhangi bir kurgunun ulaşamayacağı şaşkınlık ve belirsizlik yarattığı da ortada.

Daha önce dünyanın benzer felaketler yaşamış olması, bunun olabileceğini söyleyen bilimsel raporlar (komplo dayanağı yapılan senaryolar) veya salgın temalı felaket edebiyatının çok miktarda örnek üretmiş olması, bu gerçeğin kolay kabul edilir olmasına yetmiyor. Birçok insan, daha önce pek haberdar olmadığı kavramları, bilgileri, rakamları takip ederek mantıklı bir bilgi kümesi oluşturmaya çalışıyor. Duyduklarından, izlediklerinden mantıklı bir neden-sonuç ilişkisi çıkartmaya, olacağı ve yapması gerekenleri  belirlemeye çabalıyor. Durumun acil oluşu ve tehlikenin büyüklüğü yüzünden, aktüel alan çok hareketli ve anlık gelişmeler zihinleri hemen ele geçiriyor. Ama bazen çok yüksek duygusal yüklerin etkisiyle bazen de kafada dönüp duran kaygı trafiğini bir an durdurabilince, kocaman bir soru karşımıza yerleşiyor: “Tam olarak neyin içindeyiz biz?” Devamında da bu içinde yoğrulduğumuz şey bizi, çevremizi ve dünya nasıl biçimlendirecek sorusu geliyor.

Sosyal medyada gördüğüm -ilk kim paylaştı bilmiyorum- “galiba dünyanın final sezonuna rastlamışız” sözü, son zamanlarda bazıları çok sevimsiz olabilen genç sarkazmının kötü olmayan örneklerinden. Kişisel ve toplumsal çeşit çeşit zorlukların içinden gelmiş 91 yaşındaki annemin söylediği, “bari bunu da görmeyeydim” sitemi de, zamanın bambaşka bir penceresinden benzer bir itirazı dile getiriyor. Görmüş geçirmiş olan için de görüp göreceklerinin başında olanlar için de sarsıcı bir anlaşılmazlık hali var. Daha virüsün ne yapacağı konusunda kafalar netleşememişken bütün bunların sonrasında dünya neye benzeyecek üzerine kafa yormaya başlayınca, görüntü daha da bulanıklaşıyor, kafalar karışıyor. Dünyayı parmağında oynattığı düşünülenler bile çuvallarken sıradan insan ne yapsın. Korona vesilesiyle evlere kapanıp zorunlu tefekkür dar bir alana sıkışınca, ilginç tartışmalar ortaya çıkıyor.

Zizek’in oldukça erken pozisyon alıp, iyimser tahayyüller kurmaya başlaması ve bunu çabucak bir kitaba çevirmesi; salgının çok sert vurduğu İtalya’dan Agamben’in, meselenin erken bir evresinde, en azından konunun ciddiyeti bakımından tazelenmeye muhtaç, aceleci kestirimlerde bulunması, hemen dikkat çekenler. Ağırlıklı olarak ekonomik etkiler, ortaya çıkan cevap kapasite ve zafiyetleri, sorunun yarattığı moral çıktılar üzerinden yürüyen tartışmalar, yavaş yavaş siyaset sahasına doğru da ilerliyor. Küreselleşmeden otoriterleşmeye, sistemin çöküşünden yeniden ihyasına kadar zıt uçlara doğru giden öngörüler paylaşılıyor. Sürmekte olanın içinden gözlemlerin, açı ve soru üretiminin, bilgi yığılmasına katkısını göstermek için “saha filozofluğu” kavramını öne sürenler de oluyor; bu erkenciliği bir tür falcılık olarak görüp, yeterli verinin eksikliği uyarısını yapanlar da.

Devletler, uluslararası kuruluşlar ve elbette “ekonomi çevreleri”, eldeki hazır kaynak ve reçetelerle savuşturamayacakları bu sert dalga karşısında fikri olgunluğu beklemeye tahammüllü –bunu yapabileceğini düşünenler de çabuk vazgeçti- değiller. Onların da çok hazırlıklı olmadıklarını, bazen şaşkınlıkla bazen deneme yanılma yöntemiyle hareket ettiklerini, olanı bildik ezberlerine ve formüllerine uydurmaya çalıştıklarını izliyoruz. Parasını harcayarak servetini korumaya çalışanlarla, elindekini sıkı sıkı tutarak bu zorluğu atlamayı deneyenlerin farklılaştığını görüyoruz. Toplumsal rızayı açıklıkta arayanları, bilgiyi kapatarak itaat peşine düşenleri izliyoruz. Bundan sonra ne olacak? Dünya nasıl şekillenecek? Bu soruların cevapları kaçınılmaz olarak harekete geçmiş olanlara ve gitmeye hazırlandıkları yöne bakılarak kestirilmeye çalışılıyor. Sonraya dair öngörüler, büyük ölçüde onların hareketlerine ve önceki deneyimlere bakılarak tartışılıyor.  

Salgının nasıl seyredeceği, ne kadar süreceğiyle ilgili farklı senaryolar var. Ancak dar bir alanda kıstırılarak önünün tamamen kesilmesi artık birçok ülke için geçilmiş bir eşik. Şimdi bütün stratejiler kontrollü hasarla, sonrasına hazırlanmak üzerine. Ekonomiyle çok bağlı siyasi rota tartışmaları da, sistemin yeni örgütlenmesinin ihtiyaçlarına ve reflekslerine bakılarak kestirilmeye çalışılıyor. Tartışmalar küreselleşme ve otoriterleşme çevresinde yoğunlaşıyor. Küreselleşmenin ekonomik ve siyasi merkezinin değişebileceğinden, örgütlenme tarzının yeniden biçimleneceğinden bahsediliyor. Bu sürecin küreselleşmenin başlangıç iddialarından epey uzağa ve daha belirgin bir otoriterliğe sürüklenmesi veya  küreselleşmenin yarattığı sorunların öne çıkartılarak başka talepleri yükseltebileceği ihtimalleri öne sürülüyor. (Elbette fazla sadeleştirilmiş bir özet bu. Yoksa çok önemli farklar içeren zengin tartışma kulvarları mevcut.)

Meselenin yaratacağı yeni ekonomik örgütlenmenin ihtiyaç duyacağı siyasi mimari yanında, endişe ikliminin hızlandıracağı sosyo-psikolojik eğilimler üzerinden de değerlendirmeler yapılıyor. İnsanların kendilerini çok çaresiz hissettikleri anlarda, kuvvetli kamusal otoritelere ihtiyaç duyulmasından istifade edecek fırsatçı otoriterlik önemli bir tehlike olarak işaret ediliyor. Fakat uzunca bir süredir hemen her türlü meselenin bireysel performanslara indirgenmiş olmasına karşı gelişebilecek öfkeye, bir imkan olarak bakanlar da mevcut. Bir süredir yükselen dalga muamelesi gören sağ popülist tarzın, bu süreçten nasıl etkileneceği üzerine de farklı yorumlar var. Çoğu sorunu hafife alan ve beceriksizce yöneten liderlerin bu dalgayla avantaj sağlayacağını düşünenler de var, ciddi faturalar ödeyebileceklerini söyleyenler de.

Türkiye’ye gelince, gerek salgının kendisine gerek ikincil sorunlara karşı iktidarın özel bir strateji geliştirdiğini söylemek pek mümkün değil. Ekonomik krizden Suriye meselesine kadar her sorun başlığında ortaya çıkan yaklaşımda bir değişiklik görünmüyor. Bu hadisede de “tepkileri ve rahatsızlığı” yöneterek durumu idare etmenin yeteceği fikri devam ediyor. Krizin ilk zirvesinin ardından -önlem paketinin de açıklandığı- yapılan toplantıdaki gevşeklik, yaşlıları eve kapatma sınırını aşamayan müdahale ve “borlu dezenfektan” icadından fırsat üretme heyecanı, tabloyu moral bozucu yapmaya fazlasıyla yetiyor. Fakat bu tanıdık siyasi biçimsizliğin tuhaf simetrisi de aynen devam ediyor. İktidar çevrelerindeki –toplantılara yansıyan espriler eşliğindeki- “rahatlık”, abartılı eylemsizlik, durumdan memnun olunduğu ve bu sayede bazı avantajlar elde edilebileceği şeklinde yorumlanıyor. Dünyada otoriterleşmenin yükselteceği, ekonomi elitlerinin risk küçültmek için değişimden kaçınacağı, konjonktürünün iktidara yarayacağı endişesi büyüyor.

Bu karmaşanın ortasında uygulamaya konulan kayyım kararları, arazi ve çevre talanına devam kararlılığı, Kanal İstanbul ihalesinin bile ertelenmeden yapılması, infaz yasasında adaletsiz düzenlemeler gibi çıkışlar da fırsat kullanmanın örnekleri olarak işaret ediliyor. Yani iktidarın kendisinde ve destekçilerinde bile olmayan yüksek bir iman, aslında karşı cephede mevcut: "Her durumdan avantaj yaratan iktidar yine bazı fırsatlar bulacak”. Yaşanan ve yaşanacak sıkıntılara kuvvetli bahane teminin çok işe yarayabileceği öngörülüyor. Bu olağanüstülük fırsatının iktidar tarafından kolayca değerlendirileceğine inanılıyor. Bunların defalarca yapılmış olması, tekrar yapılabilir olmasının garantisi sayılıyor. Ancak daha önceki pek çok meselede bu biçimsiz stratejinin sonuç alabilmesini sağlayan şey iktidarın inancı değil. Ayrıca ortaya çıkacak olası tablo, şimdiye kadar olduğu gibi kolay idare edilebilir görünmüyor.