Türkiye’de artık herkes Nijerya’yı sempatik futbolcular ülkesi olarak tanıyor. Okacha, Uche, Amokachi gibi oyuncuların ülkemizin güzide takımlarındaki başarılı oyunlarını biliyor ve onları Televole vs. yüksek kültür ve spor programlarıyla aramızdan biri olarak görüyoruz. Sadece bizler değil, Fransa’daki Dünya Kupası esnasında görüldüğü gibi gezegenimizin pek çok ülkesindeki sporseverler Nijerya takımını neredeyse gözü kapalı sayar ve sever hale geldi.
Futbol dünyasına renkli bir hava getiren bu ülke üzerine bundan başka neler biliyoruz? Örneğin Biafra adı bizlere bir şeyler hatırlatıyor mu? Gelin biraz genel kültür havalarında takılalım ve hafızaları yoklayalım. Kara Afrika’nın verimli ve göz alabildiğine uzanan topraklarına sadece Okacha’nın düğününü görüntülemek için binlerce dolar masraftan kaçınmayan Televolelerin göremediği şeylerden bahsedelim. Nasıl olsa birkaç uyanık futbolsever her yerde bulunabilir.
Nijerya 112 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın en kalabalık ülkesidir. Bir milyon kilometrekareye yakın alanı kaplar. Ortalama ömür erkeklerde 47, kadınlarda 50 yıldır. Dikkate şayandır; toplam nüfusun yüzde 49.5’u 15 yaşın altındadır. Ayrıca bu ülke bizde lanetli bir kelime olan Federal Cumhuriyet biçimiyle yönetilir. Nijerya’da toplam 200 civarında etnik topluluk bulunur, ama özellikle kuzeydeki Haussalar ile Fulaniler’le, sahil kesimindeki Yorubalar, İbolar, İbiolalar, İjiolalar toplam nüfusun yüzde 90’ını oluştururlar. Çoğunluğu Müslüman olan Haussalar ve Fulaniler ile Hıristiyan ve Animist inançlı Yorubalar ve İbolar arasında yıllardan beri kabile ve iktidar kavgaları verilir.
Toplam nüfusun yüzde 45’i Müslüman ve yüzde 38’i Hıristiyan olan; ekonomisi büyük ölçüde petrol gelirine dayanan ve derin kabile kavgaları geleneği olan bir ülkeyi sadece futbol zaferleri ayakta tutabilir mi? İngiliz kolonyalizmi, 1960’da arkasında böylesine kan davalı kabileler bırakarak, federal anayasa ve yönetim sistemini yeni bağımsız cumhuriyete devretti. Siyahlara uygarlık taşıyan bir devlet biçimi sunmuş havalara girerek petrol gelirini iç etmeyi sürdürdü. Sonrasında genel seçimler yapılır, bazı kalabalık kabileler merkezî yönetimde ağırlık kazanır, ardından diğer kabile kökenli subaylar darbe yaparlar, kan dökülür, etnik temizlik başlar. Ruanda’da, Burundi’de, Zaire’de, Liberya’da, Kenya’da böyle olmuştur. Aynı film Nijerya’da da gösterime girer.
Ocak 1966’da, İbo kökenli subaylar, iktidarı alır ve üniter bir yapı kurmaya girişirler, aynı anda kuzey bölgelerinde İbolar’a karşı katliamlar başlar, iç savaş tamtamları vurulur. Temmuz 1966’da bu kez Müslüman kökenli Haussalar darbe yapar ve Albay Yakubu Gowon başa geçer. Kuzeyde katliamdan kaçan bir milyon İbo, doğuya sığınır ve bu kez de doğuda yaşayan Haussalar’a yönelik şiddet kampanyası tırmanır.
Doğu bölgesi başkanı Yarbay (sonradan General) Ojukwu, Nijerya’dan ayrılarak Biafra adıyla bağımsız bir devlet kurduğunu açıklar. Mayıs 1967’den 1970’e kadar süren iç savaşta İngiltere ve Sovyetler Birliği ile belli başlı tüm Batılı ülkeler merkezî yönetimi desteklerler. Sadece Fransa ile Fildişi Kıyısı, Gabon, Tanzanya ve Zambiya, Biafra’nın yanında yer alır. Biafra kuvvetleri yenik düşer, kuşatma altında kalan Biafra’da açlık ve hastalık başgösterir. Ölü sayısına ilişkin tahminler yapılır: 500 binle-bir milyon arası bir rakam dudaklarda gezinir. Sayıların hiçbir önemi kalmamıştır. Bir milyon dolar rakamı, bir milyon insandan daha önemlidir. Ocak 1970’te Biafra teslim olur, General Ojukwu Fildişi Kıyısı’na sığınır. Galiplerin borusu öter. Ama Haussalar’la İbolar’ın arasına kan girmiştir artık.
İktidar oyununun kuralları açığa çıkmıştır: Önce silahlı kuvvetlerde bir subay olmak! 1975’ten 1978’e kadar isimleri sadece ansiklopedilerde geçen iki subay daha darbe yapar ve başa geçer. 1979-1983 arasında kısa bir sivil yönetimden sonra arka arkaya iki tümgeneral darbe yapar. Sivil yönetime geçiş tarihleri ise sürekli ertelenir.
Nijerya’yı bu tarihten itibaren Silahlı Kuvvetler Yönetim Konseyi adına, askerî diktatörler yönetir. Bu yönetimler altında, ülkedeki tüm muhalif güçlere baskı uygulanır. Verimli petrol alanlarının bulunduğu Nijer Deltası’ndaki İjolar halkının politik lideri tüm dünyadan gelen af tekliflerine kulak tıkanarak tutuklu olarak bulunduğu hapisanede dar ağacına çekilir. Abiola gibi tutuklu sivil politikacıların kalp krizinden ölüm haberleri ajanslara düşer.
Bu arada Nijerya askerî güçleri, Liberya, Sierra Leone gibi komşu ülkelere de silahlı müdahalelere girişirler. Bölgesel prestij ve ülke içindeki muhalefeti dış düşman olgusuyla azaltmak için sınır ötesi harekâtlar sürdürülür.
Bu esnada Afrika’nın “uçan kartalları” Nijerya Milli Futbol Takımı, Fransa’da izleyenleri kendine hayran bırakmaktadır. Oysa takım içinde derin ayrılıklar bulunmakta, Haussa, Yoruba, İbo kökenli futbolcular birbirleriyle konuşmamaktadırlar. Dünya Kupası’nın hemen ardından, Nijerya futbol takımının teknik direktörü Bora Militinoviç, verdiği ayrılık beyanatında bu durumu gözler önüne sermiştir.
Şimdi artık Nijerya diktatörlerini futbol da kurtaramayacaktır. Askerî yönetimin başlıca muhaliflerinden Moshood Abiola’nın hapisanede kalp krizinden ölümünün açıklanmasının hemen ardından özellikle bu liderle aynı kökenli olan Yorubalılar’ın oturduğu bölgelerde çatışmalar çıkmış, ekonomik başkent sayılan Lagos sokaklarında, Yoruba Cumhuriyeti isteyen ayrılıkçı gösteriler patlak vermiştir.
Bilindiği gibi Abiola, 1993 seçimlerini kazanmasına karşın, Cunta tarafından hapse konulmuş ve seçim sonuçları tanınmamıştı. 9 milyon nüfuslu Lagos sokaklarında; “Haussalar son saatiniz geldi, beyazlar sizi iktidara getirdi, orduyu ele geçirdiniz, ekonomiyi siz yönetiyorsunuz, Abiola’yı da öldürdünüz, ülkeyi yıkıma götürüyorsunuz, yeter artık, ölümlerden ölüm beğenin” tehditleri dolaşmaya başladı bile. Kaderin garip bir tecellisi olarak, Cunta şefi Sani Abacha da aynı günlerde garip bir biçimde maç seyrederken ölüverdi. Böylelikle her iki büyük etnik grup şehidine kavuştu. Bayraklar hazırlandı, palalar bilendi, etnik ve dinî ayrım nefreti giderek büyümeye başladı. Nijerya’da iç savaş kaçınılmaz görülüyor. Savaş ölüm demektir, ama pek çok Nijeryalı şimdiden açlıktan ölüyor. Kırsal bölgelerde altı aydan fazla su ve elektrik kesintileri devam ediyor. Lagos sokaklarında ülkenin üçe bölünmesi açıkça dile getiriliyor. Kuzeyde halen yönetimi elinde bulunduran Müslüman Hausalar’ın devleti, batıda Yorubalar ve doğuda İbolar’ın ayrılıp bağımsızlıklarını ilân etmeleri isteniyor. Kimse kalan 197 etnik grubun ne olacağını söylemiyor. Ulus-devletlerin sonunun geldiğinin erken ilânlarını duyduğumuz şu günlerde gidişatın, etnik-dinî küçük devletçiklere doğru kaydığını görmemek olası mı?
Sorumlu olarak çalıştığım mülteci kampında, orta yaşlı bir Nijeryalı olan Felix, sırtında Nike marka pahalı millî takım formasıyla sıkıntıyla dolaşıyor. “Ne Okacha, ne Uche, ne de Amokachi, artık hiçbir şey bizi kurtaramaz,” diyor. Sonra sigarasından bir nefes alıyor ve “Şiddet, nefret çok kötü bir şeydir şef, ama bu durumdan nasıl kurtulacağımızı bilmiyorum, biraraya gelsek, sokaktaki satıcı ile, kabile şefiyle, generali ve petrol işçisiyle oturup sorunları tartışsak, Yoruba, Haussa, İbo demeden bir çözüm arasak olur mu dersin?” diye soruyor...